6 Ocak 2015 Salı

KOMŞUM VENEZIS...

Ilias MELLOS (Ilias VENEZIS) Ηλίας Μέλλος ( Ηλίας Βενέζης)
1904, Ayvalık - 1973, Atina

Ayvalık bana huzur gibi hüzün de veriyor... Sokakları adımlarken, okuduğum tüm yaşanmışlıklar, tanık olmadığım o geçmişi aralayarak karşımda beliriyor sanki. Ve sırf “o belirme” halini yaşayabilmek için, elimdeki kitabın satırlarını yutarcasına okurken, anlatılan yeri bulmaya çabalıyor ayaklarım.

Korkarım bu anlattığım kimi okura “pek hayırlı bir durum gibi gözükmeyebilir” ama ben, bu pusulayı kullanarak Ayvalık'ı tanımayı çok sevdim. Ama bir o kadar da canım acıyor, anlatılanın geçtiği o yerleri adımladıkça. Pusulam Ahmet YORULMAZ'ın “Ulya”sı da olabiliyor, ÇETİNKAYA'nın “Askerlik Hayatım”da... Ama daha çok komşularım Ilias ile kardeşi Agapi'nin yazdıkları...

Şeytan'ın Kahvesi'nden Yedi Kuyular'a doğru, 13 Nisan Caddesi'nde ilerliyorum... Agios Tiriada Kilisesi'ne yaklaşıyorum... Etrafıma bakıyorum:
Bir gece, Aya Triada'daki tavernaların önünde kaçakçılar eğleniyordu. ... Sabahtan beri reisleriyle beraber içiyorlardı, şimdi akşam olmuş ve yarı uzanmış, hantallaşmış bedenleriyle oturuyorlar, fazla konuşmuyorlardı. ... Civardaki evlerin kapılarında, pencerelerinde genç kızlar oturup fısıldaşıyor ve yüzleri kızararak mahalleli gençleri izliyorlardı.” (Venezis,2013:110)
Agios Triada'nın bulunduğu adaya geldiğimde, şimdiki muhtarlık ofisinin önünde, bulunduğum yere çakılıyorum adeta ve bakışlarımı zorlayarak caddeye döndürdüğümde önümden:
Hayvanlar gibi iple birbirine bağlanmış, gözü dönmüş güruh tarafından dövülen, çıplak insanlar, sefalet içinde, bitkin, sapsarı yüzleri kederli, korku dolu öbek öbek yürüyordu.” (Molivyatis,2005:29)
Karşı kaldırıma geçiyorum, caddeden 112, 18.Sokak'tan 1 numara verilmiş evin önüne, Mellos'ların evi burası. Ilias ve kardeşleri o kötü günler öncesinde bu sokakta koşuyorlar, Ilias bu caddeyi izleyerek Taxiarchs (İsmet Paşa) Mahallesindeki okuluna yürüyordu. Onsekizine basmış olmalıydı liseyi bitirdiğinde. Ve önünde durduğum bu evin bodrumuna saklamıştı ailesi onu ve ihtimal, bu pencereden bakıyordu Lelekas'ın götürülüşüne:
Pencerenin arkasından bu olanları izliyordum. Sevkiyatın arasında Kostas’ın müzisyeni Lelekas’ı fark ettim. Mızmızın teki, alıngan, bir gözü kör, soluk benizli bir yaratıktı -tarihin sarı sayfaları içinden çıkıp gelmiş gibi. Bir yıl önce, aniden mahallemize çıkagelmişti. Bir kahvede çalıyordu. Müşterileri uyuklatırdı. Kansız bomboş damarlar gibi bir musikiydi. Ona diyorlardı; değiştir şu nakaratı, nefeslere koy biraz sirkeli zeytinyağı! O da buna karşı, yağlı ceketine bürünüp ısrarlı ve hararetli bir ‘’hayır’’ basıyordu – geçimini sürdürebilmesine şaşarsın. Bir vakit aç kaldı. Sonra ona üzüldüler. Veremdi.” (Aker,2013)
20. Sokak'tan denize doğru yürümeye başlıyorum. Safa Caddesi'ne vardığımda Hastane yönüne dönüp 22. Sokak'tan sahile çıkıyorum... Şimdi bir pansiyona ev sahipliği yapan binanın önüne geldiğimde:
Annem, küçük pencerenin önündeki taş kaldırıma diz çökmüştü ve henüz bağırmıyor, ağlıyordu. Nöbetçi önce bırakmıyor yaklaşsın, o zaman ortalığı yıktı, çılgın gibi. Sonunda bıraktılar, pencereye yaklaşırken yüzüstü kapaklandı. Tatlı esmer yüzü parmaklığa yapıştı. Umutsuzca kalkmaya çabalıyor, eli parmaklıkta yere yarı uzanmış sesleniyordu. — İlia! İlia!”(Aker,2013)
Söylemiştim size yukarıda, bu pusulayla yürürken sokaklarda, içim çok acıyor... XIX. yüzyıl sonlarında insanları esir alan -ve hala yeni acılar yaratma kudretini elinde tutan- XX. yüzyılın o batası “ırk yaratma projesi”, şovenizmin acılarla dolu sonuçlarını adımladıkça her gün, içim acıyor...

Ilias VENEZIS (Ηλίας Βενέζης)
KİMDİR? NELER YAŞADI? NELER YAZDI?


Venezis'lerin, 13 Nisan Caddesi 112 numaradaki evleri
(Fotoğraf: Hayri Kaan KÖKSAL, 2014)

Gerçek adı Ilias MELLOS olan Ilias VENEZIS, 4 Mart 1904 tarihinde Ayvalık'ta, Agios Triada mahallesinde doğdu. Babası bir aristokrat olan Michael D. Mellos ve annesi ise Vassiliki Giannakou Bimpela'dır.

Ailenin tümü Ayvalık'ta doğan; Antipi, Ilias, Agapi, Artemis, Lena ve Tanos adlarında 6 çocuğu oldu.

Ilias, 1909-1914 yılları arasında Ayvalık Okulunda [1] okudu. 1914'te Birinci Dünya Savaşının patlak vermesi üzerine babası, eşini ve çocuklarını alarak Midilli Adası'na göç etti. Ilias, 1914-1918 yılları arasında Midilli Gimnasyum'una devam etti. Kız kardeşi Artemis, o yıllarda İspanyol gribine yakalanarak öldü. Aile, ateşkesin imzalanması ile tekrar Ayvalık'a döndü. Ve Ilias burada Ayvalık Gimnasyum'una başlayarak 1921 yılında mezun oldu. İlk kısa hikayesi, 1921 yılında İstanbul'da yayınlanan O Logos dergisinde basıldı.

Eylül 1922'de, “sabotajcılık” (bombacı) suçlaması ile tutuklandı. Ailesi, tutuklanmasından birkaç gün sonra Yunanistan'a göç etti. Ilias Ayvalık'ta, bugün Ayazma Pansiyon'un bulunduğu binada hapis yattı ve ardından 14 ay tutuklu kaldığı “amele taburunda” çetin bir yaşam mücadelesi verdi. Burada yaşadıklarını “Numara: 31328” (Το Νούμερο 31328) [2] adlı romanından öğreniyoruz.

Ilias, Ayvalık'ta oluşturulan tutuklu kafilesi ile yayan olarak ve korkunç eziyetler yaşayarak Altınova, Bergama ve Kırkağaç'a getirildi. Bir süre Bakır'da bir askeri doktora Fransızca tercümanlık yaptı ama bu uzun sürmedi. Tekrar Kırkağaç'a gönderildi ve bir süre sonra trenle Akhisar'a getirildi. Buradan da serbest bırakılacağı güne kadar Manisa'daki 14. Amele Taburu'nda kaldı.

Venezis'in Eylül 1922'de bir süre hapis yattığı karakol binası. Şimdi Ayazma Pansiyon adıyla konaklama tesisi olarak kullanılıyor. (Fotoğraf: Hayri Kaan KÖKSAL, 2014)

1923 yılında serbest bırakıldı. Ailesini bulmak için Midilli'ye geçti ve adaya yerleşti. Bir süre Midilli'nin Plomari (Πλωμάρι) kasabasında Tarım Bakanlığı'nda görev yaptı ardından Midilli'deki Yunanistan Bankası'nda çalıştı. 1927'de “Nea Estia” (Yeni Ev) dergisi “Ölüm” adlı çalışmasını ödüllendirdi.

1928 yılında kısa öykülerden oluşturduğu Manolis Lekas'ı yayınladı. 1932'den itibaren 1957'ye kadar Atina'da Ulusal Banka'da Genel Müdürlük yaptı. 1938 yılında Ayvalıklı gençlik aşkı Stavritsa Molyviatis ile evlendi ve Anna (Anna Venezi Kosmetatou) adında bir kızı oldu.


1939 yılında Midilli'deki günlerini işlediği Huzur (Γαλήνη) adlı romanını yayınladı. 1940 yılında bu romana Atina Akademisi tarafından “Ulusal Edebiyat Ödülü” verildi.

27 Ekim 1943'de Nazi SS'leri tarafından tutuklanarak Averof cezaevlerindeki idam mahkumları hücresi olan C-Blok'ta hapse atıldı. Başpiskopos Damaskinos'un da içinde bulunduğu yüksek düzeyli Yunan yetkililerinin çabalarıyla 23 gün sonra serbest bırakıldı. Aynı yıl, 14 Aralık 1943 tarihinde çıkan Eolya Toprağı (Αιολική Γη)'nın ilk baskısı bir hafta içinde tükendi. 1945 yılında Averof hapishanesindeki günlerinden yola çıkarak Blok-C adlı tiyatro oyununu yazdı ve oyun Pelos KATSELIS'in yönetiminde sahnelendi. 1946'da oyunun kitabı yayınlandı.

1949 yılında Birleşik Devletler Dış İşleri Bakanlığı'nın davetlisi olarak Amerika'ya gitti, burada bir dizi dersler ve röportajlar verdi. 1950 yılında “Çıkış” ( Έξοδος) adlı romanı yayınlandı.

Eleni NIKOLAIDI ve Elias VENEZIS, New York 1949

Savaş sonrasında Acrapolis gazetesinde köşe yazıları yazmaya başladı. 1950-1952 yılları arasında Ulusal Tiyatro Yönetim Kurulu sekreteri ve yönetmen direktörü olarak çalıştı. Yine aynı tiyatroda, 1964-1967 yılları arasında da idari direktör ve sanat komitesi başkanlığı yaptı.

1950'de “Onikiler Grubu” kurucu üyesi oldu. 1954-1966 yılları arasında Ulusal Yayıncılık Vakfı üyeliği yaptı. 1957 yılında Atina Akademisi üyeliğine seçildi. 1963-1966 yılları arasında Selanik Film Festivali başkanlığı, 1966-1970 yılları arasında ise Hellenic American Birliği Yönetim Kurulu başkan yardımcılığı yaptı.

Uzun süren hastalığı ardından 1973 yılında Atina'da öldü. Memleketi olan Ayvalık'ın komşusu Midilli Adası'ndaki Mithymnas mezarlığına gömüldü. Mezarında vasiyeti üzerine adı yerine tek bir sözcük yazıldı: HUZUR...

Venezis'in tüm arşivi 2010 yılında kızı Anna Venezi KOSMETATOU tarafından The American
School of Classical Studies at Athens (ASCSA)'a bağışlandı.


Yazarın kız kardeşi ve tutuklanması ile başlayan "10 Günün Günlüğü"
romanının yazarı Agapi MOLIVYATIS

On Günün Günlüğü romanının Yunanca baskısına ait kapak resmi.

Venezis'in dünyaca tanınmasını sağlayan ve 14 ay tutuklu kaldığı
"amele taburu" günlerini anlattığı romanı: Numara 31328

Bu resmi bir Yunan sitesindeki afişten aldım. İşaretli kişi Ilias Venezis. Ancak ne zaman çekildiği ve neresi olduğu hakkında bilgi bulamadım. (alıntı: http://www.nerit.gr/)


---
DİPNOTLAR

[1] Ayvalık eğitim kurumları, Ioannes DEMETRAKELLIS-Oikonomos'un da katkısıyla geleneksel Hellenik sisteme bağlı idiler. Bu sistemde temel eğitim üç biçimde verilmekteydi: Demotik (temel), Hellenik ve Gimnasya. Demotik eğitim 6, Hellenic eğitim 3 ve Gimnasya ise 4 yıl sürerdi. Kızlarda göz yumulsa da ilk öğretim her çocuk için zorunluydu ve öğrencinin temel eğitimdeki tüm dersleri alması gerekmekteydi. Çocuk 6 yaşında temel eğitime kabul edilirdi. İlk üç yılında; Antik ve modern Yunanca okuma, yazma, matematik, antik Yunan tarihi, temel coğrafya, resim ve müzik ile kız çocukları için biçki-dikiş dersleri verilirdi. Beşinci ve altıncı sınıfta modern tarih, geometri, botanik ve jeoloji dersleri verilirdi. Haftada 3 saat jimnastik dersi olur, bu derslerde uzun yürüyüşler yapılır ve yüzülürdü.

[2] Ilias burada geçen günlerini, Şubat 1924'te Stratis Mirivilis (Στράτης Μυριβήλης) tarafından haftalık olarak çıkartılan ve Midilli'de basılan Kambala dergisinde “Numara: 31328” (Το Νούμερο 31328) adıyla yayınladı. Daha sonra 1931 yılında kitap olarak Midilli'de basılan bu eseri, 1978 yılında Nikos KOUNDOUROS (Νίκος Κούνδουρος), senaryosu kendisi ve Stratis Karras tarafından yazılan “1922” adıyla film yaptı. [ http://www.imdb.com/title/tt0079643/ ]

---
KAYNAKÇA

Aker A. (2013),
31328 NUMARA - İlias Venezis, 29 Ağustos 2013 Perşembe, son erişim tarihi: 3 Kasım 2023
(Numara: 31328, VENEZIS Ilias, attilaker.blogspot.com/2013/08/31328-numara-ilias-venezis.html)

Molivyatis, A. (2005).
On günün günlüğü, (çev.) Kosta Sarıoğlu, İstanbul: Albatros Yayıncılık.

Venezis, I. (2013).
Eolya toprağı, İstanbul: Belge Yayınları.

Venezis, I. (2007).
Numero 31328 amele taburu, İstanbul: Belge Yayınları.



2 Ocak 2015 Cuma

AYVALIK'ta YILBAŞI ve ZEYBEKLİK ÜZERİNE

Bu yılbaşını yıllardır düşlediğimiz biçimde, “sokak”ta geçirdik. Yeni yıla, Pericik ile titreyerek Ayvalık Cumhuriyet Meydanın'daki bir barda ve Fethi Ağabey ile birlikte girdik. Ve “efsane kişi'm” Fethi Namlı: hiç Türkçe müzik çalmaması ile ünlü, sevgili Ahmet'e “bir harmandalı çal be bre!” demesi üzerine başlayan zeybek havası ile ortaya fırladık. 85'lik delikanlı, Adalı (Midillili) Fethi Ağabey “efe”, 50'lik, Girit muhaciri torunu bendeniz ise bir “kızan” olarak zeybek döndük...

Çok eğlendi(k/m)...

Pericik biz zeybek dönerken çektiği fotoğrafları gösterince yeni yılın ilk sabahı bana, Adalı delikanlı'yı paylaşmak ve aslında ileride yazacağım “Ayvalık'ta tütün kaçakçılığı ve kolcular” konusunda detaylı olarak ele alacağım zeybek/zeibekiko meselesini de özetleyerek sunmak istedim sizlere.

şüphesiz tüm gece boyunca "zeybeklik gereği ağırbaşlı" olamadım :)
Hem suyun bu yakası ve hem de öte yakasının kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri zeybek, halkı koruyan cesur bir adamı temsil eder aslında. Anadolu'nun batı coğrafyasında yaşayan; mert, cesur, gözü pek, eşitlikçi ve paylaşımcı, baskılara karşı ise tahammülsüz ve isyankar köylüler tarafından oluşturulan gurubun bireyinden başkası değildir zeybek. Zeybek veya Zeibekiko türkülerinin ezgileri ve sözleri gibi, o yaşam biçiminin sembolü olan dansı da incelediğinizde, onun, dini gibi milliyetinin de olmadığını göreceksiniz. Anadolu'da her konuda olduğu gibi zeybeklik de, var olan ile üzerine eklenen göç dalgalarının birleşiminin son ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır.




SÖZCÜĞÜN ETİMOLOJİK YAPISI
Bu adın kökeninin, batı topraklarındaki pagan dönem lider kültü olan Zeus'dan kaynaklı olduğu konusunda, neredeyse uzlaşılmakta. Yılda bir defa bağ bozumu festivalleri sırasında yapılan ve Zeus ile Bacchus'e (Dionisos) ortak olarak ithaf edilen törenlerde yapılan danslara “zeu+bakhi+ko” (ζεϊμπέκικα :: zeïmpékika) denmekteydi. Buradan türeyen “zeu-bati-ko” ise, “zeus” ile eski Yunancada yürüyüş anlamına gelen “badis” (βάδισμα :: vádisma) sözcüklerinin birleşimi sonucunda oluşan “Zeus'un yeri sarsan adımlarıyla yürüyen”anlamına gelmekte.

Mahmut Ragıp Gazimihal, Seçme Müzik Makaleleri – 2'de, sözcüğün Grek kökenli olduğunu ve “b” harfinin “v” biçiminde seslendirilmesi nedeniyle “sayvakikos” , “zaypapikos” şeklinde söylendiğini belirttikten sonra, Rodos'ta ise bu dansa “Turkikos” dendiğini yazmaktadır. Ayrıca aynı anlama gelen bir sözcük olarak "saybak"ı irdeleyerek bunun, ses uyumu sonucunda zeybek haline geldiğini de açıklar. Divanı Lügatı Türk'e göre (cilt I, sayfa 333) “Bekneg” sözcüğündeki “bek” sözü sağlam anlamına gelmektedir ve “sağ” sözcüğü de anlayışlılık anlamında olduğu (cilt III. Sayfa 154) kaydedilmektedir. Birleşik sözcük haline geldiğinde “sag+bek”, anlayışlı, akıllı, sağlam, zeybek anlamına gelmektedir.

ZEYBEK / ZEIBEKIKO KİMDİR?
Zeybeklik; halka karşı kendiliğinden görev yükümlenen, ezilenin gözeticisi olmayı kendisi için zorunlu bir görev sayan, sürekli olarak kendini denetleyecek katı kurallar oluşturmuş geleneksel bir yaşam biçimidir. Bu geleneksel yapıda yer alan bireylere “zeybek”, bu bireylerin öncülüğünü ve sorumluluğunu üstlenen zeybeğe “efe”, efenin yardımcısına “baş zeybek”, gruba yeni katılan genç üyelere ise “kızan” denir.

Zeybeklerde, ana kabulün “gizlilik” olduğu güçlü ve olgunlaşmış bir örgütsel yapılanma vardır. Bu yapılanma merkezden dışa doğru:
  • Efe
  • Baş zeybek ya da baş kızan
  • Kızanlar ya da zeybekler
  • Muavin çeteler
  • Haberci ya da istihbarat ağı
  • Yatak ya da barınma ağı biçimindedir.

Zeybekler içlerinde erdemleri ve yetenekleri ile öne çıkan zeybeği, törensel bir ritüelle efe olarak seçer. Gruba dair tüm kararlar, efe tarafından alınır ve bu kararlar tartışılmazdır. Efe, en olgun, en birikimli ve en deneyimli zeybeği kendisine yardımcı olması için baş zeybek olarak belirler. Zeybeklerin ve kızanların sorumluluğu baş zeybeğe aittir. Baş zeybek, efe olmadığı zamanlarda çeteyi yönetir. Kızanların isteklerini efeye iletir. Kızanlar ise grubun ya da örgütsel ilişkinin içinde yer alan gençler arasından ve uzun süren gözlemler sonrasında, efe tarafından seçilir. Çetenin günlük işlerini ve gereksinimlerini yerine getirirler. Köy, kasaba ya da şehir ile sürdürülen ilişkileri yürütürler.

Muavin çeteler, direktifleri efeden almakla birlikte, ana çeteden ayrı gezerler. Ana görevleri, takip kuvvetlerini şaşırtmak ya da dağıtmak, ulaşılması zor noktalarda eylemler koymak ve ana çeteye sürekli lojistik destek sağlamaktır.

Haberci ya da istihbarat ağı, çetenin bilgi edinme, gözetleme, ön araştırma ve inceleme işlerini yürütür.

Yatak ya da barınma ağı ise, yeme-içme, mühimmat sağlama gibi gereksinimlerin giderildiği, çetenin sığındığı, barındığı, gizlendiği yerlerdir.

Bu örgütlenmenin tam anlamıyla güvenli, eksiksiz ve gizli olması gereklidir. Yapılabilecek en basit hata bile, bu ciddi ögütlenmenin tümüyle dağıtılmasına neden olacağından, grubun içindeki hiç bir gevşeklik bağışlanmaz. Zeybek töresine göre; ekmek yenen, su içilen yardım alınan eve zarar verilmez, hanedeki kadınlara saygı gösterilip, yan gözle bakılmaz. Yardım görülen hanenin tüm güvenliğinden de sorumlu olunur.

Zeybeklerin nerede ve nasıl konaklayacaklarını kendilerinde başka kimse bilmez. Dağları, geçitleri, koyakları, su başlarını, yörüklerin konakladıkları yerleri, köyün sahip olduğu silahları, köyün zenginlerini ve muhtaçlarını çok iyi bilirler. Efenin gönderdiği kızanlar, yataklar vasıtasıyla son haberleri alır, en ince ayrıntısına kadar plan yapılır ve eylem tereddütsüz uygulanır. Takip ve baskınlar için karanlık saatler seçilir, iz kaybetme ve oyalama için farklı taktikler uygulanır.

Sürekli ihtiyatlı hareket etmek zorunda olan zeybekler ayak seslerini bile ayırt etmekte ustaydılar. İnanılmaz derecede çevik hareket edip, hızlı kavrama ve değerlendirme yetenekleri gelişkindi. Bu kendilerini takip eden kuvvetlerden farklılaştıkları en önemli özelliklerden birisidir. Düşünmeden harekete geçmez, öfkelerine, anlık duygu ve kızgınlıklarına göre iş yapmazlardı. Kendi deyimleriyle “öfke gelir göz kızarır, öfke gider yüz kızarır’’ diyerek, her olay için ince hesaplar yapılırdı.

Zeybekler; yiğitliğin, mertliğin, cömertliğin, korkusuzluğun, sabrın, yardımseverliğin ve olgunluğun gereği örnek davranışlar takınırlarken aynı zamanda da yaşamları için gerekli olan en önemli yeteneğe, silah kullanma yeteneğine de sahiplerdi. Ölüm karşısında soğuk kanlı davranan zeybeklere göre: “yiğit olan yiğit, yaşadığı günün hesabını yapmaz” idi.

Aynı zamanda varlık nedenleri de olan; yolsuzluğun ve haksızlığın yapıldığı yerde, ezilen insanların hakkını koruma görevlerini yerine getirdikçe de, toplumun umut ve saygı duyduğu kişiler oldular. Halkın üzerinden zenginleşen ağa ve tefecilerle, soyguncu ve çapulcularla mücadele edip, onlardan aldıklarını ihtiyaç sahiplerine dağıttılar, kimsesizlerin çeyizini düzerek, köy çeşmelerini ya da yollarını yaptırdılar. Bu adaletçi eylemleri sonucunda da toplum tarafından “iyinin dostu, kötünün düşmanı” olarak tanındılar.

Bu muazzam örgütlenme, kendi içinde geliştirdiği ve neredeyse tüm çetelerde benzer olan ritüeller ile yaşamlarını sürdürdüler.

KIZANLIĞA KABÜL
Kızan, efenin yönetiminde olan ve onun direktifleriyle hareket eden silahlı ve genç takipçilerdi. Kızanların korunması, kollanması, beslenmesi, yetiştirilmesi, uymaları gereken davranış kuralları ve geleneklerin aktarıldığı eğitimler zeybeklik töresinin parçalarıydı.

“Efeyi efe yapan kızanlardır” kabulü ile kızan seçimine oldukça özen gösterilirdi. Herkes kızan olamaz ve herkes kızanlığa kabul edilmezdi. Kızan olmak isteyen kişi, içinde bulunduğu koşulları ve geçmişiyle ayrıntılı olarak araştırılır, belli bir süre denemeye tabi tutulur ve sonra törenle kızan seçilirdi. Kızandan beklenen, kurallara uyması, çeteye uyum ve efeye bağlılıktı. Kızan için efe, çete için her türlü zorluğu, sıkıntıyı ve ölümü göze alan kişi demekti.

Zeybeklik sıradan bir cesaret ya da yiğitlik gösterisi değildi. İyi, etkin, yönlendirici ve namlı bir zeybek olabilmek için bir takım yeteneklere, belli bir birikime, olgunluğa, hızlı kavrama, değerlendirme ve karar verme yetilerine sahip olmak gerekirdi.

KIZANLIĞA GEÇİŞ TÖRENİ
Kızan töreni sabahın erken saatlerinde dağın zirvesinde bir defne ağacının altında gerçekleştirilirdi. Defne ağacı zeybek töresinde, dibinde Hızır'ın yattığı kabül edildiğinden kutsaldır. Bir çeşit totem olan bu ağacın, kesilmesi ve yakılması günahtır. Bulunduğu yerlerin bereketli olduğuna inanılır. Bu ağacı kutsal saydıkları için zeybekler, silahlarına yapraklarını sürerlerdi.

Efe defne ağacı önünde diz çöker. Kızan adayı dışındaki tüm zeybek ve kızanlar da onun çevresinde halka yaparak diz çökerler.

Efe bulunduğu yerden doğrularak dumanlı dağlara, yalçın kayalıklara, derin uçurumlara ve son olarak da yeni kızan adayının gözlerine bakar. Kızan efeye doğru ilerler ve önünde eğilerek belindeki yatağanı (bıçak) çıkarıp üç kez öperek alnına değdirir. Sonra efenin önünde diz çökerek, usulca yatağanı yere koyar ve başı önde elleri göğsünde kavuşturulmuş biçimde beklemeye başlar. Efe burada kızan adayına "bu yükü kaldırıp kaldıramayacağını" sorar. Kızan adayı: ”Yolumuz yolundur efem ser veririm sır vermem” diye yanıtlar. Daha sonra efe, elini kızan adayının sırtına koyarak yemin ettirir:
Efenin söylediği sözden, gösterdiği izden, ayrılmayacağıma, dostunu dost, düşmanını düşman bileceğime, masum ve zavallının üstüne hiçbir zaman silah çevirmeyeceğime, serim gitse de sır vermeyeceğime, bu dağ başında, yiğitlerin önünde efemin huzurunda yemin ederim.

Kızan adayı, defne ağacına saplanmış bir yatağanın altından yedi kere geçer. Diğer kızanlar da ağacın çevresinde yedi kez dönerek aynı şekilde yatağanın atından geçerler. Efe yatağanı elleri arasına alarak zeybek duasına başlar. Dua bittikten sonra efe, yerde duran yatağanı kızana verir ve kızan da aldığı bıçağı üç kez öperek başına değdirip kuşağına sokar.

Ardından efe, silahlığı içinde duran bir pazubenti ve bir hamaylığı çıkartarak kızanına verir. Kızan, kendisini arkebüz kurşunundan, Tatar okundan, Rum ateşinden, Venedik humbarasından, fitneci nazarından, kara ve sarı hummadan, açık deniz canavarından ve diş ağrısından koruyacak sihirli sözler yazılı pazubenti sol pazusuna sarar ve içinde, yine kendisini koruyacak dualar bulunan bir muskanın bulunduğu hamaylıyı boynuna takarak ayağa kalkar.

Tören efenin defne ağacına sapladığı yatağanı çekerek kınına koyması ile tamamlanır. Hep birlikte ayağa kalkıldıktan sonra, aday genç zeybekler arasına katılmış efenin kızanı olmuştur.

EFENİN ÖLÜMÜ ve GÖMÜLME TÖRENİ
Grubun lideri olan efenin ölümü, zeybek çetesi için zor bir sınavdır. Öncelikle zeybek töresine uygun bir yas töreni düzenlenir. Bu törende, dağdaki en büyük kaya üzerine efenin bedeni yatırılır. Cenazenin başı ve ayakları yönünde çam, meşe ve ardıç yapraklarından oluşturulan yığıntı ateşe verilir. Zeybekler bağlama eşliğinde yas ezgileri çalarak ağıtlar yakar, değişler söyler ve ölünün çevresinde bu törene özgü zeybek oyununu oynarlar. Bu oyunu kızanlar oynamaz sadece başları önde töreni izlerler. Tören bittiğinde efenin naaşı, kendileri dışında kimsenin bulamayacağı bir mezara gömülür. Bu mezarın yeri büyük bir kaya dibidir ve önüne dut ya da ardıç ağacı dikilir.

YENİ EFENİN BELİRLENMESİ
Tören bittiğinde, önce isteyen zeybeklerin çeteden ayrılması için bir süre beklenir. Ayrılan zeybek bu süreçten uzaklaşarak düze inebileceği gibi ayrı bir çete de oluşturabilir. Kalan zeybekler töreni sürdürürler.

Efe seçimi töreni, gömütün bulunduğu dağda, bir kaya dibi ya da bir mağra önünde yapılır. Önce zeybekleri bundan sonra yönetecek efe için gerekli özellikler belirlenir. Bunlar; yiğitlik, mertlik, korkusuzluk, güzel ahlaklılık, yardımseverlik, düşkünleri korumak, çeteyi yönetebilmek, gerekli disiplini sağlamak, yeterli birikime ve olgunluğa sahip olmak, saygın ve sevilen birisi olmak gibi zeybeklik töresinin iyi vasıf saydığı özelliklerdir. Bazı çetelerde, efenin oğlu varsa ve bu niteliklere de sahipse efe seçilebilir.

Seçim tamamlandıktan sonra zeybekler sırayla kalkarak, efe olarak seçilen liderlerinin önüne gelip yatağanlarını bırakır ve elini öperek başlarına koyarlar. Bu davranış, yeni efelerini onayladıkları ve ona bağlılıklarını ifade ettikleri manasındadır.

Bu aşamadan sonra Bir efe dağda da olsa düzde de olsa efedir. Zeybek de nerede olursa olsun zeybektir. Zeybek olunduktan sonra olanca hayatının sonuna kadar öyle kalınır. Efelik ve zeybeklik halka göre onurlu ve erdemli bir iştir.

KISACA ZEYBEK OYUNLARI
Zeybek oyunları, Afyon, Antalya, Isparta, Burdur, Sakarya illerini sınır kabule edersek, bu sınırın batısında oynanır. Doğuya yöneldikçe kaşık havaları ile karışan bir türe dönüşür. Kadın zeybekleri erkek zeybeklerine göre daha “yörük” bir görünüm taşır. Erkek zeybek oyunlarının diğer oyunlara göre en büyük özelliği tek olarak ve serbest oynanmasıdır. Toplu olarak oynanan zeybek oyunlarında oyuncular arasında müzik ve ritim hariç hiç bir bağ bulunmaz. Oyunu oynayan kişi hiç bir kurala bağlı kalmadan tamamen içinden geldiği gibi oynar.

















Erkek zeybeği genellikle birkaç oyuncunun çember şeklinde dizilmesiyle oynanır. Zeybek oynayan dansçı, kollarını omuz hizasında, elleri başıyla aynı hizada olacak şekilde iki yana doğru açar ve bazı oyunlarda kollarını dirseklerden hafifçe kırar. Bu hareket antik dönemden gelen ve dağların fatihi kartalı betimleyen bir duruş olabilir. Zeybek büyük adımlar atarak ağır ağır hareket eder. Dansın özgün hareketi olarak, ara sıra yere doğru eğilip bir dizin yere dokundurur. Tüm Ege ve Balıkesir zeybek oyunlarında bu hareket ile karşılaşılır.

Zeybek oyunları Güneye indikçe daha kıvrak hareketler ve ezgiler ile oynanırken, Doğuya doğru daha küçük ve ağır adımlı bir hale dönüşür. Halikarnas Balıkçısı, Düşün Yazıları'nda zeybek ve horon danslarını kıyaslarken, oyunlardaki hareketleri bulunulan coğrafyanın yapısına bağlar.