Üç ciltlik, Histoire des événements de la Grèce eserinin yazarı Claude Denis Raffenel (1798-1827), 1818-1822 yılları arasında İzmir'deki Fransız konsolosluğunda görev yaptı. Ayrıca aynı yıllarda, İzmir'de yayımlanan Le Spectateur oriental gazetesinde de yazıları yayımlandı.
Aslen tarihçi olan Raffanel, Ayvalık'ta, 13 Haziran 1821 sabahı başlayıp 15 Haziran 1821 günü son bulan Ayvalık isyanına da tanıklık etti. Çatışmaları yakından izledi ve bu gözlemlerini, Türkiye'den ayrıldıktan sonra 1822 yılında Paris'de, Histoire des événements de la Grèce'in birinci cildinde yayımladı.
Ardıl süreçte, Yunan ayrılıkçı hareketlerine karşı olan sempatisi giderek yükselen Raffanel, 1826 yazında Marsilya üzerinden Yunanistan'a geçti ve Osmanlı İmparatorluğu'na karşı mücadele veren Yunan milliyetçi gruplarıyla birlikte oldu. 27 Ocak 1827'de, Atina Akropolü çatışmaları sırasında öldürüldü.
Bu blogda; sayısal kopyasına Bibliothèque nationale de France üzerinden erişilebilen Histoire des événements de la Grèce c.1'in, 8. sayfası ile 187-202. sayfaları arasında yer alan Ayvalık ve 1821 Ayvalık olaylarının çevirisini yayımlayacağım.
Yazarın özellikle dipnot olarak yazdığı ve "Ayvalık hakkında, bu mutsuz şehir hakkında burada bir dipnot bulunmasına, çok sayıda okuyucunun kayıtsız kalmayacağına inanıyorum: [bu dipnot] kökeni, ihtişamı ve yönetimi hakkında ilginç ayrıntılar içeriyor. Bugün Ayvalık'ın bir kül yığınından başka bir şey olmadığından, geçmişiyle bağlantılı her şey merak uyandırır gibi geliyor bana." (Raffenel,1922:193) diye vurguladığı bölüm, "tartışmalarla dolu olsa da" şehrin 18.yüzyıldan başlayan hikayesinin hızlı bir özeti gibidir.
Yazar burada 19. yüzyıl ilk çeyreğindeki Ayvalık şehrinde yaşanan "çevre sorunlarına" da dikkatimizi çekmekte. İçme suyu ve hava kirliliği, lağıma dönüşmüş olan sahil, akademinin inşa edildiği bölgenin kirliliğini anlatan satırlar oldukça dikkat çekici.
Dostluk ve Saygılarımla,
Histoire des événements de la Grèce T.1
[Yunanistan olaylarının tarihi]
s.8
...
Bu şehrin sakinlerinin hepsi özgür, küçük bir aristokratik cumhuriyet gibi kendilerini yönetiyorlardı; kurucusu Jean Economos'a Babıali'nin verdiği tavizler ardından birkaç ilkokul açıldı. 1803'de oradaki Yunan cemaati tarafından, isimleri sonsuza kadar saygı ile anılacak yetenekli adamlar tarafından yönetilen muhteşem bir kolej inşa edildi: Avrupa eğitiminin tüm bilgilerine aşina profesörler, orada öğrencileri eğittiler.
Ayvalık'tan bazı Rumlar, Türklerin şehirlerini tehdit ettiğini duyurmasalardı, o gün İzmir'in de sonu olurdu: Tamamen Rum olan bu şehirde insanlar, Türkleri görmeye alışık değildi; ama bağlı olduğu Bursa paşası, onu isyancılardan gelecek bir darbeye karşı korumak [için], hatta ayaklanma eğilimindeyseler onları uzak tutmak için, birkaç kolordu asker göndermenin gerekli olduğunu düşündü.
Sakinleri bu kararları öğrendiklerinde kendilerini kaybolmuş olarak gördüler. Ayaklandılar ve 13 Haziran'da 600 kişilik bir birlikle oraya giren paşanın Kiaya [??] beyi (üsteğmen), önce askerleri ile halk arasında oluşacak gerilimi fark etti. Şehrin yüksek konseyini oluşturan ileri gelenler, bu subayı, birliklerini şehrin dışındaki bir tepede ikiye ayırmaya davet etti: [subay] önce bunu reddetti; ama daha büyük olaylardan kaçındığı için kısa süre sonra bu isteğe uymak zorunda kaldı. Yunanlıların kanını dökmek için can atan askerler, sokaklarda birkaçına vurmaya cüret ettiler [ancak] halk tarafından geri püskürtüldüler. Kiaya, [??] takviye talep etmek için hemen bir kurye gönderdi ve ertesi gün, şafakta, yaklaşık 3.000 adam Ayvalık'ın ana mahallelerini ele geçirdi. Bu sefer daha ılımlı davrandılar; ama liderleri, o zaman hakim olan geleneğe göre şehrin ileri gelenlerinden büyük bir meblağ istedi. Ticaret ve sanayi ile zenginleşen Ayvalık, Küçük Asya'nın en zengin şehirlerinden biriydi; ancak, başlıca sakinlerinin büyük bir kısmı, olaylar başladığında kaçmıştı. Önce binlerce aile körfezin girişindeki küçük Mosconissi adasına sığındı; kalanlar ve sıradan insanlar, dayatılan katkı paralarını ödemeyi reddetti. Göç daha da önemli hale geldi ve önce azar azar, daha sonra şehrin nüfusunu oluşturan 35.000 kişinin yarısı bile kalmadı. Filodaki Rumlar olup bitenleri öğrenince hemen Mosconissi'ye doğru yola çıktılar ve 13 Haziran sabahı yetmiş gemiyle bu adanın önüne geldiler. Mosconissi'nin tüm sakinleri ve oraya sığınan aileleri, malları ve eşyalarıyla birlikte gemilere alındı. Ayvalık'a filonun vardığı haberi gelir gelmez, oradaki kargaşa daha [da] şiddetli hale geldi; Yunanlılar, tartışmasız çarpışmaya hazır olan iki grup arasında bulundukları durumun tehlikesini farkederek, kalabalıklar halinde kayıklara binerek Mosconissi adasına ulaştılar. Sabah, Avrupalı görevlilerin 15'i şehri terk ettiler ve Türk garnizonu bu telaşlı hareketlere karşı çıkmak için hiçbir harekette bulunmadı.
15 Haziran'a kadar şehirde sadece birkaç bin Rum kalmıştı; ve tekneler, tüm bu süre boyunca, eşyaları ve insanları aceleyle taşıdı. Önceki gece, Türk komutan kendilerine katılan birkaç takviye milis ile savunmadaydı; Avrupa bayrakları konsolosluk evlerinde dalgalanıyor ve şehir, kaçamayan zavallıların çaresizlik çığlıklarıyla çınlıyordu. Sabah saat dokuzda, kanalda, toplarla donanmış ve çıkarma birlikleri taşıyan çok sayıda Yunan teknesi göründü. Türkler, ilerlemelerini önlemek için rıhtım yakınındaki evlerde siper aldılar: çatışma her iki tarafta da aynı öfkeyle başladı. Yunanlılar, topçularının koruması altında, rıhtıma yaklaştılar ve üç veya dört bin adamı oraya çıkarttılar bu da Türkleri [buradan] uzaklaştırdı ve halktan da birçok insan öldü. [Türkler] kısa bir geri çekilmenin ardından, şehrin ortasına doğru toparlanmaya başardılar. Daha sonra çok şiddetli bir çatışma başladı: neredeyse göğüs göğüse savaştılar; kararlılık ve cesaret her iki tarafta da eşitti, ancak sayılar üstün geldi. Yunanlılar bu Müslüman direnişini bir kez daha ezdiler; daha sonra, her noktada mağlup olan Türkler, geri çekilirken yirmiden fazla yeri ateşe verdi; şehir kısa sürede alevlere teslim oldu. Genel çatışma en fazla iki saat sürdü.
Yunan denizciler [bu] evlere dağıldılar ve ellerine geçen her şeyi [evlerden dışarı] çıkardılar: bu boşaltma, talihsiz sakinlere yarar sağlamadı, çünkü şiddetli bir rüzgar tarafından şiddetlenen alev her şeyi yaktı. Kalanların çoğu bu şekilde kurtarılarak geri verildi; [bu] denizcilerin dürüstlüğüne borçlu olduğumuz bir adalettir. Aynı hat üzerinde bulunan Fransa, İngiltere ve Rusya'nın üç konsolosluk binası en son yananlardı; ateş onlara akşama kadar ulaşmadı: bütün bu süre boyunca ulusal bayraklar orada dalgalandı; onlara kimse dokunamadı ve alevler içinde kayboldular. Türklerin en şiddetli savaştığı yer, Fransız konsolosunun evinin yakınında, bir bakıma kendilerine mesken tuttukları bir yerdi. [Türkler buradan ayrıldıktan sonra] Yunanlılar konsolosluğa girdiler ve diğerlerinin yanı sıra, içinde mevduat ve arşivlerin bulunduğu bir demir kasa gibi birkaç önemli nesneyi oradan aldılar.
Bitişik mağazalar ve Türkler ile Yunanlıların eşit saygı göstermek zorunda oldukları iki Fransıza ait, kolileri ve mobilyaları koydukları depolar, sahipleri hiçbir şeyi alamadan, kurşunlarla delik deşik edilerek yağmalandı.
Olay sırasında Yunanlılar, kalan tüm sakinleri kurtardı; çok azı Türklerin darbeleri altında can verdi; ama birkaç yüz kişi çok aceleyle gemilere binerken boğuldu. Böyle bir felaketin karmaşası ve dehşeti içinde bazıları alevler içinde kaldı. Hayatta kalanların tümü aynı gece adalara giden gemilere bindirildi. Mosconissi adasını terk eden Türk makamları, düşman donanmasını görünce kendilerini halkın intikamından korunaklı buldular. Tüm Ayvalık kasabası birkaç bina hariç küle döndü: sadece temeller kaldı: bir veya iki gün, bir zamanlar 35.000'den fazla nüfusu olan muazzam büyüklükte bir şehri tepeden tırnağa yıkmak için yeterliydi.
Filonun ayrıldığı gece, yıkıntıların arasında hâlâ kavga vardı; Türkler, 500'den fazla adam kaybettikten sonra gemilere bindirildi. Ertesi gün yenilenmiş bir güçle, Yunanlıların yangından kurtulan mallarını yağmalamak için yeniden ortaya çıktılar. ... Bu çeşitli çatışmalardaki kayıpların 1.500'den fazla adam olduğunu tahmin edebiliriz. Yunanlılardan ancak 150 kişi yaralandı veya öldü. Bu talihsiz seferle görevlendirilen, İpsara filosuydu: tüm sakinler bu adaya nakledildi ve sonra senatoların verdiği kararla [başka adalar] arasında dağıtıldılar.
Ayvalık'ın Rum sakinleri[nin bir kısmı öldü] ve geri kalanlarını da köleleri yaptılar. Yüzlercesinin, özellikle kadın ve çocukların İzmir'deki pazarlarda en düşük fiyatla satıldıklarını gördüm. Hayırsever Avrupalılar bu talihsizlerden bazılarını satın aldı ve serbest bıraktı. O andan itibaren Ayvalık şehrinin bulunduğu bölge terk edildi; onu zenginleştiren güzel mahsuller, kapladığı zeytin ağaçlarının tarlaları, hepsi soldu (1).
(1) Ayvalık hakkında, bu mutsuz şehir hakkında burada bir dipnot bulunmasına, çok sayıda okuyucunun kayıtsız kalmayacağına inanıyorum: [bu dipnot] kökeni, ihtişamı ve yönetimi hakkında ilginç ayrıntılar içeriyor. Bugün Ayvalık'ın bir kül yığınından başka bir şey olmadığından, geçmişiyle bağlantılı her şey merak uyandırır gibi geliyor bana.
Aiolis sahilinde, küçük bir koyun dibinde, kırk yıl önce, Türk ve Rum karışımının yaşadığı, sürekli çatışma veya birbirleriyle tartışma halinde olan fakir bir köy idi. Türkler ona Ayvalık, Yunanlılar ise Kidonies adını verdiler, bu da Türkçe kelimenin tercümesinden başka bir şey değildi. Ayvalık veya Kidoniès, her iki dilde de ayva anlamına gelir. Mezranın adını ülkeyi kaplayan ayva yetiştiricilerinden aldığı tahmin ediliyor: Bu köy, sihirli bir yükselişin ve büyük bir düşüşün beşiğiydi; birkaç yıl içinde görkeminin en yüksek derecesine ulaşan ve Asya'nın ilk şehirlerinden biri olma noktasına gelen şehir, yirmi sekiz saatlik bir yürüyüş ile İzmir'in kuzeybatısında, on [saatlik bir yürüyüş ile] Bergama'nın batısındadır. Neredeyse hiç tanınmayan Ayvalık, eğitimden çok doğası gereği, aynı zamanda sağlam ve girişimci bir karaktere, seçkin niteliklere ve özel yeteneklere sahip olağanüstü bir adamın himayesi altında yükseldi.
Bu adamın adı Jean Economes'du. Şehirdeki en eski Yunan ailelerin birinden gelen o, bir rahip ve basit bir mülk sahibiydi ve tüm görevleri mevkisinin yetkileriyle sınırlıydı. Küçük kasabasını, onu ezen boyunduruktan kurtarmak ve orada adını ölümsüz kılmak gençliğinden itibaren tasarladığı büyük projesiydi. Memleketini yirmi beş yaşında terk etti; Türkiye'de seyahat etmek, örf ve adetleri incelemek; doğu dillerinde ve özellikle de kendisi için en gerekli olan Türkçe'de kendini mükemmelleştirme amacındaydı. Birkaç yıllık seyahatlerden sonra İstanbul'a geldi ve şehrinin yararına orada talepte bulunmaya karar verdi. O zamanlar, Kidonya'da hemen hemen eşit sayıda Türk ve Rum bulunuyordu; ama ilki diğerlerine zulmediyordu. Padişahın vezirlerinin önüne çıktı ve Ayvalık'ın yetkililerine karşı şikayette bulunma cesaretini gösterdi. Önce reddedildi, cesareti kırılmadı ve azimle, entrikalarla ve hediyelerle Babıali'den sadece köyünün yönetimini değil, aynı zamanda Türklerin orada oturma hakkını elinden alan bir ferman da aldı: hem şimdi için hem de gelecek için. Bu olağanüstü ayrıcalıklar, kısmen, o zamanlar İstanbul'da mutlak güce sahip olan ünlü Saraf-Petraqui'nin talepleriydi: Economos'u memnuniyetle karşılamış ve taleplerinin tümünü desteklemişti. Sonra, böylesine eksiksiz ve beklenmedik bir başarıdan memnun olarak ülkesine döndü ve aldığı emirleri orada yerine getirdi. Ama oluşan kıskançlıklar ona karşı çıktı: ona bu kadar çok çalışmaya mal olan avantajlardan huzur içinde yararlanamadı: sık sık saldırılara karşı kendini savunmak için, küçük kolonisini sürekli silah altında tuttu. Düşmanlarına karşı her zaman galip gelerek, yönettiği yeri saygın hale getirmeyi başardı; komşu adaların Rumlarını ve anakaradaki Rumları kendi köyüne çağırdı ve [bu davet] olumlu karşıladı; tüm aksilikleri yendi ve kısa sürede Ayvalık şaşırtıcı bir şekilde büyüdü. Haklı olarak onun, [bu şehrin] yaratıcısı, kurtarıcısı ve babası olduğunu söyleyebiliriz. Ünü küçük hükümetinin sınırlarını aşmayan ve belki de dünyanın dikkatini çekecek daha büyük bir sahneden yoksun olan bu adam, 1791 yılında öldü. [Bugün] gözlerden ırak naaşı, işgal ettiği yeri belirten basit bir kitabe [bile] olmadan, kendi inşa ettirdiği Orfanons kilisesinde dinleniyor. Son günlerinde gücünü kötüye kullanmakla, keyfi eylemlere izin vermekle suçlandı: yanlış ya da sağlam temelli bu iddialar yurttaşlarının zihinlerini karıştırdı; bundan kaynaklanan küçük anlaşmazlıklar, düşmanlarının nefretine güçlü bir şekilde hizmet etti. Güçlü koruyucusu Petraqui'nin ölümüyle İstanbul'daki kredisi de tamamen ortadan kalktığında ve ülkesindeki otoritesinin bozulduğunu görmenin acısılarını yaşadı. Bu arada öldü; ve ölüm şekli hala bilinmiyor; bazıları bunu yaşa ve hastalığa bağlıyor; bazıları zehirlendiği için [diyor], bazıları [ise] kederden [öldüğünü söylüyor].
Ayvalık denizin kıyısında, en azından görünüşte güzel bir limana sahiptir: ancak girişi engelleyen sığlığı, onu ticaret gemileri için kullanışsız hale getirir; sadece küçük tekneleri barındırabilir. Büyük gemilerin geçişini kolaylaştırmak için bu kanal kolayca temizlenebilirdi [ancak] politika buna karşı çıkıyordu. Ayvalık sakinleri için [de], Osmanlı filolarının [şehre] ulaşımını engellemek için bu durumda kalması önemliydi. Şekli, batıda büyük Mosconissi adasıyla ve kuzeybatıda Cromidonissi adası (eski adıyla Poro-sélini) ile sınırlanan oval bir havza şeklindedir: Bu limanın iç kısmında, en büyük gemilerin rahatlıkla taşıyabileceği kadar su vardır [ve] orada güvenlik içinde demirleyebilirler. Yakın zamanda onarılan 470 metre uzunluğundaki eski bir geçit, Ayvalık anakarasını şirin küçük Cromidonissi adasına bağlar; oradan [da], uçları iki adaya sabitlenmiş bir halat- feribotla büyük Mosconissi adasına geçilir. Eskiden Diana adası olan Hécatonissi olarak adlandırılırdı: bu tanrıçanın orada ünlü bir tapınağı vardı; kıyının bir noktasında hala birçok kalıntı var ve büyük bir kısmı karayolunun onarımında kullanılmıştır. Hiçbir şey bu adaların görünümünden daha güzel olamaz. Geçidin karşısındaki Coppano, diğer ikisinden daha küçüktür; Dascalai, Codon, Péra, Mosco, Lio, Anghistri ve Pyrgos'u da görüyoruz: hepsi, orada yetişen aromatik bitkileri ima etmek için kokulu adalar anlamına gelen Mosconissi adıyla anılıyor.
Ayvalık, kısmen ovada, kısmen yel değirmenleri ile taçlandırılmış küçük tepelerce uzanır. Yükseklerde hava tertemiz; aşağıdaki kasabada daha yetersizdir: yeraltı kanallarının limana götürmesi gereken atık suların burada birikmesine izin verilir; sonuç olarak [da] rıhtım, bir tür lağım çukuru gibidir: üstelik şehrin güçlü akan suyu da yoktur. Oldukça fazla sayıda bulunan çeşmelerini su kemerleri besler; ama bu su çok sağlıklı değildir, çünkü ya geçtiği toprak saflığını değiştirir ya da kanallardan geçen atıksu, onunla karıştığı için kötü bir tat verir. Kuyu suları acıdır; sadece çeşmelerin ve sarnıçların suyu içilir. 1818'de, zaten çok büyük olan şehir, Midillin'den, Mora'dan ve Takımadaların çeşitli adalarından gelen Yunanlılarla her yıl olağanüstü bir şekilde büyüyordu: 1820'de taştan yapılmış ve teraslarla tamamlanmış iki veya üç kat yüksekliğinde üç binden fazla ev vardı; ama bütün bu evler sırasız yerleştirilmiş, dar ve dolambaçlı sokakları takip ediyor.
Neredeyse tüm sokaklar şosedir, ama kirlidir; her iki tarafında kaldırım ve ortasında dere bulunan oldukça geniş olanlar[ı da] vardır: kışın, yağmurlar dereyi yükselttiğinde [geçici] köprülerle [karşıya] geçilir. Evlerdeki tüm atıkların sonlandığı ve yağ fabrikaları ile sabun fabrikalarının pis kokulu sularının aktığı yer burasıdır: bu dereler tamamen pis ve sağlıksızdır.
Ayvalık'ta yaklaşık 32.000 ikamet sakini ve geçici ya da ikamet eden 7 veya 8.000 yabancı vardır. Şehir tamamen Yunan dini mensuplarınındır; ne Türk, ne Ermeni, ne [de] Yahudi vardır.
Bu şehir Efes Başpiskoposu'nun yetkisi altındaydı; Piskoposunun ikamet ettiği güzel bir başpiskoposluk sarayı bile vardı. Çok sayıda Yunan kilisesine sahipti; en başlıcası özellikle çok güzel ve bakımlı olan Ayios-Yorghis ya da Saint-George metropol idi.
Ayvalık yönetimi, Babıali'nin korumasıyla kendi kararlarıyla yönetilen küçük bir cumhuriyet gibidir: padişahın bir gümrük memuru, bir kadısı ve bir [de] ağası vardı; [kadı] sadece şeklen oradaydı: Yunan topluluğu onu istediği gibi adlandırdı ve değiştirdi.
Ayvalık doğrudan Bursa paşasına bağlıydı, ancak orada hiçbir yetkisi yoktu. Üç mahalleye bölünmüştür: üst, orta ve aşağı. İlkbaharda, bu mahallelerin sakinleri, bu amaç için kutsanmış bir kilisede toplanır ve her biri, mahalleleri için bir (yéronda) temsilci, yaşlılar heyeti üyesi seçtikten sonra, onunla birlikte şatafatlı bir tören yürüyüşü yaparlar; [bu yürüyüş te] ağada olur. Orada, halk adına ciddiyetle hazırlanmış bir tutanakla, bu üç yérondès, bir yıl boyunca şehrin yönetimi için tüm yetkilerle donatılır. Bu sürenin sonunda ya yönetim süreleri biter ya da yönetim biçimlerine göre yeniden seçilirler.
Yérondès'in hizmetleri tamamen fahridir. Halktan diledikleri gibi vergi alırlar, vergi tarifelerini düzenlerler ve kamu gelirlerini bilgilerine ve vicdanlarına göre kullanırlar: sorumlulukları yoktur ve görevden ayrıldıklarında hiç kimse hiçbir şey yapmaz, soruşturma; ticaret ve şehir tüzüklerini hazırlayan ve yayınlayan yine onlardır; bu işlevler özellikle kadıya ait olmakla birlikte, bireylerin uyuşmazlıklarını da [bakarlar].
Yérondès'e işlerinde onlara yardımcı olmak için şu kişiler eklenir: dokuz proestés veya ileri gelen ve iki gràmniatikis veya sekreter: bunlar küçük meclis komününü oluşturur, kinos. Olağanüstü durumlarda, tüm ileri gelenler (en seçkin sakinler) ve en eski ailelerin reisleri çağrılır; sonra, bu genel organ son kararı verir.
Ayvalık sakinlerinin karakteri diğer Yunanlılarınkine benzer: aktif, genel olarak çalışkan, nazik ve cana yakın; ama halk adamları içki içmek için çok isteklidirler; diğer sınıflarda ise, yurttaşların birbirine zarar vermesine neden olan düşük bir kıskançlık görülmektedir. [Kadınlar], genellikle güzeldir, ayrıca aşırı lüks ile ayırt edilir.
Ayvalık'ta kırk yağ fabrikası, otuz sabun fabrikası, birçok tabakhane ve her türden çeşitli atölyeler bulunmaktadır. Kamu anıtları arasında 1803 yılında inşa edilen kolej ilk ilgiyi hak ediyor; Bu yapının güzelliği, kurucularının bina için yaptıkları, bu büyük tasarımın planlaması da gururlandırıyor. İç mekan büyük bir ahenkle kurgulanmıştır: güzel bir bahçe[sinin oluşu] ve denize yakınlığı çok iyidir ancak buna karşın, oradaki hava şehrin diğer bölgelerine göre çok daha kirli olduğu halde: bu bina yabancılar tarafından beğenildi. Şehirden, çevreden ve adalardan düzenli olarak gelen yüz elli kadar her yaştan öğrencisi vardı. Onlara eski Yunanca, edebiyat, güzel yazı, fizik, mantık, retorik, felsefe ve matematik öğretildi. Sandalyeler, yetenekleri için olduğu kadar erdemleri için de daha az övgüye değer olan seçkin profesörler tarafından işgal edildi.
Cemaat zamanla birbirine kısa bir mesafede iki muhteşem hastane inşa etti: Şehir dışında, sağlıklı bir yerde, yamacın üzerinde ve neredeyse denize kıyısı olan küçük bir tepenin eteğinde. Bu hastanelerin her birinin bir kilisesi var ve oldukça becerikli doktorlar hastalara bakıyor. Tehlikeli deliler bu hastanelerden birinde tutulur; sakin olanlar ise şehirde dolaşır; onlar için endişelenmiyorlar. Gerçekleşmek üzere olan devrimi öngörmenin imkansız olduğu bir zamanda, topluluk hastanelerin yakınında büyük bir arazi satın alarak veba kurbanları için bir lazaretto ve bir bakımevi inşa edildi. Veba çevreyi sık sık kasıp kavurduğu ve İzmir'de veya İstanbul'da biraz güçlendiğinde şehirde kendini hissettirdiği için, bu önlem daha da gerekli idi. Yolcuları ve kayıkçıları karantinaya alarak kendimizi bu beladan kurtarmış olurduk.