Şeytan'ın Kahvesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şeytan'ın Kahvesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Eylül 2015 Perşembe

2011 - Ay Büyürken Uyuyamam

Süre: 114 dakika | IMDB Puanı: 3,1/10
Yönetmen
  Şerif Gören
Senaryo
   Şerif Gören
Eser
   Necati Cumalı
Yapımcı
  Mehmet Gören
Stüdyo
  Cinefilm
Tür
   Dram, Romantik
Oyuncular:
Ayça Bingöl ................ Melek
Hazal Kaya ................. Hülya
Fırat Çelik ................... Mert
Fırat Tanış .................. Cafer
Ali Düşenkalkar ........... Takkeli Hoca
Selin Şekerci ............... Leyla
Bülent Şakrak ............. Dalgacı Mahmut
Hakan Boyav .............. Dönek Hüsam
Necip Memili ............... Fırıldak Necmi
Yaşar Güner ............... Hacı Nizam
Serdar Yeğin .............. Doktor Sinan
Kadir Özdal ............... Samanlıktaki Adam
A. Yavuz Sepetçi ....... Muallim Fethi
Serhan Arslan ........... Şükrü
Yüksel Arıcı ............... Kunduracı Ahmet
Alp Nalbantoğlu ........ Murad
Betül Şahin ................ Neslişah
Maral Büyüksaraç ..... Güllü
Mustafa Kaçak .......... Belediye Zabıta
Çağıl Tekten .............. Hatçe
Merve Yetişkin .......... Hemşire
Ayşe Tosunoğlu ......... Hanife
Sudi Pulathaneli ........ Fethi Bey'in Arkadaşı
Sinem Tuncay ............ Monika
Gülay Tüner
Suat Kaçak
Hasan Özbek
Öznur Kavala
Müşfik Saltık
Cemo Can Tosunoğlu
Mustafa Poyraz ........... Anıl
Kübra Kayaalp ............. Ahmet Ağa'nın Kızı
Tayfun Arman ............. Güvenlik
Erkan Çilak .................. Güvenlik
Sertan Erkaçan ............ Yaman
Murat Sarı ................... Ati
Yüksel Ünal ................. Memed
Cemal Baykal .............. Necmi
Mutlu Çamlıyer
Cihangir Şeşen ............. Pala
Hande Akman .............. Ayşe
Gizem Güdür ............... Güllü
Nazan Aktay ................ Ahmet Ağa'nın Karısı
Sevda Çiçek ................. Hüsam'ın Karısı
Gamze Ataşen .............. Hüsam'ın Kızı
Beliz Wander ............... Dürdane
Yüksel Arıcı

Okur; eserin Necati Cumalı'ya, senaryo ve yönetmenliğin ise Şerif Gören'e ait olduğu bir film ile karşılaşınca, benim yaptığım türden bir heyecan ile ekranın karşısına kurulacaktır ihtimal... Hele bir de okura; Suat Bey'in kendi kahvesinde müşteri olduğunu, sevgili Mustafa'nın zabıta elbiseleri içinde dükkan bastığını ve Hasan Bey'in de, Ali Bey Cami'nin son cemaat yerinde Belediye başkanı Dönek Hüsam'ın yaptığı konuşma sonrasında provokasyona gelen kitlenin içinde göreceğini söylersem bu 13 Nisan Caddesi mekanlı filmi, mısırlarını bile patlatıp izlemeye koyulacaktır. Yazdıklarımın tümüyle ne kadar doğru olmasına karşın, filmin o kadar kötü olduğunu da üzülerek belirterek mekanlara ve filmi özetlemeye geçeyim.

Film neredeyse tamamen 13 Nisan Caddesi Deve Meydanı'ndaki Şeytanın Kahvesi ile karşısındaki bugün köy minibüslerinin kalktığı kooperatif binası arasında geçmekte. Bu bina film için plato olarak inşa edilmiş idi. Kahvenin yanındaki bina ise bir sağlık ocağı. Ayrıca Halaların Bahçesi (İkonomos'un Bahçesi-Amfi Tiyatro altı) içinde de çekilmiş birkaç sahne bulunmakta. 

Özetle; Melek iki genç kızı ve kocası ile Ayvalık'ta tatlıcı dükkanı işletmektedir. "Boyu kadar kızları" olmasına rağmen henüz gençliğini ve güzelliğini kaybetmemiş olan Melek'e bazen açıktan bazen gizliden bütün kasaba erkekleri tutkundur. Kocasını bir eşcinsel ilişki üzerine yakalayan ve onu evden kovan Melek'in üzerinde şimdi daha fazla göz, daha fazla baskı vardır...






6 Mayıs 2015 Çarşamba

"kıdemsiz muhacir" İLE BU ŞEHRİ ANLAMA KILAVUZU - I






Bu yazı dizisi boyunca tüm yürüyüşlerimize, değerli komşum Suat (KAÇAK) Bey'in, "Şeytanın Kahvesi" önünden başlayacağız. O ve kahvesi başlı başına bir makale konusu ve bunu Esat PAPİLA kendi blogunda mükemmel biçimde yaptığından, okumanız ve mükemmel görselleri incelemeniz için size o linki vereceğim.
(Foto: H.Kaan KÖKSAL, 25.7.2014)


BAŞLARKEN
Kerameti kendinden menkul bir görev mi acaba yapmaya yeltendiğim ya da “neden” sorusunun sorulmayışından kaynaklı süren ve birisi sormasa hala sürmeye devam edecek kayıtsızlığa bir başkaldırı mı bilemiyorum.


Yıllardır gittiğim her yerden aldığım gezi kitaplarını okumaya daha başlarken ya da bir müze veya ören yer tabelasının daha ilk satırında, peş peşe gelen -ve ne yazık ki farkına bile varmadıkları- yanlışları düzeltmekten yorulmak mı desem yoksa?


Kimbilir belki de bir “tutkuyla” bu şehri sevmek... Üstelik, dünü bugünden -ve şüphesiz- bugünü de dünden kopartmadan, tüm olarak sevmek. Salt binalarını değil, kirli sokaklarıyla, yanlarından geçerken size kayıtsız bakan kedileriyle veya belirsiz geçmişi gibi, belirsiz akıbetiyle birlikte, bu şehri sevmek.


Böylesine derin bir ortaçağ aşkı mümkün mü? Mem ü Zin gibi, Ferhat ile Şirin gibi, böylesine bir ortaçağ aşkından bahsediyorum: mümkün mü?


İşte bu yanıtını hala bulamadığım “soru” ile yola çıktım, bu şehrin “kıdemsiz muhaciri” olarak yürüyorum, daracık sokaklarında. Yapmaya çalıştığım şey çok basit aslında: “menkıbeler ile kotarılmaya çalışılan” geçmişi, doğru yerinden tutup çıkartmak ve şayet çıkarsa bir gün, bu şehri anlamak isteyen bir kişi daha, ona, yolunda yoldaş olmak. Gerçeği anlamak arzusuyla yürüyen bir kişiye eşlik etmek bile, nasıl da büyük bir iddia bu şehir için...


Şöyle diyeyim o zaman: salt kendisi için “bu şehri anlamaya” çalışan bir -kıdemsiz- muhacirin çabalarından derlenen “bu şehri anlama kılavuzu” duruyor karşınızda. Ya da “benimle bir yürüyüş yapmaya ne dersiniz?” Ayvalık yürüyüşlerinizde size eşlik edecek, gözden kaçtığı için hala sır olan unutulmuş noktaları keşfedecek, yorulduğunuz anlarda bir şeyler atıştırmak için mola verecek ve kim bilir belki de, söylediklerime kızacağınız bir yol arkadaşı olma teklifidir bu size...


Hazırsanız şayet, haydi başlayalım dolaşmaya...






6 Ocak 2015 Salı

KOMŞUM VENEZIS...

Ilias MELLOS (Ilias VENEZIS) Ηλίας Μέλλος ( Ηλίας Βενέζης)
1904, Ayvalık - 1973, Atina

Ayvalık bana huzur gibi hüzün de veriyor... Sokakları adımlarken, okuduğum tüm yaşanmışlıklar, tanık olmadığım o geçmişi aralayarak karşımda beliriyor sanki. Ve sırf “o belirme” halini yaşayabilmek için, elimdeki kitabın satırlarını yutarcasına okurken, anlatılan yeri bulmaya çabalıyor ayaklarım.

Korkarım bu anlattığım kimi okura “pek hayırlı bir durum gibi gözükmeyebilir” ama ben, bu pusulayı kullanarak Ayvalık'ı tanımayı çok sevdim. Ama bir o kadar da canım acıyor, anlatılanın geçtiği o yerleri adımladıkça. Pusulam Ahmet YORULMAZ'ın “Ulya”sı da olabiliyor, ÇETİNKAYA'nın “Askerlik Hayatım”da... Ama daha çok komşularım Ilias ile kardeşi Agapi'nin yazdıkları...

Şeytan'ın Kahvesi'nden Yedi Kuyular'a doğru, 13 Nisan Caddesi'nde ilerliyorum... Agios Tiriada Kilisesi'ne yaklaşıyorum... Etrafıma bakıyorum:
Bir gece, Aya Triada'daki tavernaların önünde kaçakçılar eğleniyordu. ... Sabahtan beri reisleriyle beraber içiyorlardı, şimdi akşam olmuş ve yarı uzanmış, hantallaşmış bedenleriyle oturuyorlar, fazla konuşmuyorlardı. ... Civardaki evlerin kapılarında, pencerelerinde genç kızlar oturup fısıldaşıyor ve yüzleri kızararak mahalleli gençleri izliyorlardı.” (Venezis,2013:110)
Agios Triada'nın bulunduğu adaya geldiğimde, şimdiki muhtarlık ofisinin önünde, bulunduğum yere çakılıyorum adeta ve bakışlarımı zorlayarak caddeye döndürdüğümde önümden:
Hayvanlar gibi iple birbirine bağlanmış, gözü dönmüş güruh tarafından dövülen, çıplak insanlar, sefalet içinde, bitkin, sapsarı yüzleri kederli, korku dolu öbek öbek yürüyordu.” (Molivyatis,2005:29)
Karşı kaldırıma geçiyorum, caddeden 112, 18.Sokak'tan 1 numara verilmiş evin önüne, Mellos'ların evi burası. Ilias ve kardeşleri o kötü günler öncesinde bu sokakta koşuyorlar, Ilias bu caddeyi izleyerek Taxiarchs (İsmet Paşa) Mahallesindeki okuluna yürüyordu. Onsekizine basmış olmalıydı liseyi bitirdiğinde. Ve önünde durduğum bu evin bodrumuna saklamıştı ailesi onu ve ihtimal, bu pencereden bakıyordu Lelekas'ın götürülüşüne:
Pencerenin arkasından bu olanları izliyordum. Sevkiyatın arasında Kostas’ın müzisyeni Lelekas’ı fark ettim. Mızmızın teki, alıngan, bir gözü kör, soluk benizli bir yaratıktı -tarihin sarı sayfaları içinden çıkıp gelmiş gibi. Bir yıl önce, aniden mahallemize çıkagelmişti. Bir kahvede çalıyordu. Müşterileri uyuklatırdı. Kansız bomboş damarlar gibi bir musikiydi. Ona diyorlardı; değiştir şu nakaratı, nefeslere koy biraz sirkeli zeytinyağı! O da buna karşı, yağlı ceketine bürünüp ısrarlı ve hararetli bir ‘’hayır’’ basıyordu – geçimini sürdürebilmesine şaşarsın. Bir vakit aç kaldı. Sonra ona üzüldüler. Veremdi.” (Aker,2013)
20. Sokak'tan denize doğru yürümeye başlıyorum. Safa Caddesi'ne vardığımda Hastane yönüne dönüp 22. Sokak'tan sahile çıkıyorum... Şimdi bir pansiyona ev sahipliği yapan binanın önüne geldiğimde:
Annem, küçük pencerenin önündeki taş kaldırıma diz çökmüştü ve henüz bağırmıyor, ağlıyordu. Nöbetçi önce bırakmıyor yaklaşsın, o zaman ortalığı yıktı, çılgın gibi. Sonunda bıraktılar, pencereye yaklaşırken yüzüstü kapaklandı. Tatlı esmer yüzü parmaklığa yapıştı. Umutsuzca kalkmaya çabalıyor, eli parmaklıkta yere yarı uzanmış sesleniyordu. — İlia! İlia!”(Aker,2013)
Söylemiştim size yukarıda, bu pusulayla yürürken sokaklarda, içim çok acıyor... XIX. yüzyıl sonlarında insanları esir alan -ve hala yeni acılar yaratma kudretini elinde tutan- XX. yüzyılın o batası “ırk yaratma projesi”, şovenizmin acılarla dolu sonuçlarını adımladıkça her gün, içim acıyor...

Ilias VENEZIS (Ηλίας Βενέζης)
KİMDİR? NELER YAŞADI? NELER YAZDI?


Venezis'lerin, 13 Nisan Caddesi 112 numaradaki evleri
(Fotoğraf: Hayri Kaan KÖKSAL, 2014)

Gerçek adı Ilias MELLOS olan Ilias VENEZIS, 4 Mart 1904 tarihinde Ayvalık'ta, Agios Triada mahallesinde doğdu. Babası bir aristokrat olan Michael D. Mellos ve annesi ise Vassiliki Giannakou Bimpela'dır.

Ailenin tümü Ayvalık'ta doğan; Antipi, Ilias, Agapi, Artemis, Lena ve Tanos adlarında 6 çocuğu oldu.

Ilias, 1909-1914 yılları arasında Ayvalık Okulunda [1] okudu. 1914'te Birinci Dünya Savaşının patlak vermesi üzerine babası, eşini ve çocuklarını alarak Midilli Adası'na göç etti. Ilias, 1914-1918 yılları arasında Midilli Gimnasyum'una devam etti. Kız kardeşi Artemis, o yıllarda İspanyol gribine yakalanarak öldü. Aile, ateşkesin imzalanması ile tekrar Ayvalık'a döndü. Ve Ilias burada Ayvalık Gimnasyum'una başlayarak 1921 yılında mezun oldu. İlk kısa hikayesi, 1921 yılında İstanbul'da yayınlanan O Logos dergisinde basıldı.

Eylül 1922'de, “sabotajcılık” (bombacı) suçlaması ile tutuklandı. Ailesi, tutuklanmasından birkaç gün sonra Yunanistan'a göç etti. Ilias Ayvalık'ta, bugün Ayazma Pansiyon'un bulunduğu binada hapis yattı ve ardından 14 ay tutuklu kaldığı “amele taburunda” çetin bir yaşam mücadelesi verdi. Burada yaşadıklarını “Numara: 31328” (Το Νούμερο 31328) [2] adlı romanından öğreniyoruz.

Ilias, Ayvalık'ta oluşturulan tutuklu kafilesi ile yayan olarak ve korkunç eziyetler yaşayarak Altınova, Bergama ve Kırkağaç'a getirildi. Bir süre Bakır'da bir askeri doktora Fransızca tercümanlık yaptı ama bu uzun sürmedi. Tekrar Kırkağaç'a gönderildi ve bir süre sonra trenle Akhisar'a getirildi. Buradan da serbest bırakılacağı güne kadar Manisa'daki 14. Amele Taburu'nda kaldı.

Venezis'in Eylül 1922'de bir süre hapis yattığı karakol binası. Şimdi Ayazma Pansiyon adıyla konaklama tesisi olarak kullanılıyor. (Fotoğraf: Hayri Kaan KÖKSAL, 2014)

1923 yılında serbest bırakıldı. Ailesini bulmak için Midilli'ye geçti ve adaya yerleşti. Bir süre Midilli'nin Plomari (Πλωμάρι) kasabasında Tarım Bakanlığı'nda görev yaptı ardından Midilli'deki Yunanistan Bankası'nda çalıştı. 1927'de “Nea Estia” (Yeni Ev) dergisi “Ölüm” adlı çalışmasını ödüllendirdi.

1928 yılında kısa öykülerden oluşturduğu Manolis Lekas'ı yayınladı. 1932'den itibaren 1957'ye kadar Atina'da Ulusal Banka'da Genel Müdürlük yaptı. 1938 yılında Ayvalıklı gençlik aşkı Stavritsa Molyviatis ile evlendi ve Anna (Anna Venezi Kosmetatou) adında bir kızı oldu.


1939 yılında Midilli'deki günlerini işlediği Huzur (Γαλήνη) adlı romanını yayınladı. 1940 yılında bu romana Atina Akademisi tarafından “Ulusal Edebiyat Ödülü” verildi.

27 Ekim 1943'de Nazi SS'leri tarafından tutuklanarak Averof cezaevlerindeki idam mahkumları hücresi olan C-Blok'ta hapse atıldı. Başpiskopos Damaskinos'un da içinde bulunduğu yüksek düzeyli Yunan yetkililerinin çabalarıyla 23 gün sonra serbest bırakıldı. Aynı yıl, 14 Aralık 1943 tarihinde çıkan Eolya Toprağı (Αιολική Γη)'nın ilk baskısı bir hafta içinde tükendi. 1945 yılında Averof hapishanesindeki günlerinden yola çıkarak Blok-C adlı tiyatro oyununu yazdı ve oyun Pelos KATSELIS'in yönetiminde sahnelendi. 1946'da oyunun kitabı yayınlandı.

1949 yılında Birleşik Devletler Dış İşleri Bakanlığı'nın davetlisi olarak Amerika'ya gitti, burada bir dizi dersler ve röportajlar verdi. 1950 yılında “Çıkış” ( Έξοδος) adlı romanı yayınlandı.

Eleni NIKOLAIDI ve Elias VENEZIS, New York 1949

Savaş sonrasında Acrapolis gazetesinde köşe yazıları yazmaya başladı. 1950-1952 yılları arasında Ulusal Tiyatro Yönetim Kurulu sekreteri ve yönetmen direktörü olarak çalıştı. Yine aynı tiyatroda, 1964-1967 yılları arasında da idari direktör ve sanat komitesi başkanlığı yaptı.

1950'de “Onikiler Grubu” kurucu üyesi oldu. 1954-1966 yılları arasında Ulusal Yayıncılık Vakfı üyeliği yaptı. 1957 yılında Atina Akademisi üyeliğine seçildi. 1963-1966 yılları arasında Selanik Film Festivali başkanlığı, 1966-1970 yılları arasında ise Hellenic American Birliği Yönetim Kurulu başkan yardımcılığı yaptı.

Uzun süren hastalığı ardından 1973 yılında Atina'da öldü. Memleketi olan Ayvalık'ın komşusu Midilli Adası'ndaki Mithymnas mezarlığına gömüldü. Mezarında vasiyeti üzerine adı yerine tek bir sözcük yazıldı: HUZUR...

Venezis'in tüm arşivi 2010 yılında kızı Anna Venezi KOSMETATOU tarafından The American
School of Classical Studies at Athens (ASCSA)'a bağışlandı.


Yazarın kız kardeşi ve tutuklanması ile başlayan "10 Günün Günlüğü"
romanının yazarı Agapi MOLIVYATIS

On Günün Günlüğü romanının Yunanca baskısına ait kapak resmi.

Venezis'in dünyaca tanınmasını sağlayan ve 14 ay tutuklu kaldığı
"amele taburu" günlerini anlattığı romanı: Numara 31328

Bu resmi bir Yunan sitesindeki afişten aldım. İşaretli kişi Ilias Venezis. Ancak ne zaman çekildiği ve neresi olduğu hakkında bilgi bulamadım. (alıntı: http://www.nerit.gr/)


---
DİPNOTLAR

[1] Ayvalık eğitim kurumları, Ioannes DEMETRAKELLIS-Oikonomos'un da katkısıyla geleneksel Hellenik sisteme bağlı idiler. Bu sistemde temel eğitim üç biçimde verilmekteydi: Demotik (temel), Hellenik ve Gimnasya. Demotik eğitim 6, Hellenic eğitim 3 ve Gimnasya ise 4 yıl sürerdi. Kızlarda göz yumulsa da ilk öğretim her çocuk için zorunluydu ve öğrencinin temel eğitimdeki tüm dersleri alması gerekmekteydi. Çocuk 6 yaşında temel eğitime kabul edilirdi. İlk üç yılında; Antik ve modern Yunanca okuma, yazma, matematik, antik Yunan tarihi, temel coğrafya, resim ve müzik ile kız çocukları için biçki-dikiş dersleri verilirdi. Beşinci ve altıncı sınıfta modern tarih, geometri, botanik ve jeoloji dersleri verilirdi. Haftada 3 saat jimnastik dersi olur, bu derslerde uzun yürüyüşler yapılır ve yüzülürdü.

[2] Ilias burada geçen günlerini, Şubat 1924'te Stratis Mirivilis (Στράτης Μυριβήλης) tarafından haftalık olarak çıkartılan ve Midilli'de basılan Kambala dergisinde “Numara: 31328” (Το Νούμερο 31328) adıyla yayınladı. Daha sonra 1931 yılında kitap olarak Midilli'de basılan bu eseri, 1978 yılında Nikos KOUNDOUROS (Νίκος Κούνδουρος), senaryosu kendisi ve Stratis Karras tarafından yazılan “1922” adıyla film yaptı. [ http://www.imdb.com/title/tt0079643/ ]

---
KAYNAKÇA

Aker A. (2013),
31328 NUMARA - İlias Venezis, 29 Ağustos 2013 Perşembe, son erişim tarihi: 3 Kasım 2023
(Numara: 31328, VENEZIS Ilias, attilaker.blogspot.com/2013/08/31328-numara-ilias-venezis.html)

Molivyatis, A. (2005).
On günün günlüğü, (çev.) Kosta Sarıoğlu, İstanbul: Albatros Yayıncılık.

Venezis, I. (2013).
Eolya toprağı, İstanbul: Belge Yayınları.

Venezis, I. (2007).
Numero 31328 amele taburu, İstanbul: Belge Yayınları.



21 Aralık 2014 Pazar

AYVALIK DEVE GÜREŞLERİ

















Bugün yıllardır izlemek istediğim bir etkinlik olan Deve Güreşlerine gittik Pericik ile. Tüm Türkiye'den gelen 120 deve ve onların sahipleri ile çalıştırıcılarının doldurduğu Ayvalık Kamyoncular Parkı, bir panayır yeri gibiydi. Rengarenk develer arasında açılmış; poşu, sucuk-ekmek (şüphesiz deve sucuğu) ve meşrubat satıcıları ile alkol standı panayırın mükemmel bileşenleri idi. Bizim gibi meraklı bir kaç muhacir dışında tüm etkinlik izleyenleri, bu güreşlerin kent kent dolaşan müdaimleri oldukları konuşmalarından belliydi:
  • Bak, bak... Muşat çengelini gördün mü?
  • Yok beya! O sağcı deve, kol attı...

Deve güreşleri bir Yörük kültürü ve son iki yüz yıldır yeni eklentiler ile gelişerek süren bir dizi etkinliğin sonu. Bu etkinlikler dizisi Ayvalık'ta kasım ayının 15'inde başlıyor. Önce gürbüzleşen ve asabileşen tülüler bir güzel giydirilir ve bir tür semer olan havutlarının arkasına pehlivanın adı işlenmiş peşleri takılır. Çanları, zincirleri ve boncukları takılan tülüler, zurna ve davul eşliğinde geçit resmi yaparak Deve Meydanı'na getirilir.


Deve Meydanı, 13 Nisan Caddesi girişindeki Bilezikli Kuyu'nun bulunduğu yerdeki Şeytan'ın Kahvesi önüdür. Burada dualar okunur ve tülüler tanıtılır, Belediye Başkanı o sene yapılacak güreşin giderlerini üstlenen ya da organizasyonu üstlenen kişilere poşularını bağlar. Çalan zurna peşrevi eşliğinde “havut hayrı lokması” dökülür ve bu törene Havut Hayrı adı verilir. Tören, süslü tülülerin sıraya dizilip yaptıkları yürüyüş ile tamamlanır. 

İzleyen hafta (bu deve güreşlerini yapan organizasyonun takvimi nedeniyle bu yıl gecikti) güreşlerden bir gün önce, deve sahiplerinin tüm giderleri üstlendiği ve kendisinin uygun gördüğü misafirler ile gurbetçi rakip deve sahiplerinin de çağrıldığı, dostlukları pekiştirmek amacıyla Halı Gecesi düzenlenir. Bu gece yaptırılan tavalar yenir, rakılar içilir ve sazlar eşliğinde türküler söylenir. Gece çok geç saatlere kadar sürer ve etkinliğe yeni bir gelir daha oluşturmak amacıyla, o gece üzerinde oturulan halı açık arttırma ile satılır.


Ertesi sabah başlayacak güreşlere gelecek seyirciler de kendi hazırlıklarını yaparlar. Bolca yumurta haşlanır, köfte ve peynir ile ekmek hazırlanıp sepetlere denklenir. Ve şüphesiz rakı... Tabi artık çirkin renkli plastik poşetler içinde erzaklar getiriliyor. Sabahın erken saatlerinde güreş alanına gelen seyirciler, çit çevresine masalarını kurarlar. Saat 11 sularında, fazlaca sünnileşen fatihalı dualar okunsa da, 20 yıl öncesine kadar Alevi Yörük geleneği güreş duaları edilip ilk güreş başlar.

Okura önemli bir bilgi vermeliyim ki; bu “olağanüstü hazırlıklara” rağmen, deve güreşinde “bahis” yoktur ve “yeltenenler kınanır”.

TÜLÜ Nedir?
Güreşçi develer, tek hörgüçlü dişi "yoz" develer ile çift hörgüçlü "buhur" adı verilen erkek develerin çiftleşmesinden meydana gelen ve "Tülü" adı verilen erkek develerdir. Tülüleri, güreşler için “savran” adı verilen eğitimciler yetiştirirler. Ve aynen yarış atlarında olduğu gibi, tülülerde de bir soy takibi vardır.

Deve güreşleri; Ayak, Orta, Başaltı ve Baş olmak üzere dört kategoride gerçekleştirilir. Her bir güreş yaklaşık 10 dakika kadar sürer ve kaçan, bağıran ya da devrilen pehlivan güreşi kaybeder. Süre sonunda bir deve diğerine üstün gelmediyse müsabaka berabere biter.







Tüm etkinliği; kendine has dörtlükler ya da manzum cümlelerle zenginleştiren, müsabakayı izleyenlere aktaran ve sahadaki gelişmelere göre urgancıları yardıma çağıran cazgırlar sunar. 




Güreşleri masa hakemleri ve sahada görev yapan baş hakem ile orta hakemler yönetir. Ayrıca acil durumlar için kızgın tülüleri bağlayan yeterli sayıda urgancı ile ağız ve ayak bağlarını kontrol eden görevliler de saha içinde görev yaparlar.




Güreşlerin heyacanını artırmak için, değişik oyunları yapan develerin birbiriyle eşleştirilmesine özen gösterilir. Her deve kendi sınıfındaki tülüyle güreşir. Sağdan güreşen develere sağcı, soldan güreşen develere solcu, ayak oyunları yaparak rakiplerinin ayağına çelme atarak oturan develere çengelci, rakiplerinin başını göğsünün altına alıp oturan deveye bağcı, rakibini yıkmak ve kaçırmak için yan yana gelip ittiren ve başıyla ayaklarını yoklayan develere tekçi denmektedir.

adet üzere selfiiii
Güreşi kazanan tülü, görülmesi gereken bir böbürlenme ile sahada dolaştırılır ve sonra dört ayağını bir araya getirilerek seyirci selamlatılır. Kaybeden pehlivan ise -o da görülmesi gereken- hüzünlü bir mahcubiyet ile çöker.

Yenilen pehlivanın hüzünlü ve mahcup çöküşü
Mükemmel bir kültürel geleneğe eşlik etmenin mutluluğu ile omuzumda poşu, ağzımda biraz önce yediğim ve Pericik'in içini kaldıran "sucuğun" tadıyla eve dönerken, yakınımızdaki staddan yükselen goooolll sesi ile sevincim iki kat arttı. Zira Ayvalıkgücü: 2- Ankara Demir Spor:1 ...