29 Eylül 2022 Perşembe

AMBROISE FIRMIN-DIDOT'nun AYVALIK'ta GEÇİRDİĞİ İKİ AY (1817)

Robert Henry Sommer tarafından 1922'de
çizilen Ambroise Firmin-Didot'nun portresi
(Hubbard,1921:40) 
GİRİŞ
Bir süredir, bir kısmının Türkçe çevirisi ilk kez benim tarafımdan yapılan, XVII-XX. yüzyıllar arasındaki değişik tarihlerde Ayvalık'a gelmiş kişilerin, "şehir gözlemlerini" okurla buluşturmaya çalışmaktayım. İtiraf etmeliyim ki; bu çabamın ana gayesi: "altına girdiğim bu muazzam yükü" benimle paylaşacak araştırmacılar ile temas sağlayabilmekti. Umudumu yitirmesem de bu, bugüne kadar mümkün olmadı. 

Bugün ele alacağım kişi; büyük olasılıkla 6 Nisan 1817 tarihini de içeren yaklaşık iki ay boyunca Ayvalık'ta yaşamış, Akademi binasında konaklamış ve şehre dair farklı konularda yaptığı gözlemlerini, Paris'e döndükten sonra 1821 yılında, "Notes d'un voyage" adıyla yayımlamış olan Ambroise Firmin-Didot olacaktır.

Daha önceki bloglarımdan farklı olarak bu blogda, eserin tümünü vermek yerine başlıklar haline getirdiğim bölümlerin tercümelerini sunmaya çalışacağım. Umarım bu yöntemle okuru daha az yormuş olurum. Önce, tanımayanlar için Firmin-Didot ve eseri "Notes d'un voyage" hakkında özet bilgi vererek yazımıza başlayalım.

AMBROISE FIRMIN-DIDOT VE 
NOTES D'UN VOYAGE ADLI ESERİ HAKKINDA KISA BİLGİLER
Ambroise Firmin-Didot, 18. yüzyıldan itibaren, Paris'te faaliyet göstermiş seçkin bir matbaacı, yayıncı, kitapçı ailesinin çocuğu olarak 1790'da Paris'te doğdu.

1808 yılında Adamántios Koraïs (Αδαμάντιος Κοραής) ile tanıştı ve ondan antik ve çağdaş Yunanca dersleri aldı. Daha sonra Ayvalık Akademisi'nde iki ay öğrenim gördü ve İstanbul'daki Fransız Büyükelçiliği'nde ateşe olarak diplomatik kariyerine başladı. İnceleyeceğimiz eserde vurguladığı gibi bu görevi, onun seyahatlerini çok kolaylaştırdı: 
"... Bay Dük Richelieu bana Konstantinopolis Büyükelçiliği'nde çalışma onurunu bahşetmişti, bu da ... seyahat ederken ferman ve gerekli desteği almamı kolaylaştırdı..." (Didot,1821:9). 

24 Mart 1816 tarihinden başlayarak, yaklaşık bir yıl boyunca Yunanistan, Ege adaları, Batı Anadolu, Mısır, Filistin, Lübnan ve Kıbrıs'ı içeren uzun bir seyahat gerçekleştirdi. Bu seyahati sırasında tuttuğu notları, "Notes d'un voyage fait dans le Levant en 1816 et 1817" adıyla 1821 yılında Paris'te yayımladı. Kitap, ticari bir girişim olarak tasarlanmadığı için az sayıda kopyalandı ve sadece bir baskı yaptı. Kitabın son sayfasında "FIN DE LA PREMIÈRE PARTI DES NOTES (notların ilk bölümünün sonu)" yazılmasına karşın, ikinci cilt yayımlanmadı. 

Firmin-Didot, Yunan dili ve kültüründen çok etkilendi. Ölümüne kadar bir filhelenist (φίλοςΈλλην:: Yunanperver) olarak yaşadı. Yunanistan devletinin kuruluşu mücadelesini destekledi ve 1824'te Comité philhellène (Yunanperver Komitesi)'nin Paris'deki kurucu üyelerinden biri oldu. 1827'de kardeşi Hyacinthe Firmin-Didot ile birlikte yayınevini yönetimini devraldı. 22 Şubat 1876'da Paris'de öldü. 

FIRMAN-DIDOT AYVALIK'ta
Didot 1816-1817 yılları arasındaki birkaç ayı Ayvalık'ta geçirdi. Burada Ayvalık Akademisi'nde derslere devam etti ve anlaşıldığı kadarıyla iki ayı aşan bu süre zarfında, Akademi binasında konakladı. Akademide, "aydınlanmacı ve ihtilalci fikirleri" sonuna kadar destekledi, "gündelik Yunanca'nın terk edilip antik Yunancaya dönüş" hareketinin ateşli savunucularından biri oldu. Hatta kitabında yazdığına göre bu yönelişin öncüsü oldu: 
"... Ricam üzerine, bu küçük eğitimli genç Yunanlılar kolonisi, kolej sınırları içindeki konuşmalarında, Dêmosthénês ve Platon'un dilini yaşatmak için gündelik Yunancayı terk etme sözü verdiler. ..." (Didot,1821:385). 

Bu konuda öğrenciler tarafından yayımlanan bildiriye, "Anaharsis" (Αναχαρσις) mahlasıyla imza koydu (Didot,1821:386; Cihangir,2020:432).

Firman-Didot ve Ayvalık Akademisi'ndeki arkadaşlarının okul sınırları içinde
"antik Yunanca" konuşacaklarını beyan ederek yeni "antik" adlarını da
belirterek imzaladıkları bildiri. (Didot,1821:385)

Akademinin mimari yapısını, eğitim sistemini ve öğrencilerinin gündelik hayatını kendi gözlemleri ile çok detaylı şekilde yazdı. Ayrıca, Akademi öğretmenlerinden Theophilos Kairis ile geçirdiği zamanlara dair tuttuğu notlar sayesinde, Ayvalık'ın 19. yüzyıldaki gündelik yaşamına dair çok değerli detay bilgiler öğrenmemizi sağladı. Bu eseriyle Didot; Akademi merkezli bilgilerden kaynaklı olsa gerek, Karaosmanoğlu "hanedanlığı" ile "voyvoda" Ioannes Demetrakellis-Oikonomos (Ιωάννης Δημητρακέλλης-Οικονόμος) hakkında, çok detaylı bilgiler edinmemizi sağlamıştır.

Didot'nun bu eserindeki Ayvalık ile ilgili satırlarından; bugüne kadar "gün ışığına çıkmamış" birçok bilgi öğrenmekteyiz. Bu bilgiler içinde en heyecan verici olanlarından biri, Ayvalık'lı kadınların 19.yüzyıldaki gündelik yaşamlarına dair satırlarda geçmektedir. Diğer heyecan verici bilgi ise, "Paskalya bayramında Ayvalık meydanında düzenlenen ve 3 gün süren yağlı güreş müsabakaları" hakkında yazdıklarıdır. Ayrıca, 1817 yılının Ayvalık'ında, pişirilen yemeklerde "patates kullanılmaması/patatesin bilinmemesi" de oldukça ilginç bir detay olarak notlarda yer almıştır.

ESERDE ELE ALINAN KONULAR

1. KİDONYA'nın KURULUŞU 
Firman-Didot, kesin tarihini belirtmediği bir günde: "Midilli'den, eskiden Hecatonissa [denilen], şimdi Mosconissi ... olarak adlandırılan adaların arkasında yer alan Asya kıtasında[ki] Kidonya'ya doğru yola" çıkar. Ve şehre yaklaşınca, burada kurulan antik şehri şöyle anlatır: "... Plinius'un sözünü ettiği Kidonya antik kenti, bu adalardan birinin üzerine kurulmuş idi; ama daha sonra sakinleri korsan saldırılarından korunmak amacıyla, yakınlarındaki ana kıtaya yerleşti. Antik kentin; şimdiki Kidonya kentine bakan adada, kendilerini Türk ve korsan saldırılarından daha iyi koruyabilmek için, Yunanlılar tarafından daraltılan, sadece küçük teknelerin güçlükle geçebilecekleri kadar olan geçidin yakınında yer aldığı tahmin edilmektedir. Kıyı boyunca; büyük taşlardan yapılmış temeller görülen ve çevrede, çok miktarda  ince ve hafif kilden mükemmel bir işçilikle yapılmış çini ve çanak çömlek kırıntılarıyla karşılaşılır. ..." (Didot,1821:374).

Ardından, adada bir "mezar taşı yığını" ile karşılaşır bunları okumaya çalışır:"... AΡTEMIΣIA AΡTEMΙΔOPΟΙ ΧΑΙΡΕ,..." (SELAM ARTEMISIA ARTEMIDOPO) (Didot,1821:375). Didot, şehrin adının anlamı üzerine ise şunları söyler: 
"Türkler, Yunanca Kidonya adını kendi dillerinde Yunanca'daki Kidonia ile aynı anlama gelen Aivali olarak çevirdiler. Bu iki kelime ayva ağacının meyvesi olan ayvayı belirtmek için kullanılır." (Didot,1821:376).

Ardından köyün kuruluşu ve gelişimi üzerine genel Helen tarih yazımında kullanılan, rahip Demetraklis-Oikonomos ve özerklik konusuna değindikten sonra şehrin ilk sakinleri hakkında bilgiler vermeye başlar. 

Didot'ya göre şehrin ilk sakinleri: 
"... O andan itibaren nüfus sanki büyülü [bir biçimde] arttı, kendilerini Yunanistan'da mutsuz ve ezilmiş [halde] bulanların hepsi peş peşe buraya sığınmak için geldiler. Türk hükümeti şimdiye kadar zenginliği göz ardı etmiş gibi göründüğü için Kidonya'da daha seyrek bulunuyor ve şehrin nüfusu büyük ölçüde Lakedaimonlular'dan [hkk.- (Λακεδαιμόνιοι) Mora Yarımadası'nın güneydoğusunda bulunan Lakonya bölgesinin Dor kökenli halkı, Spartalılar (Σπάρτα)] ve Mora sakinlerinden oluşuyor." (Didot,1821:376).

2. ANADOLU İÇLERİNE DEVAM EDEN GÖÇLER KONUSU:
Didot'ya göre Ayvalık'ın "şu anda en az 15.000 nüfusu olabilir" şehir yeterince dolmuştur ancak, kıta Avrupası'ndan verimli Anadolu havzasına, örneğin Bergama'ya doğru halen göç devam etmektedir:
"Bu mutlu Rum şehrinde kaldığım günlerin birinde, bir akşam, Theophilus'un evinin penceresinden, asil yüzlü ve seçkin bir genç adam tarafından yönetilen yeni bir Makedon kolonisinin karaya çıktığını gördüm. Karaya atladı, elinde tüfek ve arkasında tabanca [vardı], onu tutuklamak isteseler hayatını pahalıya satmaya kararlıydı. Theophile ile birlikte, yeni topraklara adım atan bu talihsiz göçmenleri görmeye gittik; kısa süre önce terk ettikleri evlerini düşünerek ağlıyorlardı ve sonra bu genç liderin ağlayan kadınları ve çocukları teselli ettiğini ve onlara şöyle dediğini duyduk: Τι κλαίετε; εδώ θα αποθανομεν εδώ η πατρις (Neden ağlıyorsunuz? Ölmemiz gereken yer [artık] burası; burası bizim vatanımız); ve onlara bir sığınak olacağını umdukları Bergama dağlarını gösterdi. Bu dokunaklı sahne bana Horace'ın Teucer'in yol arkadaşlarını bu şekilde teselli ettiği dizelerini hatırlattı:

Böylece üzgün arkadaşlarla ilgilenir:
Ataların daha şansı bizi nereye götürürse
Biz gideceğiz ey yoldaşlar;
Rehberliğin ve koruman altında ümitsizliğe kapılacak bir şey yok.
Oh, cesur olanlar daha kötü acı çekti
Erkekler genellikle benimle idi ama şimdi şarabı önemsiyorsun.

Gemiden erzaklarının kalan kırıntılarını çıkardıklarını gördük; kıyıya oturdular, ve tulumlar içindeki şarabı içerken talihsizliklerinin bir kısmını unuttular. Kidonya şehri genelinde bu koloninin gelişi hakkında konuşulmaya başlandı ve özellikle genç liderin hikayesinden ilham alınarak geliştirilen [söylence] genel olarak [oluşan] ilgiyi iki katına çıkardı."(Didot,1821:377-378).

Didot bu girişten sonra, yeni gelen bu kafilenin "asil yüzlü ve seçkin ... genç" lideri hakkında şehirde dolaşmaya başlayan söylenceyi anlatmaya koyulur:
"... Makedonyalı bir Paşa'nın gözdesi haline gelen bu genç Rum, aşırı vergilerden dolayı, tüm Türkiye gibi umutsuzluğa düşen [ve] nüfusunun fakirliği her geçen gün artan bir köyde doğmuştu. Sonunda, bir yıllık kıtlıktan sonra, bu köyün sakinleri haraçlarını kesinlikle ödeyemez hale geldiler. Paşa; şiddetli ve tekrarlanan emirlerine rağmen [vergileri ödenmesini] sağlayamadığı için, onları döverek ve hatta idam ederek ödeme yapmaya zorlamak için tam yetkiye sahip bu genci gönderdi; böylece, kaçamamaları için orada yaşayanları başka diyarlara sürgün edecekti. Doğduğu fakir köye [geri] dönen bu genç gözde, yurttaşlarının düştüğü sefil duruma çok üzüldü ve cömert kalbi, çocukluğunun talihsiz arkadaşlarına karşı işkence yapmayı reddetti. Ancak, emirlerini yerine getirmeden efendisine geri dönmeyi de göze alamazdı. Bu şaşkınlık içinde, yalnızca onun şefkatini dinleyerek ve paşanın iyiliğini ve yanan bir servetin tüm umutlarını feda ederek, arkadaşlarını topladı ve onlara dedi ki: «Bu barbar memlekette neden daha fazla kalalım? Kaçın arkadaşlar; başınızda ben yürüyeceğim; gidelim Kara Osman Oğlu'na (1); belki daha mutlu günlerde tekrar evlerimizi görürüz.» Hep birlikte yola çıktılar ve bu talihsiz koloniyi taşıyan üç büyük kayıkla geldiler. Kadınlar ve çocuklar içler acısı durumdaydı ve her yerde yalnızca ağıtlar duyuluyordu. Geceyi şehrin sokaklarında geçirdiler ve sabah Bergama'ya doğru yolculuklarına devam ettiler." (Didot,1821:378-379).

Didot yukarıdaki olayı anlattığı bölümde, "bölgenin ayanı" Karaosmanoğlu'nun mülkünün büyüklüğünü ve ilerde yaşayacağı akıbeti, buraya koyduğu bir dipnot ile okuruna şöyle anlatır:
"(1) Kara Osman Oglou ailesi tarafından yönetilen sayısız ve muazzam mülkler, Eolya'nın tamamını, Iyonya'nın çoğunu ve her iki Misya'yı da işgal ediyordu. Egemenlikleri altında Yunanlılar, Türklerle aynı haklara sahipti ve sadece topraklarını ekenlerden yüzdesini talep ediyordu. Ne yazık ki, döndükten kısa bir süre sonra bu ailenin, Babıali'nin uzun süredir onlar için kurduğu pusuya yenik düştüğünü öğrendim." (Didot,1821:379).

3. AYVALIK AKADEMİSİ'nin EĞİTİMİ, MİMARİSİ ve DİSİPLİNİ
Didot Ayvalık'ın tüm bölgede tanınmasını, yaklaşık 2 ay içinde yaşadığı akademiden kaynaklı olduğunu düşünmektedir. Bu düşüncesini ve akademinin genel yapısını, eserinde şöyle anlatır:
"... (Ayvalık ününü) adalardan çok sayıda öğrencisi olmasına ve diğer memleketlerde kolejler kurmuş birçok profesör yetiştiren gymnasyuma borçludur. Şimdi şehrin önde gelen sakinlerinin gönüllü bağışlarıyla desteklenen bu kurumun ilk masraflarını yapan, cehaletin tüm rahatsızlıklarını hissedebilecek bir konumdaki, eğitimden yoksun bir adamdı. Bununla birlikte, çocuklarına seçkin bir eğitim vermek istediklerinden, yoksul sakinlerin çocuklarının da diğer öğrencilerden hiçbir şekilde ayırt edilmeden, [tüm] çocukların derslere katılabilecekleri bir kurum oluşturmak için düşündükleri bağışları kabul etme bilgeliğine de sahiptiler. Yunanistan'ın çeşitli yerlerinde, cehaleti ve hurafeleri yok ederek, ancak bu iki feci dayanağa dayanan despotizmin yıkılmasına büyük katkı sağlayacak kolejler bu model üzerine kurulmuştur.

Öğretime, Gregorios, Theophilos ve Eustrathios [adlarında] üç seçkin profesör başkanlık ediyor: birincisi retorik, din, ahlak ve tarih; ikincisi, fizik, kimya ve matematik; üçüncüsü [ise] gramer ve klasik Yunan dili öğretiyor. Yunanistan'ın en ücra bölgelerinden, eğitim almak için can atan gençler, her gün kendilerine uygun kalacak yerleri ücretsiz olarak ayarlayan Kidonya kolejine akın ediyor; ve işletmeye bağlı aşçı, öğrencilerin yemeklerini mümkün olan en düşük fiyatla satmakta. Üstelik [öğrenciler] şehirde ihtiyaçları olan her şeyi satın almakta ve odalarında da hazırlamakta özgürdürler. Eskisi kısa sürede her taraftan gelen öğrencileri almakta yetersiz kalınca, 1803 yılında inşa edilen yeni kolej, ortasında bir bahçe-avlusu olan geniş bir dikdörtgenden oluşuyor.  Denizin dalgaları duvarlarının dibine çarpar ve onların monoton gürültüsü ciddi fikirleri teneffüs ederken [öğrencileri] zihni düşünmeye sevk eder. Bina sadece bir zemin ve birinci kattan oluşmaktadır, kolejin sonunda bulunan deniz tarafında yer alan büyük amfi tiyatroya da geniş merdivenlerle çıkılır. Hemen hemen sürekli olarak birbirini takip eden ve katılmak isteyen herkesin katıldığı dersler bittiğinde, eğitimleri ve davranışlarıyla en çok öne çıkan öğrenciler öğretmenlerinden aldıkları dersleri tekrar ederek, [böylece] her öğrencinin belli bir miktar daha ders almasına [tekrar yapmasına] olanak sağlanır. Böylece, mali durumu iyi olmayan birçok öğrenci, bu genç öğretmenlerden küçük bir ücret alarak geçimlerini sağlamakta ve öğrenimlerine devam edebilmenin yolunu kolejde bulmaktadırlar. Her öğretmen öğrenci, çalışmalarını bu şekilde denetlediği çocuklardan sorumludur ve o zamanlar 300 öğrencinin doldurduğu kolejde  en ufak bir gürültü, sessizliği ve hüküm süren düzeni asla bozmaz. ...

Düzenli olarak derslerine devam ettiğim bu kolejde yaşadığım yaklaşık iki ay boyunca, her şeyden önce gençlerin halka açık derslere katılmak için gösterdikleri şevk ve denilebilir ki dinsel saygıdan çok etkilendim. Üstatlarının sözlerini kutsal bir  deyiş gibi (αυτος εφα) algılayan Pisagorcular gibi, öğretmenlerinin en küçük kurallarını bile Kidonyalı öğrenciler tarafından hemen bir yasa olarak kabul ediliyor. Üstatlarından birini görür görmez hepsi ayağa kalkar ve o geçerken saygılı bir sessizlik içinde dururlar. Ancak onları bu şekilde davranmaya iten ceza veya kınama korkusu değildir; çünkü kaldığım süre boyunca, üstatların öğrencilere hitap ettiği en ufak bir azar sözünü duymadım. ...

Ayrıca çocuklar da böyle bir düzen sevgisiyle doludur, genç bilim adamlarımızı hayrete düşürecek bir örnek olarak şunu gördüm, Kidonya'da kaldığım süre boyunca gymasiumun ortasındaki bahçeye dikilen portakal ağaçları olgunlaşmış meyvelerle dolu olduğu halde [o meyveleri] koleje duyduğumuz saygıdan kaynaklı kopartmadık, oysa küçük öğrenciler bu bahçeyi çevreleyen bariyeri kolayca geçebilirlerdi; ancak Spartalıların torunları onların arasındaydı.

Öğrenciler, uygun zamanlarında okumak veya okuldan ayrılmak konusunda tam bir özgürlüğe sahip olsalar da, Kidonya'da kendilerine sunulan eğitimden yararlanmanın kendileri için ne kadar önemli olduğunu bilerek, kendilerine duyulan güveni kötüye kullanmazlar, ..." (Didot,1821:381-385).

4.ŞEHRİN FİZİKİ ve İDARİ YAPISI:
Didot, bugüne kadar hemen hemen hiçbir gezginin şehrin idari yapısı hakkında bilgi vermediğini, bunun da büyük bir eksiklik olduğunu vurguladıktan sonra, şu bilgileri verir:
"..Kidonya'da, Yunan adalarının çoğunda ve anakaradaki bazı kasabalarda [olduğu gibi], Türk olan vali, kadı ve gümrük memurları dışındaki tüm nüfus Rumdur. Valinin sadece bir gölge yetkisi vardır ve επιτροποι (yöneticiler) adlı on iki Ruma ve o [kurula] kasaba adına hesap veren δημογεροντες (yaşlılar heyeti) adlı yönetime karışmaz. Bu on iki yönetici ömür boyu atanır; ancak onlardan biri kınanacak davranışlarda bulunduğunda, diğer on bir kişi onu bünyelerinden çıkarabilir ve yerine yeni bir yönetici seçebilir. ...

Şehir, ανωμαχαλα, μεσομαχαλα ve κατωμαχαλα veya üst, alt ve orta mahalleler olarak adlandırılan üç mahalleye (δημουσ) ayrılmıştır; her yıl, 1 Mayıs'ta, bu mahallelerin her birinin sakinleri, bir δημογερων veya yaşlılar heyetinin bir üyesini seçmek için kiliselerde ayrı ayrı toplanır. Halkın bu üç temsilcisi, kent yönetiminin tüm ayrıntılarıyla özel olarak görevlendirilmiştir: on iki yönetici ile birlikte, sakinler arasında çıkan sorunları değerlendirmek için her hafta toplanan konseyi oluştururlar; ve taraflar [alınan karardan] memnun kalmadıkları takdirde kadıya veya Türk hakime başvurabilirler; ama [bu durumda] önceden şehre bir miktar ödeme yapmak zorundalardır. Olağanüstü durumlarda bu senato, başlıca ailelerin reislerini [de] onlarla toplanmaya davet eder.

Özellikle din görevleri tüm Rumları kiliselere gitmeye zorladığı gecelerde şehrin güvenliği için bir tür ulusal muhafız [örgütü] oluşturulur. O durumlarda evler neredeyse tamamen boş kaldığından, nöbetçi [sayısı] çoğaltılır ve 50 ila 300 adamdan oluşur ve [bu kişiler] sokaklarda karşılaştıkları [ve ellerinde] fener [bulunmayan] herkesi tutuklar.

...

Kidonya şehrinin evleri taştan inşa edilmiştir ve sokaklar kötü bir şekilde döşenmesine rağmen yine de her iki tarafta kaldırımları bulunur; orada her gün çok sayıda sabun fabrikası, yağ fabrikası ve diğer kuruluşlar kuruluyor. Rumların övündüğü muhteşem kolejinde yetişen aydınlanmış hayırseverlerce iki hastane kuruldu. Kidonya'da kaldığım günlerde, bir de [limanda] karantina hastanesinin kurulmasından bile söz ediliyordu. ..."(Didot,1821:392-395).

5. AYVALIK'lı KADINLARIN GÜNDELİK YAŞAMLARI:
Giriş bölümünde de belirttiğim gibi bu eser, Ayvalık hakkında bugüne kadar pek bilinmeyen -ya da benim ilk kez öğrendiğim- iki heyecan verici detay bilgi içermektedir. Bunlardan ilki bu başlık altında ele alacağım "Ayvalık'lı kadınların gündelik hayatlarına" dair olan bölümüdür. 

Eserde, Ayvalık'lı kadınlara dair ilk bilgi: Firman-Didot'nun, kendisi için Paris'teki Adamántios Koraïs tarafından hazırlanmış bir tavsiye mektubunu vermek için, daha sonra Akademide öğretmeni de olacak profesör Théophile'nin evini ziyaret ettiği akşam tanıştığı profesörün kız kardeşi hakkındaki gözlemleridir. 

Didot, bayan Évanthie'yi şöyle aktarır satırlarına: 
"... (profesörün) Kız kardeşi, büyüleyici Évanthie de anlatmaya değerdir; Fransızca ve İtalyanca' [dışında] en saf antik Yunancayı doğru konuşuyordu; matematiği mükemmel bir şekilde biliyor ve erkek kardeşi ile yüksek matematik ve Newton'un konik bölümleriyle de ilgileniyordu. Neredeyse [hiç] bilinmeyen [bu] şehirde, Asya'daki basit küçük bir evin [içinde] böyle olağanüstü [bilimsel zenginliğin] yaşandığından kim şüphe edebilirdi ki? Ne yazık ki, Yunanistan'da ve özellikle yılda bir kereden fazla nadiren dışarı çıktıkları Kidonya'da kadınların yaşadığı kapalı yaşam, onlara zekalarının diriliği ile tezat oluşturan aşırı bir çekingenlik veriyor." (Didot,1821:375).

Büyük olasılıkla bayan Évanthie, ağabeyi ile oldukça ileri düzeyde matematik ve fizik konuşmaları yapabilecek kadar iyi öğrenim görmüş donanımlı bir kadın olmalıdır. Ancak 1817 yılı Ayvalık'ında diğer hemcinsleri gibi o da, "yılda bir kereden fazla nadiren dışarı çık(abilen)" ve "zekalarının diriliği ile tezat oluşturan aşırı bir çekingenlik" içinde ancak kapalı bir ev hayatı yaşayan bir kadındır. 

Kadınların ev dışına çıkmaması konusunu, Şerafettin Mağmumi de seyahat notlarında anlatmıştır:
"Buranın ahalisi Hıristiyan olduğundan Beyoğlu gibi kadın erkek karışık olarak gazino ve sokaklarda bulunacağını umuyordum. Halbuki, yanlış olmasın ama çarşı ve pazarda erkekten başka bir yaratık görmeyince şaşırdım ve soruşturdum. Kadınların erkekleriyle birlikte ve (ya da) yalnızca, süslenerek dışarı çıkmaları ayıpmış." (Şerafettin,2002:143)

Büyük olasılıkla bu "ciddi" hareketsizlik nedeniyle Ayvalık'lı kadınlar, bedeni bir hantallaşmayı da yaşıyorlardı. Bu duruma dair Firman-Didot'nun gözlemleri şöyledir: 
"... bu yüzden böyle hareketsiz bir yaşam nedeniyle genellikle çok kilo alırlar. Yürüyüşleri son derece kabadır ve Yunanistan'da oldukça sık tekrarlanan [ama] Atinalı kadınlardan daha fazla onları [betimleyen] şu şarkıda olduğu gibi:
Bırak dağlar alçalsın, Athena'yı görmek için
Kaz gibi yürüyen aşkımı görmek için." (Didot,1821:401).

Bu eserden, Ayvalık'lı kadınların "yılda bir kere" katıldıkları kamusal alandaki giyimlerini de öğreniyoruz. Firman-Didot, kendisinin de deneyimlediği 6 Nisan 1817 tarihinde kutlanan Paskalya pazarı öncesi törenleri anlatırken, Ayvalık'lı kadınların kıyafetlerini şöyle betimlemektedir:
"Tören alayındaki kadınlar en zengin kıyafetleriyle meydana doğru ağır ağır yürüyorlardı. ... Kidonya kadınları genellikle başlarına diadem [hkk.- bir tür taç] gibi görünen altın bir saç bandı takarlar ve onu örten beyaz baş örtüsünün altından siyah saçları dalgalanır. Eğer kıyafetleri ağırsa, soylu oldukları ve çok zengin oldukları tartışılmaz." (Didot,1821:400).

6. PATATES, SALAMURA ZEYTİN ve ωα ταριχα (BOTTARGA):
Firman-Didot, Ayvalık'ta geçirdiği iki ay boyunca doğal olarak yiyecekler konusunda da yeterince gözlemi olmuştur. Bu gözlemlerini, eserinin değişik bölümlerinde bizlerle paylaşır. Bunlar içinde en şaşırtıcı olanı, 1817 yılında, Ayvalık'ta ve yazarın seyahatinde uğradığı bir çok Ege adasında "patates sebzesinin üretilmediği ve pişirilmediği" konusudur. Yazar da bu duruma şaşırmıştır ve notlarına şunları yazmıştır:
"Patatesin ... kullanımı henüz bilinmiyor, ancak aroması farklı olsa da patatese çok benzeyen κολοκυθια [kabak] adı verilen kırmızımsı bir bitki türü orada sıkça yenir. Ancak Sakız Adası'ndaki Bay Rodokanaki'de patates bitkisini gördüm ayrıca Konstantinopolis'te de bazılarının kullandığına inanıyorum." (Didot,1821:398).

Yazar, özellikle Paskalya orucunda çok fazla yediği zeytinin salamurasını, kendi ülkesi ile kıyaslar:
"Yunanistan'da ve Asya'da zeytinler herhangi bir hazırlık yapılmadan yenmektedir. Tam olgunluğa eriştiklerinde siyaha dönerler ve ağaçların dibine düşerler, o zaman toplanır ve az tuzlu suyla kavanozlara konur; onlar daha az şanslı sınıfın ana besinleridir ancak zenginler de onu küçümsemezler. Bizim iklimlerimizde, hatta İtalya'da bile zeytinler asla böyle bir olgunluğa erişemezler ve sadece alkali alaşımlar içinde tutularak yenebilirler." (Didot,1821:397).

Firman-Didot, Ayvalık'ta kendisinin de tuttuğu Paskalya orucunu anlattığı bölümde, burada tüketilen deniz ürünlerine de değinir. Oruç nedeniyle balık yememiştir ancak tüm Ayvalıklılar gibi o da diğer  deniz mahsullerini bolca tatmıştır. Notlarında "bottarga" sözcüğünün nasıl türediğini de anlatır:
"Oruç sırasında balık yemeye izin verilmese de, yine de özellikle bu dönemde muazzam tüketimi olan havyar veya bottarga [hkk.- kefal ya da orkinostan elde edilen, tuzlanmış, kurutulmuş balık yumurtası pastırması] yiyebilirsiniz. Bu yemek, eskiden ona ωα ταριχα adını veren Yunanlılar tarafından çok iyi biliniyordu, hatta bottarga kelimesinin bozulma yoluyla [bundan] oluştuğu tahmin ediliyor. Kidonya sahillerinde avlanan ve kalitesi çok iyi olan küçük istiridyeler, zeytinlerin yanında ana yemeğimdi. Çok şanslıydım ki aforoz edilmeden, bana zeytinyağı ve balığı bile serbest bıraktılar." (Didot,1821:397).

7. YAĞLI GÜREŞLER ve ÜNLÜ AYVALIK'lı GÜREŞÇİ Τεττιξ (ağustosböceği) 
Eseri okurken en fazla şaşkınlık duyduğum bölüm burası oldu. Hem Ayvalık'taki spor faaliyetlerine dair ilk defa bir bilgi okumanın verdiği şaşkınlıktı bu ve hem de en azından XIX. yüzyılın o günlerinde, Bergama-Ayvalık arasında ciddi bir, "bir tür güreş liginin" olduğunu öğrenmem şaşkınlığımı arttırdı. 

Yazar eserinde, büyük olasılıkla 6 Nisan 1817 pazar gününü de içeren 3 gün boyunca süren "güreş müsabakalarını" şöyle anlatmıştır:
"... bu bayram günleri, antik çağları anımsatan oyunlarla kutlanır. Sabah spor sahasına dönüştürülen Kidonya meydanı sporcular tarafından işgal edildi; çünkü Bergama'da olduğu gibi bu şehirde de güreş, hocaları olan bir sanat haline gelmiş ve mermer disk kullanımı hala birçok adada [olduğu gibi] korunmaktadır.

8 Nisan 1817'deki, Olimpiyat Oyunlarının törenlerine taşındığımı düşünebilirdim ve bütün gün meydanda toz içinde ve neredeyse önceki iki gün aralarında mücadele verip zaferi kazanan güreşçiler kadar yorgun kaldım. Güreşçiler çıplaktı ve müsabaka listesi açıklanmadan önce vücutlarını yağladılar; kısa deri şortları güçlü formlarını gizlemiyordu. Güreşe başlamadan önce, sahayı birkaç kez daire çizerek ve kollarını iki yana açıp sallayarak turladılar; sonra mücadeleye girmeden önce [birbirleri üzerinde] güçlerini birkaç kez denediler. Bazen ünlü bir atlet sahaya çıktığında, bir süre rakip bulamadan kaldı. Son iki şampiyonu deviren ve kazandığı ilan edilen Bergamalı bir güreşçiydi, [bir süre] kimse adını onunla eşleştirmeye cesaret edemedi.

Sahanın etrafında toplanan Rumlar, kimisi Türk sarığı, kimisi ... kırmızı bere takmıştı ve pehlivanların her hareketini dikkatle izleyerek onları bağrışlarıyla yüreklendiriyordu. Çevremde, Krotonlu Milon'a layık, gücüyle birçok kez kendini gösteren Τεττιξ (ağustosböceği) adlı ünlü Kidonyalı güreşçinin başarılarından bahsedildiğini duydum. Ancak birkaç gün önce, valinin bir askerine çok kötü davranarak onu ölüme terk ettiğinden saklanmak zorunda kaldığı söyleniyordu. Kidonya'da açılan jimnastik okulu ünlüdür ve Bergama'nın, Asya'nın en ünlü güreşçileri duyulduğunda önce [okul] öğrencilerini onlara karşı güreştirir; [öğrenci] yenik düşerlerse, müsabaka listelerine sonuncu olarak girer." (Didot,1821:398-400).

Ardından Firman-Didot, bu güreş müsabakalarının bölgede çok yaygın olduğunu, yapılan etkinliklerde Müslüman ve Hıristiyan güreşçilerin birlikte mücadele ettiklerini bildiren şu satırları yazar:
"Genellikle Anadolu'da ve özellikle Bergama'da, valiler evlendiğinde ya da çocukları sünnet olduğunda, sporcuları kutlamalara davet ederler ve onlara her yönden cezbedici ödüller verirler. [Güreşi] kazanan Rum ise bir at veya öküz, Müslüman ise bir deve [verilir]; çünkü kervan sürücüsü olan Muhammed'e olan saygıdan, [deveye] sahip olma hakkı yalnızca Müslümanlarındır." (Didot,1821:400).

8. YAKIN ÇEVRE GEZİLERİ
Firman-Didot'nun Ayvalık notlarında iki yakın çevre gezisinden bahsedilmektedir. Bunlardan ilki; benim bir süre önce blog olarak yayımladığım "Zambakos Paşa'nın Ayvalık gözlemlerinde" geçen cüzzamlılar üzerine olan bölümdür. Anlaşılan o ki; Paşa'nın "... Ayvalık [cüzzamhanesi] zamanında tam dolduğu ancak bugün  tamamen boş olduğu anlaşılıyor; şu anda, bağlı oldukları belediye hastanesinden kısa bir mesafe uzaklıkta [bulunan] hücre şeklinde bir dizi eski küçük yapı, terk edilmiş barakalar [gibi] görünüyor. ..." (Zambakos,1891:214; Köksal,2022) dediği yapılar, 1816-17'de daha inşa edilmemişti.

Didot, "korktuğu için" detaylı bir gözlem yapamadığını söylediği bu gezi anısını şöyle anlatır:
"Genç öğrenci arkadaşlarımla yaptığım akşam yürüyüşlerinde, vücudu bir tür cüzamdan muzdarip, çürümeye yüz tutmuş talihsiz bir adamı görmeye götürüldüm. Görünce dayanamadım ve yaşadığım korku, özellikle bu şans eseri çok nadir görülen hastalığı gözlemlememi ve bu konuda bilgi almamı engellediği için üzgünüm." (Didot,1821:395).

İkinci gezi ise, yazarın "Janissaro-Chori" şeklinde transkribe ettiği, Küçükköy'e yaptıkları gezidir. Burada yazılan haliyle Janissaro > Janissary (Γενιτσάρος) > Yeniçeri olmalıdır. Bu gezi hakkında verdiği bilgi içinde, Akademi hakkında da oldukça önemli bir detay bulunmaktadır:
"Oraya öğretmen olarak gönderilmiş Kidonya kolejinin eski bir öğrencisini görmek için Janissaro-Chori'ye gittik. Kidonya kasabasından daha eski olan bu küçük köy, oradan yaklaşık dört lieue [hkk.- Lieue yaklaşık 4.83 km uzunluğunda eski bir mesafe ölçüsüdür > 4 lieue = ~19 km.] mesafede." (Didot,1821:403).

Eserin son sayfasında yer alan bu gezi notları içinde hem Küçükköy'ün tarihselliği üzerine hem de arazi yapısı ve büyük olasılıkla bugün "Badavut Mağarası" adı verilen göçük hakkında önemli satırlar bulunmaktadır:
"Yakınında, daha önce gemilerin rahatça geçiş yapması için hafredilmiş [açılmış] bir kıstak olduğu söyleniyor. Oikonomos onu tekrar açmayı planlamıştı; ancak Kaptan-paşa ve donanmasının, Kidonya'ya bir gün [daha evvel] geleceğini görme korkusu, bu projenin kısa sürede terk edilmesine neden oldu. Yakınlarda, dağda kayaya oyulmuş çok derin bir mağara var. " (Didot,1821:403).

(çeviri: H.K. KÖKSAL) 
---
KAYNAKÇA

Cihangir, Çiğdem Kılıçoğlu (2020).
Ayvalık akademisi ya da batı Anadolu’da Yunan ulusçuluğunun kökenleri üzerine. İstanbul Üniversitesi Türkiyat Mecmuası 30(2), 411-440 ss.

Firmin-Didot, Ambroise (1821).
Notes du’n voyage fait dans le Levant en 1816 et 1817. Paris: Typographie de Firmin Didot.

Hubbard, Clarence (1921).
How better letters help the printer. The Inland Printer, Şikago: Inland Printer Co., 68(1), 40-42.

Köksal, Hayri Kaan (2022).
Doktor Demetrius Alexandre Zambakos Paşa'nınAyvalık'taki "cüzzam" araştırmaları.
https://kaankoksal.blogspot.com/2022/08/doktor-demetrius-alexandre-zambakos.html

Şerafeddin Mağmumi (2002).
Bir Osmanlı doktoru'nun anıları : yüzyıl önce Anadolu ve Suriye (2.b) İstanbul: Büke Yayınları.


23 Eylül 2022 Cuma

1890 YILI KAYITLARINA GÖRE
CEZAİR-İ BAHRİ SEFİD VİLAYETİ'nin BİR KAZASI OLARAK MOSCONISSI (Yunda)

Bu blogda, Vital Cuinet tarafından hazırlanıp Paris'de yayımlanan La Turquie d'Asie c1 (1890) sayfalarındaki bilgiler ışığında, "Mosconissi" (Yunda) kazası ile Cezair-i Bahri Sefid Vilayeti'nin diğer yerleşmeleri karşılaştırılacaktır.

Eserde verilen bilgiye göre Cezair-i Bahri Sefid Vilayeti, 1890 yılı itibariyle: "4 sancağa bölünmüştür ve bunlar da 18 kazaya ayrılmıştır. Ayrıca ... 19 nahiyesi ve 230 köyü vardır" (Cuinet,1890:350). Vilayetteki idari durumu gösteren tablo şöyledir:

(tablo-1) Cezair-i Bahr-i Sefid Vilayeti'nin idari yapısı (Cuinet,1890:350)

Eserde verilen bilgilere Samos adası (Soussam adası) ile Taşoz adasını da vilayetin sınırları içinde tanımlamak gerekir (Cuinet,1890:350). Yukarıdaki tabloya göre, Midilli sancağına bağlı bir kaza olan Mosconissi (Yunda) yerleşmesine bağlı 4 köy vardır. Kazaya bağlı nahiye bulunmamaktadır.

Cuinet incelediğimiz eserinde, Cezair-i Bahri Sefid Vilayeti'nin cemaatlere göre dağılımı yapılmış nüfus bilgilerini de vermektedir. Buradaki bilgilere göre "toplam nüfusu dikkatle kontrol edilen en son verilere göre, her iki cinsiyetten [toplam] 325.000 [325.866] kişidir" (Cuinet,1890:350-351). Buna göre tüm vilayetteki cemaatlere göre nüfus dağılımı şöyledir:

(tablo-2) Cezair-i Bahr-i Sefid Vilayeti'nin nüfus yapısı (Cuinet,1890:350-351)

Ancak bu nüfus bilgisine: "... Samos Prensliği ve Taşoz adasının nüfusunu da eklemek gerekir ki, [o zaman] tüm Osmanlı takımadalarının nüfusu için toplam 386.506 kişiliklik [bir] nüfus ortaya çıkar" (Cuinet,1890:350-351).

Cuinet, eserin 352.sayfasında vilayetin idari taksimatına göre cemaatlerin dağılımını veren bir liste daha hazırlamıştır. Bu listeye göre Mosconissi'de 30 Müslüman ile 5.470 Rum Ortodoks bulunmaktadır ve bunların dışında başka bir cemaate bağlı kişi yaşamamaktadır. Cuinet'in hazırladığı bu lise (tablo-3)'te sunulmuştur ve Mosconissi kırmızı ile işaretlenmiştir.

(tablo-3) Cezair-i Bahr-i Sefid Vilayeti'nin idari yapısına göre nüfus yapısı (Cuinet,1890:352)

Cuinet, vilayette toplam 284 eğitim kurumu olduğunu ve buralara 16,009 öğrencinin devam ettiğini belirttikten sonra, bu okulların sancaklardaki cemaatlere göre dağılımını veren bir tablo da hazırlamıştır. Buna göre, sancaklardaki ve Midilli sancağı kazalarındaki okulların cemaatlere göre dağılımı (tablo-4)'te gösterilmiştir.

(tablo-4) Cezair-i Bahr-i Sefid Vilayeti'nin cemaatlere göre eğitim durumu (Cuinet,1890:354)

Eserde, Midilli sancağındaki -ve özellikle Yunda kazasındaki- "tuzlalar" özel bir başlık altında ele alınmıştır. Konunun önemi açısından bu bölümün bütünselliğini de bozmamak için, "tuzlalar" bölümü çevirisini olduğu gibi vermek istiyorum:

Tuzlalar — Adalar denizi vilayetinin altı tuzlası vardır: 1° Fezléké, 2° Kalonia, Midilli adasında; 3° Hadji-Apostol, Yunda adasında (Mosconissi); 4° Limnos; 5° İmroz ve 6° Rodos; son üçü adasıyla aynı adı taşır.

Bu altı tuzladan sadece ikisi, Fezléké ve Hadji-Apostol, düyun-ı umumiye idaresi tarafından işletilmektedir; diğerleri ya üretilen tuzun birinci kalite olmaması ya da üretimlerinin çok az olması nedeniyle ya da Foça'daki tuzlalardan tuz tedarik edilmesinin bu bölgelerden daha karlı olması nedeniyle terk edilmiş ve yok olmuştur.

Fezléké tuzlası, Midilli adasının güneyinde ve merkez sancağın sekiz saat doğusunda yer almaktadır. Yaklaşık 150.000 metrekarelik bir alanı kaplayan 23 havzadan oluşan bir tuzla bataklığıdır. Tuz, birbirine bitişik olan kalker havuzlarda toplanan deniz suyunun, istenilen doygunluk derecesine ulaştıktan sonra, suyun buharlaşmasıyla ve havuz kenarına yapılan  boşaltma kanalının ucuna monte edilen çıkrık vasıtasıyla kalan suyun denize taşınmasıyla oluşur. Tuz, mayıs ayının başından 15 temmuza kadar oluşur; daha sonra hasat edilerek üstü örtülü depolara yerleştirilir.

Bu tuz işletmesinden yılda yaklaşık 2.000.000 kilogram tuz üretilir ve bu tuz, hem ada halkının temel ihtiyaçları için kendilerince ve hem de zeytinyağı ve sabun üretimi için tüketilir.

Tuzun çıkarılması ve yığılmasının maliyeti 1.000 kilogram başına yaklaşık 16 paradır [1].

Hacı-Apostol tuzlaları, Mosconissi kazasının (Ayvalık'ın karşısında çok küçük bir takımadadır) adalarından birinde yer almaktadır. Çıkarma şekli, tuz miktarı, yıllık üretim miktarı ve maliyet fiyatları, Fezléké tuzlasınınkiyle hemen hemen aynıdır.

Bu iki tuz işletmesinden -eğer gerekirse- miktar olarak çok daha yüksek verim sağlayabilir.

[1] Bir para yaklaşık yarım centim [Fransa'nın küçük para birimi] değerindedir. 
(Cuinet,1890:364-365)

Eserin ilerleyen sayfasında Midilli sancağının kazaları, ayrı ayrı ele alınmıştır. Buradaki bilgilere göre Midilli sancağının merkez kazası olan Midilli adası: 
"Adalar Denizi vilayetinin (Cezair-i Bahri Sefid) en güzel ve en önemlilerinden" birisidir ve "eski [adı] Lesbos(dur)", "Ege Denizi'ndeki Edremit Körfezi'nin girişinde, 39° 10' kuzey enlemi ve 24° doğu boylamında yer almaktadır. Midilli'nin doğu kıyısındaki Mandamandos kasabası ile Asya kıtasının batı ucunda, karşısında yer alan Ayvalık kasabası arasında 14 deniz mili mesafe vardır. Kuzeyde Bozcaada, güneyde Sakız Adası Midilli'ye eşit uzaklıktadır; bu mesafe ortalama 30 deniz milidir". Ayrıca adanın "en geniş [yerinin] uzunluğu kuzeybatıdan güneydoğuya [doğru] 75 kilometredir ve kuzeydoğudan güneybatıya [doğru] en fazla  genişliği [de] yaklaşık 55 kilometredir". Adanın yüzölçümü ise yaklaşık 3.500 kilometrekaredir.

"Adada bulunan Midilli, Molivo ve Plomari kazaları sakinleri ile Ayvalık yakınlarında bir grup adacıktan oluşan Yunda (Mosconissi) kazasının sakinleri dahil olmak üzere Midilli sancağının nüfusu 107.283 kişidir" (Cuinet,1890:449) (tablo-5).


(çeviri: H.K. Köksal)
----
KAYNAKÇA
Cuinet, Vital (1890).
La Turquie d'Asie, géographie administrative: statistique, descriptive et raisonnée de chaque province de l'Asie mineure, T.premier, Ernest Leroux, Paris.







22 Eylül 2022 Perşembe

La Turquie d'Asie c.1'e Göre "Yunda" (Mosconissi) Kazası (1890 yılı itibariyle)

Bir süre önce, La Turquie d'Asie c.4 (1894)'ün sayfalarında yer alan, Vital Cuinet'e ait, Ayvalık kazası gözlemlerini paylaşmıştım. Bugün ise o tarihlerde "Cezair-i Bahr-i Sefid Vilayeti"ne bağlı bir sancak olan Midilli adasının  kazası statüsündeki "Mosconissi" (Yunda)'yi, yine Vital Cuinet'in 1890 yılına ait bilgilerini okurla buluşturmak istedim.

La Turquie d'Asie'nin 1890 yılında Paris'de yayınlanan 1. cildinde yer alan bu bilgiler içinde iki dikkat çekici satırı yazıya geçmeden önce vurgulamak istiyorum. Bunlardan ilki -en azından 1890 yılı itibariyle- "Mosconissi, Midilli sancağı Kaymakam'ının ikametgahıdır..." (Cuinet,1890:472) bilgisidir. 

Daha önce değerli arkadaşım Taylan Köken ile yaptığımız bir sohbet sırasında: -mealen- "Namık Kemal'in Midilli'de mutasarıflık yaptığı günlerde, bir deprem olduğunu ve kaldığı konağın zarar gördüğünü, bunun üzerine bir süre Yund adasında ikamet ettiğini" söylemiş idi. 

Namık Kemal 18 Aralık 1879 - 15 Eylül 1884 tarihleri arasında Midilli mutasarrıfı oldu. Oysa ki Cuinet; 1890 yılı itibariyle "Mosconissi, Midilli sancağı Kaymakam'ının ikametgahıdır..." demektedir. 

Bir diğer konu ise Yund adası ile diğer adacıklarda zeytinden sonra en çok yetiştirilen bitkinin "üzüm" ve "eğreltiotu (polypode)" olması konusudur (Cuinet,1890:473-474). 

Evet... Yine sayısal kopyasına Bibliothèque nationale de France' üzerinden eriştiğim, Vital Cuinet'in, La Turquie d'Asie, géographie administrative: statistique, descriptive et raisonnée de chaque province de l'Asie mineure adlı eserinin birinci cildinde yer alan Mosconissi Kazası'nı anlatan bölümün çevirisini aşağıda sunuyorum.

Dostluk ve Saygılarımla,

s.472-474

MOSCONISSI KAZASI
Yerleşim.- Türkçe "Yunda" olarak adlandırılan Mosconissi kazası, Hécatonissi (yüz ada) olarak da adlandırılan bir grup adadan oluşur. Midilli adasının 10 deniz mili doğusunda yer almaktadır; bu grubun ana adacığı neredeyse Asya kıtasında bulunan Ayvalık şehrine dokunur.

İklim. - Bu adaların iklimi, her bakımdan komşu kıtanın iklimine benzer, çok sağlıklı ve ılımandır. Bitki örtüsü kuvvetli, yemyeşil ve bu adacık grubunu belirtmek için hakim olan Mosconissi “misk adaları” adı, bu hayranlık uyandıran ve çiçekli bitki örtüsünü ifade eder.

Yönetim. - Mosconissi, Midilli sancağı Kaymakam'ının ikametgahıdır [ve] Mutassaraf'ın doğrudan kontrolü altındadır.

Nüfus. — Nüfusu 5500 kişidir, [dağılımı] aşağıdaki gibidir:
Müslüman       80 
Rum-Ortodoks 5.470
         -----------------
TOPLAM          5.500 [dizgi hatası: 5.550]

Okullar. — Bu kazada [toplam] 350 öğrencisi olan 2 Rum okulu vardır, şöyle ki:
        Erkekler 150 
Kızlar 200
                     ----------
TOPLAM 350

Öğretimi oldukça iptidai olan bu iki okul, topluluktan çokça bağış toplayan Rum Kilisesi tarafından korunur.

Kiliseler. — Mosconissi'de 5 Rum kilisesi vardır.

Ulaşım. — Mosconissi ve Cromidonissi adacıklarının sakinleri Ayvalık'a ulaşmak için, büyük bir tekneden oluşan ve istedikleri zaman bu iki noktadan birine veya diğerine çekilen çok ilkel bir salla bağlantı kurarlar. Duruma göre [bu teknenin] pruvasına veya kıç tarafına halatla bağlanan tanklar da vardır. Bu tanka Peramataria adı verilir. 20 dakikadan az olmayan [bir sürede] bu küçük [yeri] geçtikten sonra, Cromidonissi adacığının sonundan anakaraya doğru uzanan 470 metrelik bir köprü bulunur ve bu [köprüyü] kullanarak 20 dakika sonra Ayvalık şehrinin kuzey girişine varılır.

Doğal ürünler. — Bu küçük adacık grubunda, çok az miktarda tahıl ve şarap üretilir, [bu üretim] yerel tüketimi ancak karşılar. Orada şarap ihracatı çok azdır. Başlıca endüstrileri, yağ ve sabun imalatıdır; ama sakinler her şeyden önce orada çok bol olan balıkçılıkla uğraşırlar; [ayrıca] 200 varil civarında ticari değeri oldukça yüksek eğreltiotu [polypode] toplanır.

Ticaret. — Anlaşıldığı kadarıyla, Mosconissi ticareti çok kapsamlı değildir; ancak zeytinyağı ve eğreltiotu  [polypode] ihracatı görece olarak oldukça önemlidir.

Tuzlalar. - Bu kazada iki tuzla vardır.

Sanayi kuruluşları. — Sanayi kuruluşları şunlardır: 7 eski sistem yağ değirmeni, 6 sabun fabrikası ve 5 yel değirmeni.

Mahkemeler. — Mosconissi'de, hukuki, cezai veya ticari tüm konulara bakan bir [adet] ilk derece mahkeme [bulunur].

Deniz ulaşımı. — Yunda (Mosconissi) adası'nın 1/13 Mart 1889'dan 28 Şubat 1890'a kadar deniz hareketi şöyledir:


Toplamda 28.443 ton ağırlığındaki 2.233 gemi.

KAYNAKÇA
Cuinet, Vital (1890).
La Turquie d'Asie, géographie administrative: statistique, descriptive et raisonnée de chaque province de l'Asie mineure, T.premier, Ernest Leroux, Paris.



16 Eylül 2022 Cuma

CLAUDE DENIS RAFFANEL'in 1821 YILI AYVALIK GÖZLEMLERİ

Üç ciltlik, Histoire des événements de la Grèce eserinin yazarı Claude Denis Raffenel (1798-1827), 1818-1822 yılları arasında İzmir'deki Fransız konsolosluğunda görev yaptı. Ayrıca aynı yıllarda, İzmir'de yayımlanan Le Spectateur oriental gazetesinde de yazıları yayımlandı. 

Aslen tarihçi olan Raffanel,  Ayvalık'ta, 13 Haziran 1821 sabahı başlayıp 15 Haziran 1821 günü son bulan Ayvalık isyanına da tanıklık etti. Çatışmaları yakından izledi ve bu gözlemlerini, Türkiye'den ayrıldıktan sonra 1822 yılında Paris'de, Histoire des événements de la Grèce'in birinci cildinde yayımladı.

Ardıl süreçte, Yunan ayrılıkçı hareketlerine karşı olan sempatisi giderek yükselen Raffanel, 1826 yazında Marsilya üzerinden Yunanistan'a geçti ve Osmanlı İmparatorluğu'na karşı mücadele veren Yunan milliyetçi gruplarıyla birlikte oldu. 27 Ocak 1827'de, Atina Akropolü çatışmaları sırasında öldürüldü.

Bu blogda; sayısal kopyasına Bibliothèque nationale de France üzerinden erişilebilen Histoire des événements de la Grèce c.1'in, 8. sayfası ile 187-202. sayfaları arasında yer alan Ayvalık ve 1821 Ayvalık olaylarının çevirisini yayımlayacağım.

Yazarın özellikle dipnot olarak yazdığı ve "Ayvalık hakkında, bu mutsuz şehir hakkında burada bir dipnot bulunmasına, çok sayıda okuyucunun kayıtsız kalmayacağına inanıyorum: [bu dipnot] kökeni, ihtişamı ve yönetimi hakkında ilginç ayrıntılar içeriyor. Bugün Ayvalık'ın bir kül yığınından başka bir şey olmadığından, geçmişiyle bağlantılı her şey merak uyandırır gibi geliyor bana." (Raffenel,1922:193) diye vurguladığı bölüm, "tartışmalarla dolu olsa da" şehrin 18.yüzyıldan başlayan hikayesinin hızlı bir özeti gibidir.

Yazar burada 19. yüzyıl ilk çeyreğindeki Ayvalık şehrinde yaşanan "çevre sorunlarına" da dikkatimizi çekmekte. İçme suyu ve hava kirliliği, lağıma dönüşmüş olan sahil, akademinin inşa edildiği bölgenin kirliliğini anlatan satırlar oldukça dikkat çekici.

Dostluk ve Saygılarımla,

Histoire des événements de la Grèce T.1
[Yunanistan olaylarının tarihi]

s.8
...
Bu şehrin sakinlerinin hepsi özgür, küçük bir aristokratik cumhuriyet gibi kendilerini yönetiyorlardı; kurucusu Jean Economos'a Babıali'nin verdiği tavizler  ardından birkaç ilkokul açıldı. 1803'de oradaki Yunan cemaati tarafından, isimleri sonsuza kadar saygı ile anılacak yetenekli adamlar tarafından yönetilen muhteşem bir kolej inşa edildi: Avrupa eğitiminin tüm bilgilerine aşina profesörler, orada öğrencileri eğittiler.

s.187-202
Ayvalık'tan bazı Rumlar, Türklerin şehirlerini tehdit ettiğini duyurmasalardı, o gün İzmir'in de sonu olurdu: Tamamen Rum olan bu şehirde insanlar, Türkleri görmeye alışık değildi; ama bağlı olduğu Bursa paşası, onu isyancılardan gelecek bir darbeye karşı korumak [için], hatta ayaklanma eğilimindeyseler onları uzak tutmak için, birkaç kolordu asker göndermenin gerekli olduğunu düşündü. 

Sakinleri bu kararları öğrendiklerinde kendilerini kaybolmuş olarak gördüler. Ayaklandılar ve 13 Haziran'da 600 kişilik bir birlikle oraya giren paşanın Kiaya [??] beyi (üsteğmen), önce askerleri ile halk arasında oluşacak gerilimi fark etti. Şehrin yüksek konseyini oluşturan ileri gelenler, bu subayı, birliklerini şehrin dışındaki bir tepede ikiye ayırmaya davet etti: [subay] önce bunu reddetti; ama daha büyük olaylardan kaçındığı için kısa süre sonra bu isteğe uymak zorunda kaldı. Yunanlıların kanını dökmek için can atan askerler, sokaklarda birkaçına vurmaya cüret ettiler [ancak] halk tarafından geri püskürtüldüler. Kiaya, [??] takviye talep etmek için hemen bir kurye gönderdi ve ertesi gün, şafakta, yaklaşık 3.000 adam Ayvalık'ın ana mahallelerini ele geçirdi. Bu sefer daha ılımlı davrandılar; ama liderleri, o zaman hakim olan geleneğe göre şehrin ileri gelenlerinden büyük bir meblağ istedi. Ticaret ve sanayi ile zenginleşen Ayvalık, Küçük Asya'nın en zengin şehirlerinden biriydi; ancak, başlıca sakinlerinin büyük bir kısmı, olaylar başladığında kaçmıştı. Önce binlerce aile körfezin girişindeki küçük Mosconissi adasına sığındı; kalanlar ve sıradan insanlar, dayatılan katkı paralarını ödemeyi reddetti. Göç daha da önemli hale geldi ve önce azar azar, daha sonra şehrin nüfusunu oluşturan 35.000 kişinin yarısı bile kalmadı. Filodaki Rumlar olup bitenleri öğrenince hemen Mosconissi'ye doğru yola çıktılar ve 13 Haziran sabahı yetmiş gemiyle bu adanın önüne geldiler. Mosconissi'nin tüm sakinleri ve oraya sığınan aileleri, malları ve eşyalarıyla birlikte gemilere alındı. Ayvalık'a filonun vardığı haberi gelir gelmez, oradaki kargaşa daha [da] şiddetli hale geldi; Yunanlılar, tartışmasız çarpışmaya hazır olan iki grup arasında bulundukları durumun tehlikesini farkederek, kalabalıklar halinde kayıklara binerek Mosconissi adasına ulaştılar. Sabah, Avrupalı görevlilerin 15'i şehri terk ettiler ve Türk garnizonu bu telaşlı hareketlere karşı çıkmak için hiçbir harekette bulunmadı.

15 Haziran'a kadar şehirde sadece birkaç bin Rum kalmıştı; ve tekneler, tüm bu süre boyunca, eşyaları ve insanları aceleyle taşıdı. Önceki gece, Türk komutan kendilerine katılan birkaç takviye milis ile savunmadaydı; Avrupa bayrakları konsolosluk evlerinde dalgalanıyor ve şehir, kaçamayan zavallıların çaresizlik çığlıklarıyla çınlıyordu. Sabah saat dokuzda, kanalda, toplarla donanmış ve çıkarma birlikleri taşıyan çok sayıda Yunan teknesi göründü. Türkler, ilerlemelerini önlemek için rıhtım yakınındaki evlerde siper aldılar: çatışma her iki tarafta da aynı öfkeyle başladı. Yunanlılar, topçularının koruması altında, rıhtıma yaklaştılar ve üç veya dört bin adamı oraya çıkarttılar bu da Türkleri [buradan] uzaklaştırdı ve halktan da birçok insan öldü. [Türkler] kısa bir geri çekilmenin ardından, şehrin ortasına doğru toparlanmaya başardılar. Daha sonra çok şiddetli bir çatışma başladı: neredeyse göğüs göğüse savaştılar; kararlılık ve cesaret her iki tarafta da eşitti, ancak sayılar üstün geldi. Yunanlılar bu Müslüman direnişini bir kez daha ezdiler; daha sonra, her noktada mağlup olan Türkler, geri çekilirken yirmiden fazla yeri ateşe verdi; şehir kısa sürede alevlere teslim oldu. Genel çatışma en fazla iki saat sürdü.

Yunan denizciler [bu] evlere dağıldılar ve ellerine geçen her şeyi [evlerden dışarı] çıkardılar: bu boşaltma, talihsiz sakinlere yarar sağlamadı, çünkü şiddetli bir rüzgar tarafından şiddetlenen alev her şeyi yaktı. Kalanların çoğu bu şekilde kurtarılarak geri verildi; [bu] denizcilerin dürüstlüğüne borçlu olduğumuz bir adalettir. Aynı hat üzerinde bulunan Fransa, İngiltere ve Rusya'nın üç konsolosluk binası en son yananlardı; ateş onlara akşama kadar ulaşmadı: bütün bu süre boyunca ulusal bayraklar orada dalgalandı; onlara kimse dokunamadı ve alevler içinde kayboldular. Türklerin en şiddetli savaştığı yer, Fransız konsolosunun evinin yakınında, bir bakıma kendilerine mesken tuttukları bir yerdi. [Türkler buradan ayrıldıktan sonra] Yunanlılar konsolosluğa girdiler ve diğerlerinin yanı sıra, içinde mevduat ve arşivlerin bulunduğu bir demir kasa gibi birkaç önemli nesneyi oradan aldılar.

Bitişik mağazalar ve Türkler ile Yunanlıların eşit saygı göstermek zorunda oldukları iki Fransıza ait, kolileri ve mobilyaları koydukları depolar, sahipleri hiçbir şeyi alamadan, kurşunlarla delik deşik edilerek yağmalandı. 

Olay sırasında Yunanlılar, kalan tüm sakinleri kurtardı; çok azı Türklerin darbeleri altında can verdi; ama birkaç yüz kişi çok aceleyle gemilere binerken boğuldu. Böyle bir felaketin karmaşası ve dehşeti içinde bazıları alevler içinde kaldı. Hayatta kalanların tümü aynı gece adalara giden gemilere bindirildi. Mosconissi adasını terk eden Türk makamları, düşman donanmasını görünce kendilerini halkın intikamından korunaklı buldular. Tüm Ayvalık kasabası birkaç bina hariç küle döndü: sadece temeller kaldı: bir veya iki gün, bir zamanlar 35.000'den fazla nüfusu olan muazzam büyüklükte bir şehri tepeden tırnağa yıkmak için yeterliydi.

Filonun ayrıldığı gece, yıkıntıların arasında hâlâ kavga vardı; Türkler, 500'den fazla adam kaybettikten sonra gemilere bindirildi. Ertesi gün yenilenmiş bir güçle, Yunanlıların yangından kurtulan mallarını yağmalamak için yeniden ortaya çıktılar. ... Bu çeşitli çatışmalardaki kayıpların 1.500'den fazla adam olduğunu tahmin edebiliriz. Yunanlılardan ancak 150 kişi yaralandı veya öldü. Bu talihsiz seferle görevlendirilen, İpsara filosuydu: tüm sakinler bu adaya nakledildi ve sonra senatoların verdiği kararla [başka adalar] arasında dağıtıldılar.

Ayvalık'ın Rum sakinleri[nin bir kısmı öldü] ve geri kalanlarını da köleleri yaptılar. Yüzlercesinin, özellikle kadın ve çocukların İzmir'deki pazarlarda en düşük fiyatla satıldıklarını gördüm. Hayırsever Avrupalılar bu talihsizlerden bazılarını satın aldı ve serbest bıraktı. O andan itibaren Ayvalık şehrinin bulunduğu bölge terk edildi; onu zenginleştiren güzel mahsuller, kapladığı zeytin ağaçlarının tarlaları, hepsi soldu (1).
--------
(1) Ayvalık hakkında, bu mutsuz şehir hakkında burada bir dipnot bulunmasına, çok sayıda okuyucunun kayıtsız kalmayacağına inanıyorum: [bu dipnot] kökeni, ihtişamı ve yönetimi hakkında ilginç ayrıntılar içeriyor. Bugün Ayvalık'ın bir kül yığınından başka bir şey olmadığından, geçmişiyle bağlantılı her şey merak uyandırır gibi geliyor bana. 

Aiolis sahilinde, küçük bir koyun dibinde, kırk yıl önce, Türk ve Rum karışımının yaşadığı, sürekli çatışma veya birbirleriyle tartışma halinde olan fakir bir köy idi. Türkler ona Ayvalık, Yunanlılar ise Kidonies adını verdiler, bu da Türkçe kelimenin tercümesinden başka bir şey değildi. Ayvalık veya Kidoniès, her iki dilde de ayva anlamına gelir. Mezranın adını ülkeyi kaplayan ayva yetiştiricilerinden aldığı tahmin ediliyor: Bu köy, sihirli bir yükselişin ve büyük bir düşüşün beşiğiydi; birkaç yıl içinde görkeminin en yüksek derecesine ulaşan ve Asya'nın ilk şehirlerinden biri olma noktasına gelen şehir, yirmi sekiz saatlik bir yürüyüş ile İzmir'in kuzeybatısında, on [saatlik bir yürüyüş ile] Bergama'nın batısındadır. Neredeyse hiç tanınmayan Ayvalık, eğitimden çok doğası gereği, aynı zamanda sağlam ve girişimci bir karaktere, seçkin niteliklere ve özel yeteneklere sahip olağanüstü bir adamın himayesi altında yükseldi. 

Bu adamın adı Jean Economes'du. Şehirdeki en eski Yunan ailelerin birinden gelen o, bir rahip ve basit bir mülk sahibiydi ve tüm görevleri mevkisinin yetkileriyle sınırlıydı. Küçük kasabasını, onu ezen boyunduruktan kurtarmak ve orada adını ölümsüz kılmak gençliğinden itibaren tasarladığı büyük projesiydi. Memleketini yirmi beş yaşında terk etti; Türkiye'de seyahat etmek, örf ve adetleri incelemek; doğu dillerinde ve özellikle de kendisi için en gerekli olan Türkçe'de kendini mükemmelleştirme amacındaydı. Birkaç yıllık seyahatlerden sonra İstanbul'a geldi ve şehrinin yararına orada talepte bulunmaya karar verdi. O zamanlar, Kidonya'da hemen hemen eşit sayıda Türk ve Rum bulunuyordu; ama ilki diğerlerine zulmediyordu. Padişahın vezirlerinin önüne çıktı ve Ayvalık'ın yetkililerine karşı şikayette bulunma cesaretini gösterdi. Önce reddedildi, cesareti kırılmadı ve azimle, entrikalarla ve hediyelerle Babıali'den sadece köyünün yönetimini değil, aynı zamanda Türklerin orada oturma hakkını elinden alan bir ferman da aldı: hem şimdi için hem de gelecek için. Bu olağanüstü ayrıcalıklar, kısmen, o zamanlar İstanbul'da mutlak güce sahip olan ünlü Saraf-Petraqui'nin talepleriydi: Economos'u memnuniyetle karşılamış ve taleplerinin tümünü desteklemişti. Sonra, böylesine eksiksiz ve beklenmedik bir başarıdan memnun olarak ülkesine döndü ve aldığı emirleri orada yerine getirdi. Ama oluşan kıskançlıklar ona karşı çıktı: ona bu kadar çok çalışmaya mal olan avantajlardan huzur içinde yararlanamadı: sık sık saldırılara karşı kendini savunmak için, küçük kolonisini sürekli silah altında tuttu. Düşmanlarına karşı her zaman galip gelerek, yönettiği yeri saygın hale getirmeyi başardı; komşu adaların Rumlarını ve anakaradaki Rumları kendi köyüne çağırdı ve [bu davet] olumlu karşıladı; tüm aksilikleri yendi ve kısa sürede Ayvalık şaşırtıcı bir şekilde büyüdü. Haklı olarak onun, [bu şehrin]  yaratıcısı, kurtarıcısı ve babası olduğunu söyleyebiliriz. Ünü küçük hükümetinin sınırlarını aşmayan ve belki de dünyanın dikkatini çekecek daha büyük bir sahneden yoksun olan bu adam, 1791 yılında öldü. [Bugün] gözlerden ırak naaşı, işgal ettiği yeri belirten basit bir kitabe [bile] olmadan, kendi inşa ettirdiği Orfanons kilisesinde dinleniyor. Son günlerinde gücünü kötüye kullanmakla, keyfi eylemlere izin vermekle suçlandı: yanlış ya da sağlam temelli bu iddialar yurttaşlarının zihinlerini karıştırdı; bundan kaynaklanan küçük anlaşmazlıklar, düşmanlarının nefretine güçlü bir şekilde hizmet etti. Güçlü koruyucusu Petraqui'nin ölümüyle İstanbul'daki kredisi de tamamen ortadan kalktığında ve ülkesindeki otoritesinin bozulduğunu görmenin acısılarını yaşadı. Bu arada öldü; ve ölüm şekli hala bilinmiyor; bazıları bunu yaşa ve hastalığa bağlıyor; bazıları zehirlendiği için [diyor], bazıları [ise] kederden [öldüğünü söylüyor]

Ayvalık denizin kıyısında, en azından görünüşte güzel bir limana sahiptir: ancak girişi engelleyen sığlığı, onu ticaret gemileri için kullanışsız hale getirir; sadece küçük tekneleri barındırabilir. Büyük gemilerin geçişini kolaylaştırmak için bu kanal kolayca temizlenebilirdi [ancak] politika buna karşı çıkıyordu. Ayvalık sakinleri için [de], Osmanlı filolarının [şehre] ulaşımını engellemek için bu durumda kalması önemliydi. Şekli, batıda büyük Mosconissi adasıyla ve kuzeybatıda Cromidonissi adası (eski adıyla Poro-sélini) ile sınırlanan oval bir havza şeklindedir: Bu limanın iç kısmında, en büyük gemilerin rahatlıkla taşıyabileceği kadar su vardır [ve] orada güvenlik içinde demirleyebilirler. Yakın zamanda onarılan 470 metre uzunluğundaki eski bir geçit, Ayvalık anakarasını şirin küçük Cromidonissi adasına bağlar; oradan [da], uçları iki adaya sabitlenmiş bir halat- feribotla büyük Mosconissi adasına geçilir. Eskiden Diana adası olan Hécatonissi olarak adlandırılırdı: bu tanrıçanın orada ünlü bir tapınağı vardı; kıyının bir noktasında hala birçok kalıntı var ve büyük bir kısmı karayolunun onarımında kullanılmıştır. Hiçbir şey bu adaların görünümünden daha güzel olamaz. Geçidin karşısındaki Coppano, diğer ikisinden daha küçüktür; Dascalai, Codon, Péra, Mosco, Lio, Anghistri ve Pyrgos'u da görüyoruz: hepsi, orada yetişen aromatik bitkileri ima etmek için kokulu adalar anlamına gelen Mosconissi adıyla anılıyor. 

Ayvalık, kısmen ovada, kısmen yel değirmenleri ile taçlandırılmış küçük tepelerce uzanır. Yükseklerde hava tertemiz; aşağıdaki kasabada daha yetersizdir: yeraltı kanallarının limana götürmesi gereken atık suların burada birikmesine izin verilir; sonuç olarak [da] rıhtım, bir tür lağım çukuru gibidir: üstelik şehrin güçlü akan suyu da yoktur. Oldukça fazla sayıda bulunan çeşmelerini su kemerleri besler; ama bu su çok sağlıklı değildir, çünkü ya geçtiği toprak saflığını değiştirir ya da kanallardan geçen atıksu, onunla karıştığı için kötü bir tat verir. Kuyu suları acıdır; sadece çeşmelerin ve sarnıçların suyu içilir. 1818'de, zaten çok büyük olan şehir, Midillin'den, Mora'dan ve Takımadaların çeşitli adalarından gelen Yunanlılarla her yıl olağanüstü bir şekilde büyüyordu: 1820'de taştan yapılmış ve teraslarla tamamlanmış iki veya üç kat yüksekliğinde üç binden fazla ev vardı; ama bütün bu evler sırasız yerleştirilmiş, dar ve dolambaçlı sokakları takip ediyor.

Neredeyse tüm sokaklar şosedir, ama kirlidir; her iki tarafında kaldırım ve ortasında dere bulunan oldukça geniş olanlar[ı da] vardır: kışın, yağmurlar dereyi yükselttiğinde [geçici] köprülerle [karşıya] geçilir. Evlerdeki tüm atıkların sonlandığı ve yağ fabrikaları ile sabun fabrikalarının pis kokulu sularının aktığı yer burasıdır: bu dereler tamamen pis ve sağlıksızdır.

Ayvalık'ta yaklaşık 32.000 ikamet sakini ve geçici ya da ikamet eden 7 veya 8.000 yabancı vardır. Şehir tamamen Yunan dini mensuplarınındır; ne Türk, ne Ermeni, ne [de] Yahudi vardır.

Bu şehir Efes Başpiskoposu'nun yetkisi altındaydı; Piskoposunun ikamet ettiği güzel bir başpiskoposluk sarayı bile vardı. Çok sayıda Yunan kilisesine sahipti; en başlıcası özellikle çok güzel ve bakımlı olan Ayios-Yorghis ya da Saint-George metropol idi.

Ayvalık yönetimi, Babıali'nin korumasıyla kendi kararlarıyla yönetilen küçük bir cumhuriyet gibidir: padişahın bir gümrük memuru, bir kadısı ve bir [de] ağası vardı; [kadı] sadece şeklen oradaydı: Yunan topluluğu onu istediği gibi adlandırdı ve değiştirdi. 

Ayvalık doğrudan Bursa paşasına bağlıydı, ancak orada hiçbir yetkisi yoktu. Üç mahalleye bölünmüştür: üst, orta ve aşağı. İlkbaharda, bu mahallelerin sakinleri, bu amaç için kutsanmış bir kilisede toplanır ve her biri, mahalleleri için bir (yéronda) temsilci, yaşlılar heyeti üyesi seçtikten sonra, onunla birlikte şatafatlı bir tören yürüyüşü yaparlar; [bu yürüyüş te] ağada olur. Orada, halk adına ciddiyetle hazırlanmış bir tutanakla, bu üç yérondès, bir yıl boyunca şehrin yönetimi için tüm yetkilerle donatılır. Bu sürenin sonunda ya yönetim süreleri biter ya da yönetim biçimlerine göre yeniden seçilirler.

Yérondès'in hizmetleri tamamen fahridir. Halktan diledikleri gibi vergi alırlar, vergi tarifelerini düzenlerler ve kamu gelirlerini bilgilerine ve vicdanlarına göre kullanırlar: sorumlulukları yoktur ve görevden ayrıldıklarında hiç kimse hiçbir şey yapmaz, soruşturma; ticaret ve şehir tüzüklerini hazırlayan ve yayınlayan yine onlardır; bu işlevler özellikle kadıya ait olmakla birlikte, bireylerin uyuşmazlıklarını da [bakarlar].

Yérondès'e işlerinde onlara yardımcı olmak için şu kişiler eklenir: dokuz proestés veya ileri gelen ve iki gràmniatikis veya sekreter: bunlar küçük meclis komününü oluşturur, kinos. Olağanüstü durumlarda, tüm ileri gelenler (en seçkin sakinler) ve en eski ailelerin reisleri çağrılır; sonra, bu genel organ son kararı verir.

Ayvalık sakinlerinin karakteri diğer Yunanlılarınkine benzer: aktif, genel olarak çalışkan, nazik ve cana yakın; ama halk adamları içki içmek için çok isteklidirler; diğer sınıflarda ise, yurttaşların birbirine zarar vermesine neden olan düşük bir kıskançlık görülmektedir. [Kadınlar], genellikle güzeldir, ayrıca aşırı lüks ile ayırt edilir.

Ayvalık'ta kırk yağ fabrikası, otuz sabun fabrikası, birçok tabakhane ve her türden çeşitli atölyeler bulunmaktadır. Kamu anıtları arasında 1803 yılında inşa edilen kolej ilk ilgiyi hak ediyor; Bu yapının güzelliği, kurucularının bina için yaptıkları, bu büyük tasarımın planlaması da gururlandırıyor. İç mekan büyük bir ahenkle kurgulanmıştır: güzel bir bahçe[sinin oluşu] ve denize yakınlığı çok iyidir ancak buna karşın, oradaki hava şehrin diğer bölgelerine göre çok daha kirli olduğu halde: bu bina yabancılar tarafından beğenildi. Şehirden, çevreden ve adalardan düzenli olarak gelen yüz elli kadar her yaştan öğrencisi vardı. Onlara eski Yunanca, edebiyat, güzel yazı, fizik, mantık, retorik, felsefe ve matematik öğretildi. Sandalyeler, yetenekleri için olduğu kadar erdemleri için de daha az övgüye değer olan seçkin profesörler tarafından işgal edildi.

Cemaat zamanla birbirine kısa bir mesafede iki muhteşem hastane inşa etti: Şehir dışında, sağlıklı bir yerde, yamacın üzerinde ve neredeyse denize kıyısı olan küçük bir tepenin eteğinde. Bu hastanelerin her birinin bir kilisesi var ve oldukça becerikli doktorlar hastalara bakıyor. Tehlikeli deliler bu hastanelerden birinde tutulur; sakin olanlar ise şehirde dolaşır; onlar için endişelenmiyorlar. Gerçekleşmek üzere olan devrimi öngörmenin imkansız olduğu bir zamanda, topluluk hastanelerin yakınında büyük bir arazi satın alarak veba kurbanları için bir lazaretto ve bir bakımevi inşa edildi. Veba çevreyi sık sık kasıp kavurduğu ve İzmir'de veya İstanbul'da biraz güçlendiğinde şehirde kendini hissettirdiği için, bu önlem daha da gerekli idi. Yolcuları ve kayıkçıları karantinaya alarak kendimizi bu beladan kurtarmış olurduk.
(çeviri: H.K. Köksal)