18 Ekim 2016 Salı

GÖLGEDE KALMIŞ BİR KASABA: KIRKAĞAÇ...

Yaklaşık bir yıldır daha az geziyorum...
Genel anlamda, gittiğim yerlerdeki yerel yöneticilerin - daha da kötüsü – ve halkının, beldelerine karşı kayıtsızlığı da eklenince, döndüğümde hemen makine başına oturup orada geçirdiğim birkaç saati okurla paylaşmak hiç gelmiyor içimden. İnanın, fotoğraf bile çekmeden, bir kitap ya da yerel bir obje bile almadan döndüğüm yerler oluyor. 

Bunun benim gibi birisi için ne kadar "şaşılası" ve “imkansız” bir durum olduğunu bilemezsiniz.

Belediye veya turizm bürolarından doküman, yola çıkmadan hazırladığım gezi dosyamı bastıracağım kırtasiyeden ise bir tek kartpostal bile bulamayınca; yok yerel gazete imiş, yok yerel bir kitapmış, yok geleneksel el sanatı ustası imiş filan, peşine bile düşmüyorum. 

Ne kötü! 
Artık her yerde benzer plastik kart kullanılmaya başladığı için, o minicik renkli kasaba otobüs biletleri bile, not defterimin arasında dönemiyor İstanbul'a.

Her yerde aynı TOKİ inşaatları ve her kaldırımda aynı çirkin teneke yığınları... Dolaşırken size şüphe ile bakan mutsuz insanlar... Her çay bahçesinde aynı çirkin plastik ve pislikten rengi kararmış sandalyeler... Eskiden, mutlaka, bir "belediye çay bahçesi" olurdu ve mutlaka fıskiyesinden fışkıran su üzerinde dönüp duran, beyaz çizgili “laylon" topu olan basit havuzlar olurdu mesela... Veya yırtık hoparlöründen, oranın yerel sanatçısının kötü kayıtlı bir "kaset"i çalar dururdu.

Turizm-murizm okumamış, gömleğinin kollarını baştan sağma kıvırmış "köylü" garsonlar size çay getirirdi belki ama, çay paranızın üstünü de “tam” verirlerdi. Pazarını, bakkalını, yerel obje yapan ustalarının dükkanını size "şıp" diye tarif ederlerdi ve hatta, bu ufacık yerde kaybolacağınız düşüncesiyle dükkanını açık bırakarak size eşlik ederlerdi, 300-500 metre ilerideki yere kadar. Gittiğinizde de eklerlerdi diğer satıcıya: "A'bi bizdendir ona göre!"...

Şimdi oturduğum bir kahvede soruyorum mesela, akşamı getirmekten başka bir hedefi kalmamış asık suratlı kahveciye: "bu kasabada şu kişi doğmuş, evini biliyor musun?"... Tuttuğu İstanbul takımının on bir topçusunu ezbere sayar ama, hemşehrisi olan: o şairi/yazarı/besteciyi/mimarı tanımıyor ki, evi bilsin. 

"Ayrı diller konuşmak, aynı lisanla" bu olsa gerek... Umarım bu karamsar giriş ile, zaten "az sayıda" olan okurumu da sıkmamışımdır. 

İşte, birazdan yazmaya çalışacağım Kırkağaç'ı adımlarken ağustos ayının onbirinci günü, son bir yıldır biriken bu duygular dönüp duruyordu kafamın içinde. Peki "ne oldu da”, Kırkağaç'ı önce araştırmaya ve sonra da hemen yazmaya karar verdim?"

Yukarı Çarşı'dan Karaosmanoğlu Camii yönüne bakış. Fotoğrafın
çekiliş amacı da belli: burası ÇARŞI ve "her zaman, her yerde,
en büyük Kartal" (HKK, 11.8.2016)
Anlatayım...
Pericik, beni "saat kulesi" (pek çok kentte yaptırılmaya başlanan bu tür "tanzimat replikası" saat kulelerine dair eleştirel duruşumu ileride yazacağım) önünde bırakıp şantiyesine doğru yol alırken, Ayvalık'ıma gitmeden önce bu kasabada, yer yer kahrolarak geçireceğimi düşündüğüm iki-üç saatim vardı önümde. Elimde ise, biraz önce belediye'den edindiğim, büyük renkli fotoğraflarıyla birlikte 9 yaprağı Kırkağaç'ı anlatan, geri kalan kısmında sayamayacağım kadar fazla reklam olan "KIRKAĞAÇ, Kırkağaç Belediyesi Kültür ve Tanıtım Hizmetidir" adında bir broşür bulunuyordu[1]

Belediye çalışanı arkadaşın adını verdiği kırtasiyeyi bulmak ve çok küçük bir olasılık olsa da "yerel bir yayın" satın alabilmek amacıyla, emniyet müdürlüğü yanından yukarıya doğru yürümeye başladım. Kurulan "perşembe pazarı" içinden geçerek kırtasiyeye ulaştım ve genç dükkan sahibinin: "ne imkansız bir şey istediğimi bana anlatan bakışları" eşliğinde dükkanından ayrıldım. (bu arada hemen belirteyim, bu kasaba Şair Eşref'in memleketidir.) Biraz ileride gözüme çarpan kahvede broşürü bir çırpıda okuyup, gezi rotam için ondan yardım alamayınca, yanımda getirdiğim Yuzo Nagata'nın, Karaosmanoğllarını incelediği kitabında[2] İstanbul'dayken işaretlediğim yerleri bulmak üzere, “rastgele” bir hedefle, kahveden kalkıp yürümeye koyuldum.

Ağır adımlarla sokak sokak ilerlerken, Zorağa Mahallesi 34.Sokak'taki bir evin cephesine işlenmiş ağaç rölyefleri ve ritmik aralıklarla tekrar eden kuş evlerini görünce, dayanamayıp cep telefonu ile fotoğrafını çekmeye karar verdim (ki parmağım da çıkmış). Tam o sırada, koltuğunun altında gazeteye sarılmış kocaman bir pide taşıyan genç bir arkadaş yanımdan geçerken: "Eski evlerin fotoğrafını mı çekiyorsunuz?" diye sordu. Evet dedim ve o hemen devam etti konuşmaya, "Az ilerideki sokaklarda tümüyle eski evler duruyor, orayı gezdiniz mi?" Ben yeni dolaşmaya başladığımı anlattıktan sonra ekledim "şimdi dediğiniz yerlere giderim... bu arada yerel gazeteyi de arıyorum... yerini biliyor musunuz?" Arkadaş, gülümseyerek "Ben yerel gazetede çalışıyorum bana 5 dakika izin verin, ekmeği anneme bırakıp matbaaya döneceğim size orada bir çay ikram edeyim... 5 dakika sonra..."

Kırkağaç 34.Sokak'taki, sol ve sağ kenarlarında ağaç rölyefi ve 
kornijinde ritmik olarak yinelenen kuş evleri olan ev. (HKK, 11.8.2016)
İşte, ülkem adına umutsuz, kendi adıma ise sıkıntılı bir kafa eşliğinde adımladığım bu kasabayı araştırmaya ve blogumda neredeyse bir yıl aradan sonra yeniden yazmaya karar vermem, ekonomik sıkıntı nedeniyle kapanmak zorunda kalan "Gelişen Yeni Kırkağaç" yerel gazetesinin matbaasında, Erhan Bey ile yarım saat süren ayak üstü sohbetin ardından gelişti.


Gelişen Yeni Kırkağaç gazetesinin sanırım son sayısı. (HKK, 22.8.2016)
Okura karşı samimi olmalıyım aslında; dönerken getirdiğim malzemelerin azlığı ve Kırkağaç'a gitmeden önce internette yaptığım yüzeysel okumalar nedeniyle, üç beş fotoğraf koyup bir kaç satır yazı yazarak "yazmama perhizimi bozacağımı" düşünürken, son iki aydır yaptığım yeni okumalar sonucunda, hiç de öyle olmayacağını anladığım, yoğun ama keyifli bir araştırmanın içine düşüverdim. 

Üstelik daha, sipariş verdiğim Kırkağaç kitapları elime yeni geçtiği halde, "hiç beklemediğim irilikte" ve bir anda oluşan bir Kırkağaç arşivi ile karşı karşıya kalınca şu an, bu "kasaba" özelinde çalışma yapmak isteyen okurlara katkı sağlasın diye, şöyle bir yazı planı oluştu bende: önce, Kırkağaç'ın arka planını oluşturacak bir tarihsel anlatı bölümü kurguladım, ki birazdan okuyacağınız budur. "Giriş" bölümü diyebileceğim bu tarihsel anlatı bölümünde bolca dip not ve kaynakça belirtsem de, iki ay içinde bende biriken bu dokümanlardan yola çıkarak, bir "Kırkağaç Bibliyografyası taslak" adındaki ikinci bölümü yazdım ve son olarak, Kırkağaç'ı gezmek isteyen okur için "gerçek bir kültür gezisi" dokümanı ve rotası hazırladım.

Umarım okur bu yazı planımı sever ve umarım ben de Kırkağaç yazı dizimi tamamladığımda "mahcup olmayacağım" bir ürünü sunmuş olurum.


Kırkağaç Yukarı Çarşı (HKK, 11.08.2016)

ANCAK DÖNDÜKTEN SONRA ANLADIĞIM 
5.000 YILLIK GEÇMİŞ...  veya KAYBOLMADAN BULMAYA ÇALIŞMAK...
25 bin kişisinin kasabada yaşadığı toplam 43 bin küsür kişilik nüfusuyla; Yunt Dağı'nın bir kolu olan Çamlıca (Temnos) Dağı yamacından, bereketli Bakırçay (Kaikos) vadisine bakan Kırkağaç, hemen hemen Balıkesir - Manisa karayolu ile Bandırma - Manisa demiryolu hattının kesiştiği kavşakta yer alırBalıkesir'e 82, Manisa'ya 79, İzmir'e 113 ve Ayvalık'a da 127 km uzaklıktadır.

Bağlı bulunduğu Manisa ili genelinde olduğu gibi, "tektonik çukurluklar ve kırıklar dizisi üzerinde" bulunan Kırkağaç, 1. derece deprem bölgesidir. 574 km2 alana sahip olan ilçe topraklarının büyük bölümü (215 km2) 1.derece tarım toprağıdır. Topraklarının yaklaşık 250 km2'si ise orman alanıdır.[3]

Coğrafi yönden Yukarı Bakırçay havzasında bulunan Kırkağaç ovası, oldukça verimli toprakları olan bir bölge, uygun iklime ve zengin su kaynaklarına sahip olmasından dolayı tarih öncesinden beri insan yerleşmelerine sahne olmuştur. Önemli yollar üzerinde olan Kırkağaç, Antikçağ’da Lydia – Mysia sınırında bulunuyordu.[4]

İlçenin ilk kuruluşuna dair kesin bilgiler bulunmamakla birlikte, Kırkağaç'a 26 km uzaklıkta bulunan, Bostancı (Yortan)'da, 1900'lerin başında yapılan kazılardan yola çıkılarak, bölgenin tarihini MÖ 3.bin yıllarına dayandırmak olası gözükmektedir. 

1890'larda İzmir-Aydın-Manisa bölgesinde başlatılan demiryolu inşaatları için bölgeye gelen biri mühendis iki Fransız: Paul Gaudin[5] ve Victor Chapot[6], 1900-1901 yılları arasında Yortan'da bir dizi mezar bulunca burada gizli kazıya başlamışlar ve Tunç çağı dönemine ait çok sayıda buluntudan, bugün  küçük bir kısmı İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenenler dışındakileri yurt dışına kaçırmışlardı. Bu kazının ilk günlerine ilişkin bilgileri, Maxime Collignon'un 1901 yılında yayınladığı bir makalesinden[7] öğreniyoruz.

Ayvalık'ın kentsel gelişimini anlayabilmek için başladığım ve "Digital Atlas of the Roman Empire"[8] ile Ankara Britanya Enstitüsü tarafından hazırlanıp basılan "Roman Roads and Milestones"dan[9] yararlanarak geliştirdiğim aşağıdaki haritadan da izlenebileceği üzere, MÖ.330'larda Kırkağaç çevresindeki yerleşmelerin azımsanmayacak sayıda olduğuna ve bugün kullanılan yol ağı üzerine çakıştırdığım Roma ulaşım ağı ile birlikte ele alındığında, Kırkağaç'ın milattan önce dördüncü yüzyılda -en azından- bir Roma kasabası olduğuna dair bir iddia ileri sürülebilir. 

Bu yerleşmelerden kuzeyde kalan Siledik (Stratonicaea - Στρατονίκεια) ve güneyde kalan Akhisar (Thyateira - Θυάτειρα) birer Roma dönemi şehri idiler.


Haritayı inceleyecek okur için bilgisi vermeliyim: turuncu renkli ikonlar Roma dönemi kasabalarını, yeşil renkli ikonlar ise Roma şehirlerini belirtmektedir. Bu haritada iki tane gözüken siyah renkli ikon, dönemine ait adlarını hala bulamadığım Roma dönemi kasabalardır. Yol ağını gösteren yeşil çizgi Bergama (Pergamon/Pergamum - τὸ Πέργαμον/ἡ Πέργαμος)'dan gelen batı yolunu, mavi çizgi Erdek (Cyzicus/Kyzikos - Κύζικος)'ten başlayan (ki orası da bir Roma dönemi şehriydi) ve döneminde bir kasaba olan Balıkesir (Hadrianoutherai - ??)'in yanından geçerek Akhisar'a bağlanan kuzey yoludur. Kırmızı çizgi ise bugün mevcut yol ağında bulunmayan ancak Roma döneminde kullanılan eski yoldur.

Bölge; Roma dönemi ardından Persler'in işgali, Suriyeli Seleukos Hanedanlığı'nın kolonileştirme çalışmaları, Saruhanoğulları ve/veya Karesioğulları dönemi[10] yaşanmış olsa da, Kırkağaç'ın kentsel kuruluşuna dair bugün için elimizdeki en eski bilgi XIV.yy'ın ikinci yarısına aittir.

Osmanlı döneminde, XVI.yy'a kadar bir "karye" olan Kırkağaç, yüzyılın ikinci yarısından itibaren nüfusu artarak:  
"...üç mahallesi ve köyleri ile “köy” oluşumunun üzerine çıkmış bir yerleşim bölgesi haline gelmiştir. Köy içerisinde bulunan dükkânları, camileri, okulları, hamamı, kurulan pazarı ile dikkatleri üzerine çeken Kırkağaç; bölgenin önemli yerleşim birimlerinden biri olmuştur. ...XVI.yy.’a ait kayıtlarda Kırkağaç'ın Hüdavendigar sancağında Tarhala kazasına bağlı bir “kasaba” olduğu belirtilmektedir. XIX.yy’ın ilk yarısına ait belgelere bakıldığında ise Kırkağaç'ın “kaza” statüsüne yükseldiği tespit edilmektedir. XIX.yy. önemli kaynaklarından olan ilk Aydın salnamelerinde Kırkağaç, Saruhan sancağına bağlı bir kaza merkezi olarak karşımıza çıkmaktadır. ...".[11]
Şimdi, bir paragraf ile geçilen bu dönemi, başka kaynaklardan yaptığım paralel okumalar ile biraz genişletmeye ve XVI.yy'da Kırkağaç'ın kuruluş dinamiklerini ve "kaza" oluşunu biraz daha ayrıntılandırmaya çalışayım.

Bu kaynaklardan ilki Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'nün yayını olan, "Defter-i Evkâf-ı Livâ-i Saruhan"dır.[12] Eser, genel olarak vakıflar ve yazılma amacı olan 1577 yıllı tahririnden yola çıkarak XVI.yy'ın Saruhan Liva'sını değerlendirmekte ve tahririn açıklaması ile tıpkı basımını yaparak sonlanmaktadır. Kitabın yazılmasına neden olan kaynaklara göre, içinde Kırkağaç adının geçmediği Saruhan Liva'sının XV.yy'daki coğrafi büyüklüğü şöyleydi:
"Bu bölge, Manisa şehri, sancak merkezi olmak üzere, idari ve adli olarak, Demirci, Menemen (Tarhaniyat), Gördes, Gördük, Adala, Güzelhisar, Akhisar, Marmara, Kayacık ve Kemalpaşa (Nif) bölgelerini kapsar." (s.17)
Eserde, "Gördük Kazası" başlığı altında verilen bilgilerde ise Kırkağaç adıyla karşılaşmaktayız:
"Gördük, hem Saruhan sancağının kadılıklarından birisiydi hem de bir kasabaydı. 1530 tahririnde 34 hane nüfusu olan bir mahallelik (İdemur mahallesi) bir kasaba (nefs-i Gördük) olarak belirtiliyor. Gördük, bugün mevcut değildir.
Manisa tarihçisi Çağatay Uluçay, Kırkağaç’ın kaza olmasıyla Gördük’ün söndüğünü yazar[*]. On altıncı yüzyılda şehir hüviyetini göstermez. Gördük nehri (Lykos), çeltik tarımı için gerekli suyu sağlıyor. Kırk sekiz adet köy bu kadılıkta yer alıyor. Yerleşik köylülerin yanı sıra, gezgin Yörük bölgesi olduğu anlaşılıyor. Yaycılar yörükleri, devlete her yıl on iki kabza yay verdikleri için vergilerden muaf tutulmuşlardır. Bölgenin en önemli ve zengin vakfı Zağanos Paşa vakfıdır. Meder-i Kebir (şimdi: Medar), Süleymanlı, Meğerdos, Danişmendli, Karacaviran, Numanlı, Tanbur, Dumanlu ve Küçük Meder köyleri, Zaganos Paşanın Balıkesir’de bulunan imaret ve camii için vakfedilmiştir. Ayrıca, bu bölgeye çıkan Çavdırlı ve Oğulbegli Yörükleri de Zağanos vakfına dahildir. Müslüman köyü olan Meder-i Kebir köyünde Zağanos Paşanın azatlı kölelerine rastlanır. Oğulbegli cemaatinden birileri, bu köyde yerleşmeye başlamışlardır. Kimileri de buradan ayrılarak Kayacık’a bağlı Bozhisar köyüne gitmişlerdir. Meğerdos köyünde de Oğlubegli ve Çavdır Yörükleri yerleşmektedirler. Aslında, bu bölge, Zağanos Paşa Evkafı ile ilgileri olmayan çok sayıdaki Yörük cemaatini kendisine çekmiştir. Kara Haliller, Alayundlular, Dede Balılar, Musalar, Kulfallar, Gedik Aliler, Kara Kocalar, Sarı Gelin, Gökçe Ahmedler, Cemaller yörükleri bu bölgeye gelmişlerdir.
Bölgede Saruhanoğullarına ait vakıflar görülüyor. Saruhanoğlu Yusuf, bu bölgede bulunan Hamza Viranı isimli çiftliği, Şeyh Uğurlu oğlu Şeyh İlyas’a vakfetmiştir. Saruhanoğlu Hızır Paşa, Haleflü köyünü, Halfe Sultan Şeyh’e vakfetmiştir.  
Akhisar’da vakıfları olan II. Murad döneminin devlet adamlarından Saru Ahmed Paşanın kızı Safiye hatun kendine ait değirmenini Süleyman Dede mezarındaki dervişler için vakfetmiştir. Aynı dervişlere, Hatip Sinan’ın da ayrıca bir değirmen vakfettiği görülüyor.
Şeyhler köyünde İne Hoca zaviyesi, İlyas köyünde Dursun Derviş zaviyesi vardır. Zaviyeler ve tekkeler açısından bölgenin en önemli zatı, Karapınar köyünde bir zaviyesi bulunan İmam Kulu Dede’dir. Hacı Bektaş’ın halifelerinden olan İmam Kulu Dede, kendisine ait olan bağ, bahçe, çiftlik vs.yi Hacı Bektaş için vakfetmiştir. Yemek pişirilmesini şart koşmuştur. Sarı Dede ve Balı Dede ibn Şuca’nın da bu Bektaşî tekkesine ayrıca vakıflar eklemişlerdir. " (s.28-29)
[*] M. Çağatay Uluçay, Saruhan Oğulları ve Eserlerine Dair Vesikalar (773.H.-1220 H.), II, İstanbul 1946.  
Vehbi Günay'da 1530 tarihinde Hüdavendigâr livâsına bağlı olan Tarhala kazâsı (Darkale) üzerine yazdığı makalesinde [13], Kırkağaç'ın durumunu şöyle belirlemiştir: "... (muhasebe-icmâl defterindeki) kayıtlardan hareketle, kazâya bağlı Kırkağaç köyünün 98 hâne ve 77 mücerred nüfusu ile yaklaşık 567 kişilik nüfus barındırdığı ve 8.700 akçe hâsılı bulunduğu ... (BOA., TD.166:183)" (sf.113).

Bu kaynaklardan anladığımız şudur: öncelikle 1530 yılı dolaylarında Kırkağaç bir "nefs" bile değil bir "karye"dir ve göçer Türkmen cemaatlerinin buraya dair "iskan olma motivasyonlarının" ancak; 1530'dan sonra alevi-bektaşi önderlerinin bölgeye gelmesi ve yerleşmesi ile oluştuğudur. Kırkağaç özelinde olmasa da, burada ileri sürdüğüm düşüncemin gerçek müellifi Ömer Lütfi Barkan'dır. Barkan, kısaca "İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri"[14] olarak bilinen -bence- efsane makalesinde, alevi-bektaşi dervişlerince kurulan zaviyelerin, göçer Türkmen cemaatlerinin iskana yönelmesindeki rolünü ve Osmanlı rejimin de bu "vakayı" önemle değerlendirdiğini, mükemmel biçimde anlatmıştır.

1573 yılına gelindiğinde, Kırkağaç'ın yapısal durumunun değişimi gözlenir. Köyün nüfusu artmış, 3 mahallesi ve gelirleri vakfedilmiş bir "nefsi" bulunan bir konuma dönüşmüştür. Bu durumu Vehbi Günay, yine aynı makalesinde şöyle belirtir: "... Daha önceki tahrîrlerde köy olarak kaydedilen Kırkağaç ise, gelirleri Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi Hafsa Sultan'ın Manisa'daki Sultâniye Câmii ve Külyesi'ne vakfedilmiş "nefsi" ve kendisine bağlı "Aziz Sarı Hoca", "Yusuf" ve "Hacı Veli" adlarını taşıyan üç mahallesinde bulunan toplam 187 hâne ve 187 mücerred olmak üzere 374 neferlik vergi nüfusu ile karşımıza çıkmaktadır. (TKGM., KKA., TD.570:212b-213b.) (sf.113).

Ayrıca eklediği dipnotta ilginç bir belirlemede daha bulunur: "1573 tahrîrinde Kırkağaç köyünün mahallelerinden olan Aziz Sarı Hoca Mahallesi'nde Abdullah v. Abdüllâtif'in kadı olarak kaydedilmiş olması da dikkate değerdir. bkz.TKGM., KKA., TD.570:213a)" (sf.113).

Umut Seven tarafından 2009 yılında hazırlanan, 1910–1912 yıllarını içeren ve Kırkağaç ile ilgili "426 numaralı Manisa şer'iyye sicil defterinin" transkripsiyonu konulu yüksek lisans tezinde, Kırkağaç'ın değişik tarihlerdeki kentsel dokusuna ilişkin bilgileri bizlere sunmaktadır.[15]

Örneğin: "Kırkağaç merkezinde 1894/95 ve 1895/96 salnamelerine göre; İlyaslar, Öveçli, Bakır ve Kayadibi köyleri bulunmaktadır. 1908 salnamelerine göre ise köyler; İlyaslar, Evciler, Kayadibi, Bakır-ı Cedid, Bakır-ı Atik, Rumköyü, Erkeçli, Deli İmamlar, Küçük Yaba ve Yağmurlu olarak belirtilmiştir." (Seven:4). 

Yine aynı tezde, 1890/91 salnamesine göre Kırkağaç artık "kaza" statüsündedir ve 48 adet camii, 3 Rum ve 1 Ermeni kilisesi, 26 medrese, 11 İslam mektebi ile Rum ve Ermenilere ait sayıları belirtilmemiş kız ve erkek okulları bulunmaktadır. Ayrıca kazada, yine sayıları ve yerleri belirtilmemiş olan; mağaza, lokanta, otel, hamam, fırın, han, gazino, kahvehane, hükumet konağı, telgrafhane, kütüphane, hapishane ve gureba hastanesi bulunmaktadır. Tren istasyonu sayısı ise ikidir (Seven:4).

Ayrıca yine aynı salnameye göre, geçen yüzyılın başında: ikisi Gelenbe nahiyesinde olmak üzere toplam 13 değirmen, merkezde 3, Gelenbe'de 2 olmak üzere 5 çırçır fabrikası bulunmaktadır. Bu fabrikaların sahipleri ve çalışanların sayılarına dair bilgilerde aynı salnamede geçmektedir. Örneğin un değirmenlerinden bir tanesi Felemenkli Karakin’e aittir ve bu fabrikada kış aylarında yüz kişi istihdam edilmektedir. Un değirmenlerinden bir diğeri Somalı Apostolaki oğlu Anestiyasi ile Yapıcı Vangel’in ortaklığı ile kurulmuştur ve su gücü ile çalışmaktadır. Hem un değirmeni hem de çırçır fabrikası olarak Ohannes adındaki bir kişi tarafından kurulan fabrikada ise 10 beygir gücünde iş makineleri bulunmaktadır. Yine aynı tarihlerde Gelenbe'de, Usuloğlu'na ait, iki çıkrıklı un ve çırçır fabrikası işletilmektedir. Ayrıca; merkezde 4, nahiye ve köylerinde de 3  olmak üzere toplam 7 adet yağhane, Gelenbe’de ise 2 adet kiremithane çalışmaktadır (Seven:6).

Seven'in aktarımına göre kaza'da üretim yapan diğer iş kolları ise şöyledir: çoğunluğu müslümanlardan oluşan semercilik, mutaflık (keçi kılından dokuma yapan zanaatkar), mücellitlik (bu iş kolu önemli zira, ciltçilik kitap yazımı ve okunmasının yoğun olduğunu göstermektedir) ve demircilik ile Rum ve Ermeniler tarafından sürdürülen marangozluk, nalbantlık, kunduracılık, terzilik ve mimarlık hizmetleri (Seven:6).

Salnamede belirtildiği üzere XIX.yy'ın sonunda, "şimendifer" kaza için son derece önemli bir ulaşım aracı haline de gelmiştir.


Kırkağaç'taki XIX.yy'daki "kamu binaları"na ait bilgileri ise Mustafa Özdemir'den öğrenmekteyiz [16]. Buna göre kazada bir "bidayet mahkemesi[17], bir "maarif komisyonu",  bir "mekteb-i rüşdiye" ve bir de "mekteb-i idadi" bulunuyordu. Ayrıca hükumet konağı içinde bir de hapishanesi mevcuttu.[18][19][20]

Bu tarihsel özette çok sayıda tarihsel boşluklar bıraktığımı biliyorum. Zira aksi durumda, Ümit Evran ve M. Selçuk Satı tarafından yayınlanan "Geçmişten Günümüze Kıkağaç" kitabındaki [21] mükemmel bilgileri tekrar edecektim. Okurun, şu an satışı yapılmayan bu kitabı sahaflardan temin etmesi ve sindirerek okumasını öneriyorum, tabi ki Kırağaç sokaklarını adımlarken...

DİPNOTLAR
-----------------
[1] Şimdi kabalık yapmamalıyım... En azından "basılı bir doküman" hazırlanmış ve her ne kadar kitapçığın dördüncü sayfasında kendilerine yapılan "maddi ve manevi destekler" için teşekkür eden bir yayıncı firma bulunsa da, belli ki bu dokümanın maliyetinin belediye bütçesine yansıtılmaması için reklam alınmış. Ama o zaman şu yapılamaz mıydı: bu rehber iki cilt hazırlanabilirdi ve bunlardan ilki Kırkağaç'ı derli-toplu anlatabilirdi, ikinci cilt ise -mesela- "Kırkağaç Ticaret Rehberi" halinde tasarlanabilirdi ve ilçe sınırları içindeki "istisnasız" tüm ticari kuruluşlar burada yer alabilirdi. Böylece potansiyel müşterilere bu ilçenin işletmeleri daha iyi tanıtılabilirdi. Ama kimse kusura bakmasın, bir şehir yöneticisinin ticarethanesine ait reklamın, "kurumsal bir yayın olduğu" yazılmış bir dokümanın kapağında olması hiç "şık" olmamış...

[2] Nagata, Yuzo, Tarihte Âyânlar, Karaosmanoğulları Üzerine Bir İnceleme, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1997. [HBKN: 00082 | HBAN: 00031]

[3] Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, Manisa İl Çevre Durum Raporu, s.192-200, Manisa, 2011. [HBKN: xxxxx | HBAN: xxxxx]

[4] Tozan, Murat, “Kırkağaç Çevresinde Bulunan Helenistik Dönem Yerleşmeleri”, Kırkağaç Sosyo-Ekonomik Tarih Sempozyumu Bildirileri, Kırkağaç Belediyesi Yayını, s.1-11, Manisa, 2007. 

[5] Paul Gaudin'in Anadolu'da bulunduğu dönemi ve tarihi eserleri nasıl yurt dışına kaçırdığına dair iyi bir makaleyi okumak için: Anderson, William, "An Archaeology of Late Antique Pilgrim Flasks", British Institute, Ankara, Anatolian Studies, 54 s.79-93, 2004.

[6] Victor Chapot, Fransız Arkeolog. 20 Kasım 1874'te Isère, Grenoble'de doğdu. Hukuk ve edebiyat doktorası yaptı, 1899'da l'École française d'Athènes üyesi oldu, 1922-1934 arasında l'École nationale supérieure des Beaux-Arts'da profesörlük, 1936-1940 arasında Paris la Bibliothèque Sainte-Geneviève'de ise yöneticilik yaptı. 1949'da libre de l'Institut, Académie des Inscriptions et Belles-Lettres üyesi oldu. 1900 yılında Yortan'daki ilk kazıyı gerçekleştirdi. 1904'te "Destinies l'Hellénisme au delà l'Euphrate" ve "la Province Romaine Proconsulaire d’asie", 1920'de René CAGNAT ile birlikte "Manuel d'Archeologie Romaine" ve 1927'de "Le Monde Romaine" adlı eserlerini yayınladı. 22 Mayıs 1954'te Paris'de öldü.

[7] Collignon, Maxime. "Note sur les fouilles de M. Paul Gaudin dans la nécropole de Yortan, en Mysie", Comptes rendus des séances de l'Académie des Inscriptions et Belles-Lettres, c.45, s.6, ss. 810-817, Paris, 1901. [HBKN: xxxxx | HBAN: xxxxx]

[8] İsveç Lund Üniversitesi Antik Tarih ve Arkeoloji Bölümü "Digital Atlas of the Roman Empire", http://imperium.ahlfeldt.se/ , son erişim: 20.08.2016.

[9] French, David H.. Roman Roads and Milestones, British Institute at Ankara, 7 cilt, 2012-2013. [HBKN: xxxxx | HBAN: xxxxx]

[10] 1296 yılında büyük Moğol saldırısı ile dağılan Anadolu Selçukluları (Selâcıka-ı Rûm / Selcûkıyân-ı Rûm) içinde zaten varlıklarını koruyan birçok Türkmen boyu/aşireti, Anadolu'daki merkezileşmeyi dağıtan Moğolların da desteği ile bağımsızlıklarını elde ettiler. Bunlardan iki tanesi de bölgede bulunan Karesioğulları ve Saruhanoğuları idi. Bu iki komşu beyliğin egemenlik alanı ve sınırları ise şöyleydi: Karesioğulları bölgesinin kuzey sınırını Marmara denizi, batı sınırını Edremit - Balıkesir (Kemer) - Altınova (Ayazmend)i doğu sınrını ise Bigadiç - Sındırgı oluşturuyordu. Bergama - Kınık - Soma - Sındırgı hattı ise güneyini tanımlıyordu. Saruhanoğulları bölgesi ise: Manisa merkezliydi ve kuzey komşusu da Karesioğulları idi.

[11] Günay, Vehbi, “Kırkağaç Kasabasının Doğuşu”, Kırkağaç Sosyo-Ekonomik Tarih Sempozyumu Bildirileri, Kırkağaç Belediyesi Yayını, s.29, Manisa, 2007. [HBKN: xxxxx | HBAN: xxxxx]

[12] Erdoğru, M. Akif; Bıyık, Ömer, Defter-i Evkâf-ı Livâ-i Saruhan (Metin ve İnceleme), Şehircilik ve Çevre Bakanlığı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Ankara, 2014.

[13] Günay, Vehbi, "XVI. yüzyılda Tarhala Örneğinde Batı Anadolu'da İskân Değişimi", Tarih İncelemeleri Dergisi, 1(20), s.107-122, 2006.

[14] Barkan, Ömer Lütfi, "Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler I İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler", Vakıflar Dergisi, 2: 1942, ss.279-386, Ankara. [HBKN: xxxxx | HBAN: xxxxx]

[15] Seven, Umut, 426 Numaralı (1328–1330 / 1910–1912) Yıllarına Ait Manisa Şer’iyye Sicili (Transkripsiyon ve Değerlendirme), danışman: Ertan Gökmen, Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Manisa, 2009. [HBKN: xxxxx | HBAN: xxxxx]

[16] Özdemir, Mustafa, "1306 (1888) Aydın Vilayeti Salnamesi’nin Tahlili", ss.212-287. [HBKN: xxxxx | HBAN: xxxxx]

[17] Gümümüzdeki asliye mahkemelerine karşılık gelmekteydi ve cinayet davaları dışında kalan davalara bakardı.

[18] Tekin, Saadet,"XX.Yüzyılın Başlarında Aydın Vilayeti ve Mülhakatındaki Hapishanelerin Genel Durumu", Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Manisa, 2(4):2006, ss.66-77. [HBKN: xxxxx | HBAN: xxxxx]
"...Kırkağaç hapishanesi hükümet konağı dâhilindedir. Hapishane müştemilatından biri tevkifhane, diğeri hapishane olmak üzere 20'şer kişiliktir. Ayrıca 7 kişilik misafirhane, bir gardiyan odası mevcuttur. 1315 yılında yeniden inşa edildiğinden sıhhi olup tamire ihtiyacı yoktur. Yalnız hapishaneler nizamnamenin 90. maddesi uyarınca 18 yaşından küçük mahkûmların ayrı tutulması için bir ilave odaya ihtiyaç vardır.  ..." (s.71)
[19] Tekin, Saadet, "Osmanlı’da Kadın ve Kadın Hapishaneleri", Ankara Üniversitesi Tarih Araştırmaları Dergisi, 47(29):2010, ss.83-102. [HBKN: xxxxx | HBAN: xxxxx]

[20] Saadet Tekin, "Polliç Bey’in 1918 Tarihli Raporuna Göre Berlin ve Aydın Vilayeti Hapishanelerine Genel Bir Bakış", Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, İstanbul, 24:2008, ss.205-221. [HBKN: xxxxx | HBAN: xxxxx]

"... Doktor Polliç (Pollitz) Bey, Osmanlı Hapishaneler ve Tevkifhaneler Müfettiş-i Umûmîsi olarak Osmanlı Devleti’nin hizmetinde çalışmaya başlamıştır (BOA. DH. MB. HPS. Dosya No: 92, Vesika No: 18.). (s.208) ... Bandırma, Balıkesir, Soma, Bergama, Akhisar, Kırkağaç, Manisa, Menemen, İzmir ve Aydın olmak üzere 10 adet kadın ve erkek hapishaneleri ziyaret edilip denetlenmiştir. “Ziyaret edilen bu hapishanelerin bazılarında acil tedbirlere ve ıslahata gerek olduğu anlaşılmıştır.[*]” (s.212)
[*] Burada yazar 12 nolu dipnotunda, o hapishanelerin ziyaret tarihlerini şöyle vermiştir: "12. Hapishaneler ve Tevkifhaneler Müfettişi Umumisi Dr. Poliç Bey, Bandırma (7 Mayıs), Balıkesir ( 9 Mayıs), Soma (11 Mayıs), Akhisar (16 Mayıs), Manisa (18 Mayıs), Menemen (20 Mayıs), Aydın (26 Mayıs) ve İzmir’de (13 Mayıs) belirtilen tarihlerde incelemeler yapmıştır.(s.212)
Ancak Yazar burada Kırkağaç ve Bergama ziyaretlerinin tarihlerini vermemiş. Yolculuğuna Balıkesir'den başladığını ve İzmir'de bitirdiğini bildiğimize göre Pollitz, Kırkağaç'a 14 Mayıs 1908 tarihinde gelmiş olmalıdır.
[21] Evran, Ümit; Satı, M.Selçuk, Geçmişten Günümüze Kırkağaç. Adalet Matbaası,İzmir, 2. baskı, 473 s., 20 cm., 2013.




1 yorum: