Ayvalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ayvalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Kasım 2023 Perşembe

ILIAS VENEZI'nin MOLYVOS'DAKİ MEZAR YERİ ARAŞTIRMASI

(resim.01) "emekli" Gazeteci Naki A'bi (Özkan)'ye yolladığım
"bilgi notu" kitapçığı. (kaynak: Hayri Kaan Köksal,2022) 
 
Bu çalışma; 2022 yılı yaz aylarında "Midilli'ye geçeceğini" söyleyen Naki A'bi (Özkan)'ye hazırlanan bir kitapçığın, Onun tarafından "adım adım" takibi sonrasında bulunan" bir Ayvalıklı'nın, "mezar yeri" araştırmasıdır. 

Bu Ayvalıklı Ilias Venezis (Ηλίας Βενέζης) idi ve mezarında "adı bulunmuyor", bunun yerine ΓΑΛΗΝΗ (GALINI > HUZUR) yazmaktaydı (resim.02) (resim.03)

(resim.02) Νεα Εστiα Dergisinin Venezi'nin ölümü sonrası yayımlanan
1139. sayısı kapağı. (kaynak: booksistor.gr)

(resim.03) Νεα Εστiα Dergisinin 1139. sayısında yayımlanan Venezi'nin mezarı.
(kaynak: aiolikagrammata.blogspot.com)

Bir de o mezarlıkta, Helen komünist hareketin önemli bir temsilcisi olan Stavros Tsakyrakis (Σταύρος Τσακυράκης) yatmaktaydı (resim.04)

(resim.04) 21 Temmuz 2018 tarihinde ölen hukukçu Stavros Tsakyrakis (Σταύρος Τσακυράκης).
(fotoğraf: EUROKINISSI)

Elimizdeki bu verilerle aşağıda sunulan "bilgi notu" hazırlandı (Köksal,2022).

[ * ]

Öğretmen, tarihçi ve yazar Önder Kaya, 2018 yılında yaptığı bir Midilli gezisinde, Ilias Venezi'nin mezarını bulma öyküsünü; paros.com.tr'de 31 Ocak 2021 tarihinde yayımladığı "Ayvalık Doğumlu Anadolulu Bir Yazar: İlias Venezis" adlı makalesinde şöyle anlatır: 

(resim.05) Paros Dergisi 112. sayı.
(kaynak: paros.com.tr)
“...Şehri gezerken benim için en büyük sürprizlerden biri, ünlü yazar İlias Venezis’in burada gömülü olduğunu gezi rehberi sevgili dostum Hakan Dinç’ten öğrenmek oldu. Eşimle beraber Venezis’in mezarını aramaya koyuldum ve aradığımızı şehrin bir kenar mahallesinde küçücük bir mezarlıkta bulduk. Sonrasında Ayvalık’a döndüğümde değerli ağabeyim fotoğraf sanatçısı Nazım Timuroğlu’yla konuşurken Venezis’in mezarından bahsettim. O da bana Ayvalık’taki evinin halen durduğunu söyledi, sadece söylemekle kalmadı, restore edilmeyi bekleyen Aya Triada Kilisesi’nin karşı çaprazında yer alan evi gösterdi de.(Kaya,2021) (resim.05).

Yazıda bahsettiği sevgili arkadaşım ve fotoğraf sanatçısı Nazım Timuroğlu ile yaptıkları Ayvalık gezisi sonrasında bana uğramışlar ve bahçede oturmuştuk. Önder Kaya'nın Midilli'de bulduğu Venezis'nin mezarına ait çektiği fotoğrafları da o zaman görmüştüm. 

Aramızda mezarlığın yeri hakkında bir konuşma geçse de detaylı bilgileri bugün anımsayamadığım için yeniden bir araştırmayı yapmaya karar verdim (harita.01).

(harita.01) Midilli Adası'nda bulunan mezarlıklar.
(kaynak: Google Haritalar)

Ilias Venezis (Ηλίας Βενέζης)'in kısa yaşam öyküsünü 31 Ekim 2023 günü yayımlanan blogumda, uzun yaşam öyküsünü ise, 6 Ocak 2015 tarihli KOMŞUM VENEZIS... adlı blogumda yayımlamıştım. 

Yaşamının son yıllarını Mithymna (Μήθυμνα)'nın 4 km kuzey-doğusunda bulunan ve Anadolu'ya bakan bir sahil köyü olan Eftalou (Εφταλού)'da yaşadı. Ölümünden önce üç yıl gırtlak kanseri tedavisi gördü. Mezarı, ikinci vatanı olarak andığı Midilli'deki Molyvos mezarlığındadır ve vasiyeti gereği mezar taşında sadece ΓΑΛΗΝΗ (GALINI > HUZUR) yazılıdır. 

Mezarında yazan “Γαλήνη” sözcüğü kimi Türkçe belgelerde “barış” (ειρήνη) olarak çevrilmektedir ki bu yanlıştır:
Helence  >  İngilizce >  Türkçe
ειρήνη     > peace       > barış
Γαλήνη    > serenity    > huzur

(resim.06) Huzur romanı kapağı (1.baskı)
(kaynak: cityportal.gr)

Γαλήνη, her ne kadar Venezis'nin çilelerle dolu geçen hayatına dair bir “dinlenme” umudu olsa da aslında, onun 1939 yılında günlerini işlediği Huzur adlı romanına bir göndermedir. Huzur, Helen ülkesine mülteci olarak gelen Küçük Asya Rumlarının yeni vatanlarında kök salma çabalarını anlatır. Roman, 1940 yılında Atina Akademisi (Ακαδημία Αθηνών) tarafından “Ulusal Edebiyat Ödülü” aldı (resim.06).

Değişik kaynaklarda yaptığım okumalardan sonra mezarlığın yeri -kesin emin değilim- Molyvos'un kuzey batısında bulunan Mithymna Mezarlığı (Νεκροταφείο Μήθυμνας) olmalıdır (harita.02).

Helen gazetelerinden öğrendiğime göre aynı mezarlıkta, 21 Temmuz 2018 tarihinde ölen hukukçu Stavros Tsakyrakis (Σταύρος Τσακυράκης)'da gömülmüştür. Tsakyrakis; Albaylar Cuntası'na karşı kurulan Yunanstan komünist gençlik örgütü Rigas Feraios (Ρήγας Φεραίος)'un da kurucusudur. Ayrıca hem bu örgütün sekreterliğini üstlenmiş ve hem de Politeknik İşgal Koordinasyon Komitesi'nin üyesi olmuştur. 

Diktatörlüğe karşıtı eylemleri nedeniyle tutuklanmış, hapsedilmiş ve gözaltı tesislerinde işkence görmüştür

(harita.02) Mithymna Mezarlığı (Νεκροταφείο Μήθυμνας)
(kaynak: Google Haritalar)

Hazırladığım "bilgi notu" bu kadardı. Onu, Naki A'binin arkasından "whatsapp" ile Midilli'ye yolladım ve beklemeye başladım. Naki A'bi önce bana, bir dizi Osmanlı çeşme aynası içeren fotoğrafı yolladı. Bunları yayımlamadığı için burada vermeyi düşündüm (resim.07) - (resim.10)

(resim.07) Midilli Molyvos'ta Osmanlı çeşmeleri
(fotoğraf: Naki Özkan,2022)

(resim.08) Midilli Molyvos'ta Osmanlı çeşmeleri
(fotoğraf: Naki Özkan,2022)

(resim.09) Midilli Molyvos'ta Osmanlı çeşmeleri
(fotoğraf: Naki Özkan,2022)

(resim.10) Midilli Molyvos'ta Osmanlı çeşmeleri
(fotoğraf: Naki Özkan,2022)

Resim sayısı oldukça çoktu. Ben burada yapı duvarı ile birlikte inşa edilmiş olan 4 adetini koydum. 

Naki A'bi ertesi gün politeknik direnişinin "efsane ismiStavros Tsakyrakis'in "tavla oynadığı" bir anın fotoğrafını iletti (resim.11).

(resim.11) Stavros Tsakyrakis (Σταύρος Τσακυράκης) tavla oynarken.

Ertesi gün ise Stavros Tsakyrakis'in "ebedi istirahatgahı"nın fotoğraflarını yolladı (resim.12) ve (resim.13).

(resim.12) Tsakyrakis'in "ebedi istirahatgahı"nın fotoğrafları
(fotoğraf: Naki Özkan,2022)

(resim.13) Tsakyrakis'in "ebedi istirahatgahı"nın fotoğrafları
(fotoğraf: Naki Özkan,2022).

Ve beklediğim an gelmek üzere idi. Önce Naki A'bi, emlakçının peşine düştüyse de Venezis'in Midilli evinin iç çekimlerini yapamadı. Evin resmi ile Ayvalık 13 Nisan caddesindeki eski "baba evinin" fotoğraflarını aşağıda sunuyorum (resim.14) (resim.15).

(resim.14) Venezis, kızı Anna Venezis-Kosmetatos tarafından
2021'de satılan Heredet (Ηροδότου) caddesindeki
(Eftalou/Midilli) evi.

(resim.15) Ayvalık 13 Nisan caddesi üzerindeki Mellos Ailesi evi,
(fotoğraf: Michael G. Kalafatas,2000)

En son gelenler ise Ilias Venezis'in, "ΓΑΛΗΝΗ" HUZUR yazan ve Anadolu'ya bakan "isirahatgah"a aitti (resim.16) - (reşim.19)

(resim.16) İlias Venezis'e ait Mithymna (Μήθυμνα) Mezarlığındaki
"ΓΑΛΗΝΗHUZUR yazan 
"isirahatgahı"
(fotoğraf: Naki Özkan,2022)

(resim.17) Venezis'in Mithymna (Μήθυμνα) Mezarlığındaki "isirahatgahı"
(fotoğraf: Naki Özkan,2022)

(resim.18) Venezis'in Mithymna (Μήθυμνα) Mezarlığındaki "isirahatgahı"
(fotoğraf: Naki Özkan,2022)

(resim.19) Venezis'in Mithymna (Μήθυμνα) Mezarlığındaki "isirahatgahı"
(fotoğraf: Naki Özkan,2022)

---
KAYNAKÇA
Kaya, Ö. (2021).
Ayvalık Doğumlu Anadolulu Bir Yazar: İlias Venezis, İstanbul: Paros Çok Kültürlü Yaşam Dergisi, s.:112, ss.: ...

Köksal, H.K. (2023).

Köksal, H.K. (2022).
Ilias Venezi (Ηλίας Βενέζης)'nin Molyvos'daki Mezar Yeri Araştırması, "bilgi notu", Haziran 2022.

Köksal, H.K. (2015).
KOMŞUM VENEZIS..., 6 Ocak 2015, salı, son erişim tarihi: 31 Ekim 2023

Venezis, I. (1939).
Huzur (Γαλήνη), Atina: Pyrsos Yayınevi.



30 Haziran 2023 Cuma

bir zamanlar Ayvalık V... AYVALIK'TA KAÇAKÇILAR VE KAÇAKÇILIK


Ayvalık'ta Kaçakçılar ve Kaçakçılık Ticareti
1. Giriş 
19. yüzyılda Ayvalık'ta (Kidonia) tütün üretimi yoktu. Çoğunlukla Batı Anadolu'nun geniş alanlarında ve imparatorluğun doğu vilayetlerinde üretilen tütün, şehirdeki tüketicinin ihtiyacını karşılardı. İmparatorluğun tütün [üretimi] belirgin olarak yüzyılın sonlarına doğru, Fransız Regie des tabacs şirketinin tekeline tabi kılındı. Bunun üzerine, “contrabbando” (İtalyanca kaçakçı) adı verilen tütün kaçakçılığı, bilhassa Kidonya bölgesinde gelişti. Aynı zamanlarda “kontrabantzides” adı verilen bu kaçakçılar, silah ve barut tedariği gibi faaliyetlerle de uğraştılar. Şüphesiz onların ana faaliyeti yasadışı tütün tedariği ve ucuza satılması ile ilişkiliydi. Fransız şirketi, bu tedarik faaliyetlerini engellemek ve [kendi] mali kayıplarını azaltmak amacıyla silahlı bir koruma kuvveti kurdu: "kourtzidis" (κουρτζιδης). Bu kuvvetin kurulması, devlet otoriteleri ile yapılan bir anlaşma sonrasında oldu [ve] böylece ordu ya da polis, kaçakçılığı bastırmaya çalışmak zorunda kalmadı. Doğrusu koultzides'in kurulmasından önce devletin çok [başlı] güvenlik güçlerinin kaçakçılıkla uğraşması çok zor ve uğraş gerektiriyordu. Fransız şirketi, çoğunlukla, [karşıyla gücünü] dengeleyebilmek için bölgelerindeki kaçakçılık faaliyetleri içinde bulunmuş genç erkekleri, yukarıda bahsedilen koruma kuvvetinin altında toparladı [1].

2. Kaçakçılar ve faaliyetleri
[Bu] caydırıcı kuvvetin, kaçakçı grupları üyelerini [deşifre ederek] onları takip etmesi ve [onları] yakalaması (tutuklaması), Ayvalık halk sınıfların içinde kaçakçılara [dair], yenilmez ve boyun eğmez kahraman-kaçakçı imajının yaratılmasına katkıda bulundu. Nitekim, 1821 Devrimi sırasında, Kidonya'dan Yunanistan'a gelen silah ve savaşçı transferinin, kaçakçıların faaliyeti olduğununa [dair] bölgede rivayetler [bulunmaktadır]. Kaçakçıların merkezi Palapahçe'deki Agios Nikolaos kilisesi ve Aşağı Mahalle (Κάτω Χώρα) çarşısı idi. Tütün satışı ve satın alma anlaşmaları katsirmas (κατσίρμας, κατσί = keçi) denilen bu belirli alanda gerçekleşirdi. Resmi makamlar onları yakalamaya çalıştığında, onlar, kaçakçılarca hazırlanmış kaçış yolları olan bu bölgeleyi çok iyi biliyorlardı. 

3. Kaçakçılığın farklı yolları
Tütün, kaçakçılara genellikle iki yolla teslim edilirdi: ya küçük gruplar [halinde] sapa, dağlık yolları takip ederek doğu [yönünden] gelip – kaçakçıların kullandığı [deşifre olmamış] yolları kullanarak şehre girerler, böylece yasa güçleri ile bir çatışma çıktığında gizlenebilmenin avantajını kullanırlar ya da şehre [malı sokabilmek için] Müslüman kaçakçıları beklerlerdi. İkinci durumda, çok sık [olarak], kaçak tütün yerel Hıristiyan kaçakçılar ile Müslümanlar arasında bir görüşme [yapıldıktan] sonra, belli olmayacak biçimde [paketlenerek] taşınır, Ayvalık halkı da evlerinin bodrum katlarında [tütünü] transfer ederlerdi. Daha sonra, tütün değişik evlere dağıtılırdı böylece diğer kaçakçılar ya da koultzides ler tarafından [bulunması] çok zor olurdu. Bu durum, sık sık yerel kaçakçı grupları ile diğer kaçakçılar arasında [ciddi] düşmanlıklara [da] yol açmıştır [2]

4. Meşhur kaçakçılar 
Ayvalık'ın en önemli kaçakçılarının eylemleri hala belleklerde canlıdır. Midilli'den tütün kaçırırken [yakalanan] teslim olmayı reddeden [bu nedenle] koultzidesler tarafından öldürülen Kapounkoglou olayı karakteristiktir. [Ölümünden sonra], Ayvalık kaçakçılarının [geride kalan] eşi ve çocukları için, kaçakçılar arasında yardımlaşma ve dayanışma ağı olduğunu kanıtlayan veriler bulunuyor.

Bu [kaçakçılık] faaliyetlerine dair bir örnek de, efsanevi Nikos Pagidas'a [aittir]. Olay şöyledir: 20. yüzyılın başlarında o, koultzides [teşkilatının] içine girdi ve liderlik rolü oynamayı başardı. Verdiği hizmetlerin başında, yerel kaçakçıların çıkarlarını korumak, birliklerin harekete geçmeye hazır oldukları anlarda [da] onları (kaçakçıları) uyarımaktı. Kimi zamanlarda koultzides birliklerinin bünyesine katılan Pagidas ve kaçakçılar [daha sonra], Ayvalık halkının [verdiği adla] kleftes (yasadışı ordu güçleri)'e karşı [mücadele veren] armatoloi'ye (kleftes eylemlerini bastırması için cemaat tarafından desteklenen silahlı birlikler) dönüştüler [3]

5. Osmanlı makamlarının tutumu 
Koultzides [teşkilatının] oluşumundan sonra, Osmanlı makamlarının kaçakçıların faaliyetine dair tutumu [kayıtsız] idi. Biz bu durumu, onun kaçakçılık faaliyetlerini sınırlandırma isteğinin gerçekleşiyor olmasından dolayı olduğunu düşünebiliriz. Karakteristik bir olay, kesin tarihi bilinemese de, bir sözlü tarih tanığının belirttiği gibi, Sultan Abdülhamit II. döneminde gerçekleşti: silahlı kaçakçılardan bir grup, atlarla şehre tütün sokmaya çalışıyordu. Fransız şirketi, onları yakalamak için kourtzidis gönderdi, ancak [başarılı olamadılar]. Bunun üzerine şirket, onları bertaraf etmek için Osmanlı ordusu yetkililerine rüşvet verdi. Çatışma sırasında, [kaçakçı] grubunda yer alan bir üyenin yaşlı babası öldürüldü. Hemen adamlar, cesedi alarak şehrin merkezine gidip spontan bir eylem düzenlediler. Ardından, ordunun [cinayetteki] rolü hakkında sultana da bir telgraf gönderip onu bilgilendirdiler. Bunun üzerine Abdülhamit II'nin tavrı ilginçtir: operasyonda yer alan komutan ve askerleri [daha] uzak bölgelere tayin ettiyse de protestoları önleyemeyince, rüşvet aldığı öne sürülen subayın bir askeri mahkeme tarafından yargılanmasını emretti [4]
---
DİP NOTLAR
[1], [2], [3] ve [4] Anadolu Çalışmaları Merkezi, klasör. Α7 (Ayvalık), Sosyal yaşam sorunları

(çeviri: Hayri Kaan Köksal)

29 Haziran 2023 Perşembe

bir zamanlar Ayvalık IV... AYVALIK BOTANİK BAHÇESİ








Ayvalık Botanik Bahçesi ve Tarım Derneği 
1. “Botanik Bahçesi” 
1905 yılında, Ayvalık (Kidonya) toplumu ilkokul ve liselerinin müfredatlarına, çok yoğun yer verilerek tarımsal konular eklendi. Verilen eğitimdeki bu gelişme, yağ ve kuru üzüm gibi temel ticari ürünlerin ekimi ile ilgili yeni yöntem ve tekniklere duyulan ihtiyaç nedeniyle oldu. Bu yeni yöntem ve teknikler: 1870'lerde Avrupa'da yapılan keşifler sonucunda, asma biti, ekin küfü gibi bitki hastalıklarıyla mücadelede kimyasal kullanımı ya da, bağcılık gibi ziraat kollarında yeni tarım araçlarının kullanılmaya başlaması sonucunda gelişmişti [1].

Ayvalık şehrindeki yukarıda belirtilen eğitim hareketinin mimarları, cemaat okullarının yönetim kurulu başkanı doktor Ioannes Kerestetzis ile öğretmen ve ilköğretim okulları müfettişi Dimitrios Liapis idi. Kerestetzis ve cemaat okullarının yönetim kurulu üyesi olan Ioannis Gonatas, aslen Dikili'li olan Pantazopoulos ailesinin bazı üyelerinden okullara yakın bir bölgede 6.7 acres [*] (= 27.1149 dönüm) bir bahçeyi bağışlamalarını isterler.

Bahçe için bağışlanan yer, St. Constantine küçük kilisesinin yakınında, şehir hastanesinin üzerinde olduğu arazidir. Cemaat okulları yönetim kurulu, tarımsal konularda [verilen] teorik öğretimin yanı sıra uygulamalı öğretimin de verilmesini amaçlayan bahçesinin yapımı için yukarıdaki alanı kullanılır.

[Kurulan] yeni eğitim alanının düzgün çalışabilmesi için iki bahçıvanın istihdam edilmesi dışında Dimitrios Liapis ile Ayvalık kökenli bir Yunan yurttaşı olan tarımcı P.Lagidis, [burada] öğretmen olarak görev yaptı. Birkaç ay sonra, İtalya'ya yerleşmiş olan Theodoros ve Ilias Iliopoulos kardeşler, mevcut araziyi çevreleyen 4.4 acres (= 17.8068 dönüm) bir alanı bağışlayınca bahçe arazisi genişlemiştir. Bu, bahçe alanının 11.1 acres (= 44.9217 dönüm) genişlemesinin yanı sıra, incir, armut, zeytin şeftali gibi ağaçlar ile üzüm bağının da oluşması anlamına gelmektedir. Buna ek olarak, Iliopoulos'lerin [bağışladıkları] gayrimenkul içinde bulunan iki katlı bir bina da, kötü hava koşullarında öğrencilerin kullanabileceği bir dersliklere dönüştürüldü. [Bu] derslikler, ipek börekçiliği dersleri için kız öğrenciler tarafından kullanılmıştır. Genel olarak eğitim süreci içindeki öğrenciler, aşılama, fidancılık, pratik bitki (meyve ağaçları, asma, zeytin vb) hastalıkları ve tarım bilimindeki yeni gelişmeler doğrultusunda, yeni [tarımsal] işletme metotlarını öğrendiler ve uyguladılar. Kız öğrencilere [yönelik] ağırlıklı olarak ipek börekçiliği ve çiçekçilik uygulamaları [öğretildi].

2. “Tarım Derneği”

Ayvalık'taki Tarım Derneği 1907 yılında kuruldu. Derneğin kurucusu Ioannis Kerestetzis iken yönetim kurulunun belirlenmesi için yapılan seçimlerde en çok oyu alan M. Alexiou sekreter üye ve Α. Moraitelis ile S. Krystallidis sayman üye oldular. Derneğin teknik danışmanlıklarına ziraatçi P. Lagidis ve D. Liapis getirilirken, Pantazopoulos ve Iliopoulos ailelerinden bağış yapanlara da onursal üyelikler verildi.

Dernek 1914 yılına kadar yedi yıl faaliyet gösterdi. Tarım Derneğinin kurucu üyeleri tarafından belirlenen hedefleri (tüzüğü) şunlardı:

a) Okul bahçesine ekonomik destek sağlanması böylece faaliyetleri sırasında, okul yönetimlerine mali yük yaratmamasının sağlanması. Faaliyetlerinin ilk yılında derneğe katılan 180 üye, yıllık aidat olarak 6 mecidiye verecekti;
b) bahçenin üst kotunda bir eğitim kuruluşu ve kar getirici bir emlak oluşturulması;
c) yerel çiftçiler tarafından verilecek derslere [katılacak] pratik ziraat bilgileri zayıf olan çiftçilerin [yapacakları] danışmanlık ödemeleri;
d) öğrenciler, bahçıvanlar ve ormancıların yardımı ile şehir etrafındaki tepelerin ağaçlandırması;
e) Yunan devletinin standartlarına göre bir Ziraat Okulu'nun kurulması. Dernek üyeleri, arazinin ağırlıklı olarak bağcılığa yönelik olmasını desteklediler.

O günlerde yurt dışından büyük talep gören, iyi nitelikli üzüm çeşitlerini yetiştirmek için dernek üyeleri, ziraat okullarındaki Yunan ve yabancı öğretmenler ile sürekli temas halinde oldular, bu öğretmenlerden tarım ve [tarımsal] üretimdeki modern yöntemlerle ilgili danışma raporları aldıklar. Tek tek tüm dernek üyeleri uygulamada da faallerdi. Onların, Fransa'daki Montpellier'den asma bitine karşı güçlendirilmiş asmaları Ayvalık'a getirilmesinde görev üstlendiklerini burada belirtmek gerekir. Bu asmalar, bahçede özel olarak hazırlanan bağa dikilmiştir [2]. Bu yolla, özel fidelikte yetiştirilen 10-12.000 asmayı, yerel bağcılar çok ucuz fiyatlarla satın almışlardır. Dernek yönetim kurulu, şehri çevreleyen tepelerin tapulandırılmasında da çok büyük yardımlarda bulundu. Bu tepeler, Agios Konstantinos, Agios Antonios, Paramythia ve Anemomylos tepeleridir. Böylece bu tepeler çok mütevazı ücretlerle hastanenin ve şehir okullarının birer mülkü haline geldi. Bu durum, Yunanca da konuşan kaymakam Yanyalı İbrahim Hakkı'nın müdahalesiyle sonlandı. Yukarıdaki tepeler onun öğrencileri tarafından bahçe ağaçları ile ağaçlandırıldı. 1914'te, çok geniş bir bölge, sık ağaçla ile kaplanmıştı.

---
DİPNOTLAR
[1] Kallivretakis, Av. (1990), 19. Yüzyılda Yunanistan Tarımsal Modernleşmesinin Dinamikleri, Atina, s. 253, 331-332.
[2] 19. yüzyılda filoksera, kuru üzüm üretimini çok düşük seviyelere indirerek doğrudan şarap sektörünü etkilemiş üzüm bağlarında en sık rastlanan hastalıktı. Fransız üzüm bağları 1880 yılında büyük bir kriz yaşadı; bkz. Gennadios II., Filokseranın Zararları (Atina 1889), ss 15-16 ve Pizanias, S., Yunan Üzüm Ekonomisi Tarihi 1851- 1912 (1988 Atina), s. 109.

[*] 1 acre = 4.047 m2 (= 0,4047 hektar)

(çeviri: Hayri Kaan Köksal)

 

28 Haziran 2023 Çarşamba

bir zamanlar Ayvalık III... AYVALIK'ta BAĞCILIK

resim: Hayri Kaan Köksal, 2019.

 AYVALIK'TA BAĞCILIK

1. Bağcılık Alanları
En fazla üzüm bağı arazisi Tatlı su idi. Burası şehrin güneyince uzanıyordu ve bol su kaynaklarından dolayı üzüm için uygun bir yerdi. Tatlı su dan başka, Agios Ioannis Prinos, Agios Georgios Ambatzis ve Karazer'in kıyı bölümlerinde de bağlar vardı [1].

Bağ bölgesi, 100-200 ailenin bağcılık yapmasına [olanak verecek] biçimde, ‘pallages’ adı verilen bölümlere ayrılmıştı. Ayvalık sakinlerinin büyük çoğunluğunun, küçük ya da büyük bir bağı vardı. Şüphesiz bağ için ayrılmış arazi, daha yaygın olan zeytin üreticiliğine ayrılmış arazilerden daha fazla değildi.

2. Üretim ve Şarap İhracatı
Üzüm bağları ekili arazilerin önemli bir yüzdesini oluşturmasalar da, yerel talep ve yerel içki üretim atölyeleri için yeterliydi. Evlerde bulunan asmalarda ve üzüm bağlarından elde edilen enfes yemeklik üzümlerin yanı sıra, şaraplık üzümler de tanınmıştı ve yerli ve yabancı şarapçılık firmaları tarafından aranırdı. Ayvalık üzüm bağlarından elde edilen [üzümlerin] damıtılmasından [elde edilen] en meşhur içki mastika idi ki o; yerelde tüketildiği gibi yakın pazarlarda da aranırdı. [Bu] yerel şarap az miktarda, değişik Avrupa bölgelerine ve Yunanistan'a da ihraç edildi;[şayet] geniş alanlar zeytin ağaçlarının ekimine ayrılmamış, bağcılığa ayrılmış olsaydı bu miktarlar önemli ölçüde daha büyük olabilirdi. Bununla birlikte, Avrupa içki üretiminin krize girdiği [kimi] dönemlerde şarap ihracatı belirgin miktarda arttı. 

Buna tipik bir örnek,1880'lerin sonunda, Fransız üzüm bağlarını filoksera salgını (asma biti) vurduğunda, Fransa'ya yapılan ihracat yükselmişti. Bu özel piyasa ile [gelişen] ticari ilişki, Ayvalıklı bir gümrük komisyoncusunun rol oynadığı finansal skandal olmasaydı çok daha uzun sürerdi.

3. Filoksera Salgını ve Şarap Üretimine Etkileri
Üretimde bir anda azalmaya ve yerel talebi karşılamada zorluklar [yaşanmasına] neden olan 1903 yılındaki filoksera salgını, bölge bağlarını vurdu. Bu nedenle üzümcülük, Ayvalık'ın doğu bölgelerindeki bir alana, Kozak'a doğru [kaydı].

Bu kriz sırasında, Ayvalık sakinleri üzümleri kökünden sökmüş ve şehrin Tarım Derneği'nin [2] teşviki ile, bunların yerine Amerikan türünün [ekimini yapmıştır]. Bundan ayrı olarak, 20. yüzyılın başlarında 
1. Bağ alanları 
2. Şarap üretimi ve ihracatı 
3. Filoksera salgını ve çağdaş şarap yapım teknikleri 
gibi bazı Dernek üyelerinin kararlılığı sonucunda, filokseraya dirençli farklı tür üzüm asmaları da Fransa2dan ithal edildi. Th. Iliopoulos bu eylemlerde önemli bir rol oynadı; O, Montpellier Tarım Okulu'nda öğrenim görmüştü.

---
DİPNOTLAR
[1] Anadolu Çalışmaları Merkezi (Κεντρο Μικρασιατικων Σπουδων), Geleneksel Sözlü Tarih Arşivi klasör A7, Ayvalık
[2] Soldatos, Ch.(1944), Batı Anadolu'daki (Ionia, Aiolis, Mysia, Bithynia, Lidya ve Karia) Yunanlıların Ekonomik Yaşamı 1880-1922, Atina, s.136

(çeviri: Hayri Kaan Köksal)


27 Haziran 2023 Salı

bir zamanlar Ayvalık II... EĞİTİM TEŞVİK DERNEĞİ








"EĞİTİM TEŞVİK DERNEĞİ", Ayvalık
1. Kuruluşu ve Amaçları
"Eğitim Teşvik Derneği" kulübü, 1882'de Ayvalık'ta (Cydoniae) "genç bilim insanları, tüccarlar ve çalışanlar" tarafından kuruldu [1]Kurucu üyeler arasından, o günlerde bir hukuk öğrencisi olan Ν. Ammanitis kulübün ilk başkanı, avukat Ν. Kartsaklis yönetim kurulu üyesi ve zengin bir tüccar olan G. Christodoulou da sayman üye oldu. Kulübün eğitimsel ve hayırsever amaçları vardı ve tüzüğünde, "yoksul sosyal sınıfların eğitim alabilmesinin desteklenmesi ve geliştirilmesi" amaç olarak belirtilmişti [2].

2. Faaliyetleri
Kulübün faaliyetleri arasında, bir kütüphane ve okuma odasının kurulması, fakir öğrencilere kitapların ücretsiz dağıtılması ve bunlara akademisyenler ve öğretmenlerin ders verdiği akşam okullarının açılması gibi amaçları bulunuyordu. Öğretmenler arasında, daha sonra lise müdürü olacak Α. Ζakkas, Erythrai başpiskoposu Neilos ve doktor D. Simos bulunuyordu. Kulübün eğlenceli aktiviteleri arasında danslar, geziler ve tiyatro gösterileri yer alıyordu. Kulübün koyduğu en önemli tiyatro oyunlarından ikisi 1884-1885'te Suzanne Imbert ve 1886'da Johanna Gray'dir. Toplanan paranın profesyonel aktörlerin ücretleri ödedikten sonra kalan kısmı cemaat okullarına gönderildi.

Kulübün dağılış tarihi bilinmiyor.
---
DİPNOTLAR
[1], [2] Mamóni, K. (1983), “Küçük Asya Helenizminin Somateiaki Organizasyonu”, Tarihi ve Etnoloji Derneği Dergisi, 26, s.82.

(çeviri: Hayri Kaan Köksal)



1 Mayıs 2023 Pazartesi

SEETZER, AYVALIK (Eiwaly)'ı 1803 YILINDA SAKIZ ADASINDA DUYDU...

Ulrich Jasper Seetzer (1767-1811) Alman şarkiyatçısı ve seyyahdır [1]. Günlüğüne göre [2] Gelenbe'den Akhisar'a ulaşmış, oradan Manisa'ya gitmiş, 4 Eylül 1803 tarihinde İzmir'e gelmiştir. 

Burada kalmış ve kimine kayık kimine ise at kiralayarak; adaları, Ayaslug'u, Efes'i, Bergama'yı, Urla'yı, Bornova''yı ve diğer yerleri gezmiştir. 19 Kasım 1803 tarihinden sonra Halep'e gitmek için izin belgesi almış ve yolculuğuna devam etmiştir.

Ayvalık'a hiç uğramayan Seetzer, burası hakkındaki bilgileri, Sakız adası zenginlerinden tüccar Bay Konstantin Katzarih'in öğle yemeği davetinde, 18 Eylül 1803 günü öğrenir.

Burası hakkında öğrendiği bilgileri, kitabının Türkçe baskısı ikinci cildi 591-592. sayfalarında yayınlamıştır.

s.591
[133v] 18 Eylül (Pazar)
Rüzgar dindi, hava güzel. Belki bu akşam veya yarın sabah bir tartane [tartan] teknesiyle Sakız Adası'na gitmek üzere yola çıkabileceğim. Dün bizi konuk eden ev sahibime burada kaldığımız süre için on yedi kuruş ödedim. Adamın bu paraya gereksinimi vardı, çünkü Hora'da bir popas'ın [papaz] evinde tutsak olarak kalan ve ancak 120 kuruş ceza öderse özgürlüğüne kavuşabilecek olan karısını kurtarmak için para temin etmesi gerekiyordu.

Bugün buranın en saygın tüccarlarından Bay Konstantin Katzarih bizi öğle yemeğine davet etti.

Patinos'daki bir zamanların dünyaca ünlü yüksekokulu tamamen kapanmış. Günümüzde artık Yunan bilgeliğinin merkezi, Anadolu'da, Bergama yakınındaki Eiwaly [Ayvalık] kentiymiş. Orada Benyamin adında bir Rum (Rumlar bu adı Venyamin olarak telaffuz ediyorlar) kısa süre önce bir kolej [Kidonia Akademisi] kurmuş ve bu girişime 70.000 kuruş harcamış. Bu adam daha önce Paris'te yedi-sekiz yıl kalarak mükemmel bir eğitim görmüş. Kurduğu okulun çok iyi olduğunu ve burada her türlü bilim dalında ders verildiğini söylüyorlar. Söz konusu kişi muhtemelen devrim sırasında veya devrim sonrasında Paris'te bulunduğuna göre, oradan özgürlük fikirlerini ve ilkelerini beraberinde getirmiş ola bilir. Aslında kendi halkı

s.592
genelde çok tutucudur. Eğer bu kuruluş özgür düşüncelerin yuvası olursa, burası Osmanlı Devleti için bir zehir kaynağı olabilir.

--

DİPNOTLAR

[1] Hakkında yazılmış en iyi kaynak çalışması, Kemal Beydili tarafından Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nin 2019 yılında Ankara’da basılan (gözden geçirilmiş 3. basım) EK-2. cildinde, 481-483 numaralı sayfalarda yer almıştır.  

30 Ocak 1767’de Oldenburglu bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak doğdu. Eğitimine bugün Aşağı Saksonya federal eyaletinde bulunan bir okulda başladı. 1785’te Göttingen’de Georg-August Üniversitesi’nde tıp tahsil etti, ayrıca doğa bilimlerine ve teknoloji alanına ilgi duydu. 1789’da doktorasını bitki hastalıkları üzerine yazdığı tezle verdi. Ailesinin maddî imkânları uygun olduğundan mesleği dışındaki uğraşlara yönelmeye imkân buldu. 1790’da Batı Almanya’da altı ay sürecek bir seyahate çıktı, doğayı, nebatatı ve mineralleri inceledi. Ertesi yıl Viyana’ya gitti, daha sonra Bohemya ve Saksonya’yı dolaştı. 1794’te inşaat malzemeleri ve bıçkı atölyesi gibi iş yerleri sayesinde malî durumunu güçlendirdi. Carsten Niebuhr’un 1761’deki Suriye, Yemen ve Mısır’ı içine alan seyahatnâmesinden etkilendi ve Doğu’ya ilgi duymaya başladı. Seyahat masraflarının büyük bir kısmını kendi karşılayacaktı. Ayrıca astronomi öğrenimi görmesini sağlayan Gotha’daki rasathânede çalışmak üzere Gotha dükünün maddî desteğiyle 13 Haziran 1802’de Doğu gezisine çıktı. Veliaht Prens Emil August da kendisine yılda 800 taler harcama yetkisi verdi. Viyana ve Tuna üzerinden giden Seetzen’in seyahati sıkıntılı geçti, Bükreş’te şiddetli bir deprem oldu. Nihayet Rusçuk-Kalas’a, buradan Eflak Prensi Struzzo’nun kafilesine katılma izni verilmesiyle rahatsız, ancak güvenli bir şekilde yirmi gün süren bir araba seyahati neticesinde İstanbul’a ulaştı (Mart 1803). İstanbul’da Avusturya elçiliğinde müşavirlik yapan Hammer ile tanıştı ve kendisinden çok etkilendi. Gotha dükü için alacağı yazmalarla ilgili önerilerinden faydalandı. Böylece İstanbul’da Türkçe, Farsça, Arapça ve Grekçe 180 yazma satın aldı, benzerlerinin Almanya’da bulunamayacağını söylediği müzik aletleri topladı. İstanbul’dan sonra gittiği Bursa ve yaylalarında iyi karşılandı, yörüklerin oturduğu Uludağ’ı ziyaretinin ardından İzmir’e yöneldi. İlk kazıları 1896’da yapılan ve o dönemde hakkında pek fazla bir şey bilinmeyen Efes harabelerini ve Sisam adasını gezdi.

...

Seetzen Eylül 1811’de on yedi deve yükü yazma eserle Muhâ’dan San‘a’ya doğru yola çıktı, ancak iki gün sonra Muhâ’ya gelen bir haber kendisinin artık hayatta olmadığını bildiriyordu. Buckingham’ın naklettiği genel kanıya göre Seetzen, San‘a yolu üzerinde Taiz yakınlarında San‘a imamının emriyle zehirlenerek öldürülmüştür. Kasım 1810 - Eylül 1811 arasında neler olduğuna dair bilgi bulunmamakla beraber bu gelişme karşısında Seetzen’in Muhâ’da Yemen idarecileriyle anlaşmazlığa düştüğü, şehri daha önce terketemediği ve mektup da gönderemediği kabul edilebilir. Ölüm sebebi ve şekli bugüne kadar aydınlatılamadan kalmıştı

[2] Seetzen, Ulrich Jasper (2015)

Anadolu'da yolculuk Cilt 2: Bursa, Manisa, İzmir, Uşak, Afyon, Konya, Antakya: 22 Haziran 1803-22 Kasım 1803, (yay. hzl.) Fevzi Göloğlu; (çev.) Selma Türkis Noyan; kapak tasarımı: Dilek Çetinkaya. İstanbul : Kitap Yayınevi (İstanbul : Mas Matbaacılık). Yayın no.: 329 Sahaftan Seçmeler Dizisi: 32. c. 2, 375 s.: çzm., ktl. hrt.; cm.; Metin Türkçe.

ISBN                           : 978-605-105-163-5
DDC                            : 915
Kaynakça                    : 722-731 s.
Dizin                            : [Eiwaly, Ayvalık, Kidonia Akademisi] 591-592.
Hezarfen Kütüphanesi: 01575-01817

16 Ekim 2022 Pazar

WILLIAM TURNER'in "Aivallee" ve "Ayiasmati" GÖZLEMLERİ (21-22 Kasım 1816)

William Turner [1], 1811-1829 yılları arasında, Anadolu topraklarında diplomatik görev yapmış, Britanyalı seyyah ve yazardır. Osmanlı coğrafyasında yaptığı yolculuklara dair izlenimlerini, 1820 yılında Londra'da yayımlanan "Journal of a Tour in the Levant" (Akdeniz'de bir seyahatin günlüğü) adlı 3 ciltlik seyahatnamesinde okuyucularına aktarmıştır.

Seyyahın Ayvalık (Aivallee) ve Altınova (Ayismati)'ya ilişkin gözlemleri, 3.cildin 268-271. sayfaları arasında yer almaktadır.

Turner ve ekibi (ya da onun söylemiyle yoldaşları) 21 Kasım 1816 sabahı, saat 10'u 10 geçe, menzilden "otuz altı para" vererek kiraladıkları atlara binerek Edremit'ten ayrılırlar. Bir buçuk saat sonra, "... telaffuzu oldukça zor olan Chootchlooklik [Çıkrıkçı ?] adlı küçük bir köy(ü) ..." geçerler ve saat on ikiyi çeyrek geçe, küçük Kemer (Burhaniye) kasabasına varırlar. 

Turner, orada yaptığı sorgulamada Kemer kasabası hakkında öğrendiklerini bizlerle şöyle paylaşır: "... çoğunluğu Rumlara ait 5 ila 600 [arasında] ev olduğu söylendi, ancak beş cami saydığımıza göre, Türklerin nüfusu da iyi bir oranda olmalı. Kemer, büyük bir bataklık ovada yer alır, kışın köyün etrafı sular altında kalır ve yazın [ise] içinden sığ bir nehir geçer;" (Turner,1820:266).  

Turner ve yoldaşları saat ikide Kemer'den ayrılırlar ve yer yer bataklık haline gelmiş ovayı geçtikten bir saat sonra sol taraflarında bulunan, büyük olasılıkla "Taylı köy" (Tayeli) yerleşmesine gelirler. Bundan sonrasını Turner şöyle anlatır: 
"... küçük bir Türk köyünü [de] geçtik; burada Kemer'li bir Rum duvarcının [yanından] kaçan zavallı bir Rum çocukla karşılaştık, kimin için çıraklık yaptığını, [ondan] nasıl zulüm görerek [çalıştığını] ve [kendisine] günde sadece altı para ödediğini söyledi (bugün yaklaşık 1 penny [eder]). ..." (Turner,1820:267).

Bu yerden, hava kararana kadar sağ taraflarına denizi alarak ve Edremit körfezinin güney tarafı boyunca ilerlerler. Saat üçü yirmi geçiyordur ve "... alçak bir tepeye çıktık, tepenin başlangıcı yoğun kocayemiş (arbutus) ağaçlarıyla kaplıydı, [ardından zamanla] sertleşmiş bir kalker kayanın içinden geçen yol[u izledik]; kayanın, her iki yanından yaklaşık on fit [yaklaşık 3 mt.] derinlikte dar bir yol oyulmuştu; bu dar geçit (Edremit mülki idare sınırının sona erdiği ve Bergama mülki idare sınırının başladığı yerdir,) eskiden soyguncularla ünlüydü, ancak şimdi Edremit ağasının şiddetli mücadelesi ile [onlar] dağıtıldı, bu noktadan itibaren zeytinliklerin devam ettiği yüksek bir ovadan geçtik; [saat] dört buçukta, yakınında bir Türk mezarlığının olduğu, görünüşe göre terkedilmiş, birçok granit ve mermer sütunu ve diğer antik kalıntılar gördüğümüz 150 hanelik bir köyün içinden geçtik; ..." (Turner,1820:267).

Bu köy büyük olasılıkla "Pelitköy" olmalıdır. Turner ve yoldaşları buradaki ovayı, "... Midilli dağlarının güzel manzarasının keyfini çıkar[arak] ..." geçerler ve "... kısa bir süre sonra, küçük olsa da, içinden çok sayıda kervan geçen, [bu nedenle de] dört ya da beş han bulunan [bir] Türk köyü ..." olan "Armutlu'da çeyrek saat" dururlar (Turner,1820:267).

Yazarın "Armootloo" olarak transkripte ettiği yerleşme Gömeç olmalıdır. 

Gömeç'te çok kısa zaman geçiren yazar, doğruluğunu henüz teyid edemediğim önemli bir afet bilgisinden söz eder. Bu afet, 1815 yılında ya da ona yakın bir tarihte gerçekleşmiş bir depremdir. Turner'in bu konuda verdiği bilgi şöyledir:  
"... köyün camisi düzgün ve yeni yapılmıştı [ancak] geçen yıl [meydana gelen] bir depremle yıkılan minaresi, bu yıl Mekke'ye giden Ağa [daha dönmediğinden] henüz tamir edilmemişti. ..." (Turner,1820:267-268).

William Turner Gömeç'teki bu kısa molaları sırasında, "Ayvalık'tan (Aivallee) gelmiş bir Rum'la" tanışır. Turner, bu Ayvalıklının anlattıklarını bize şöyle aktarır: 
"... [Ayvalık'ın] Armutlu'dan iki saat uzaklıkta olduğunu ve en başta, Konstantinopolis'e pamuk, zeytin ve zeytinyağı satan ve 5 ila 6.000 [civarında] hane içeren bir ticaret merkezi olduğundan bahsetti. ..." (Turner,1820:268).

Burada Turner'in, Ayvalık''ı merak etmemesi ve rotasını değiştirerek bu "Konstantinopolis'e pamuk, zeytin ve zeytinyağı satan ve 5 ila 6.000 [civarında] hane içeren bir ticaret merkezi(ni)" görmek istememesi gariptir.

Kafile, Armutlu'dan beş buçukta ayrılır "... ve çeyrek saat sonra karanlıkta, en az 200 ev bulunduğuna ..." karar verdikleri bir köyün içinden geçerler (Turner,1820:268). Gömeç'e yaklaşık 15 dakika mesafede olan bu köy büyük olasılıkla "Keremköy" olmalıdır.

Turner ve yoldaşları, Keremköy (?) yerleşmesinden ayrılırlar ve "Ayiasmati" (Altınova)'ye doğru yollarına devam ederler. Gece karanlığında sürdürdükleri yolculuk, oldukça çetin koşullar altında geçer. 21 Kasım 1816 gecesi yapılan bu yolculuğu Turner, seyahatnamesine şöyle kaydetmiştir: 
"... Gece çok karanlıktı ve yolumuzu kaybetmek, atlarımızdan düşmek vb. gibi olağan zorluklar yaşadık; bir defasında dik bir vadiye girdik ve ürkütücü bir şekilde kendimizi tehlikeli bir uçurumun [hemen dibinde] bulduk; başka bir [olay da] neredeyse yarım saat yolumuzu aradık ve kendimizi ovada uyumaya bırakıyorduk ki, biraz uzaktaki Rum seyisimizin büyük bir heyecanla “ευρηκα, ευρηκα[buldum, buldum] diye seslendiğini duyduk. Dağın altında ve üstünde birçok çoban ateşleri gördük; ..." (Turner,1820:268).

Kafile, önlerindeki dağınık duran çok sayıda çoban ateşini görünce rahatlamış olmalıdır. Artık "Ayiasmati"ye bir saat mesafededirler ve küçük bir binanın yanından geçerler. Bahsedilen yer büyük olasılıkla bir "derbent" olmalıdır. Zira "... [binada] her gece altı ya da yedi muhafız ..." bulunmaktadır (Turner,1820:269). Burası büyük olasılıkla Odaburnu, Çakmak ya da Üçkabaağaç yakınlarında bir derbent olmalıdır.

Nihayet gece "... saat onda, Ayasmati'nin menzil hanına (post-house) ulaşmaktan [dolayı] çok memnunduk, burada rahatça [içecek] konyak bulduk, ama kötü [bir] pilav ve haşlanmış bakladan başka bir akşam yemeği bulamadık; ancak yorgunluğumuz, iyi bir gece uykusu çekmemizi sağladı. ..." (Turner,1820:269).

Turner 22 Kasım 1816 cuma günü uyanır ve seyahat notlarına geçmeden hava durumunu günlüğüne işler: 53℉ (11.67 ℃). 

Kafile Bergama'ya doğru yolculuğuna başlar. Turner, gözlemlerini okurlarına şöyle anlatır:
"... Ayiasmati, denizden bir saat uzaklıkta, altmışa yakın kerpiçten yapılmış evlerden oluşmuş fakir bir Türk köyü; nispeten geniş ve duvarlarla çevrili olan mezarlığında birkaç granit sütun saçılmıştır. Onu on geçe, atlarımızı yeni atlarla değiştirdik; bugünkü yolumuzun tamamı, seyrek olarak dağılmış çam ağaçlarıyla kaplı alçak kahverengi tepelerle çevrili, bataklık bir ova üzerinde uzanıyordu. Ayiasmati'den bir saat uzaklıktaki denize yaklaştık, üç saat boyunca Midilli'nin ve Sakız ile Ipsera [Ψαρά > Psara] olduğunu varsaydığımız diğer iki adanın güzel manzarasının tadını çıkararak, bataklığın yanındaki yolda atlarımızı sürdük. İlk dört saatte iki çiftliği ve bir köyü geçtik; ilk çiftlik Ayasmati'den bir saat uzaklıktaydı, ve köy onun karşısındaydı; iç tarafta ovayı sınırlayan alçak tepelerde, ilki Ayiasmati'den bir saat uzaklıkta olan iki tümülüs gördük; Ayiasmati'den dört saat sonra bir kahvehanenin, iki saat sonra [da] bir başka [kahvehanenin] yanından geçtik; ilk kahvehaneden sonra (sağda bazı kaplıcalar gördük) ..." (Turner,1820:269-270).

Seyyah Altınova'yı geçmeden, kazaya ait çok değerli bir kaç bilgi de vermektedir. Bunların ilki, 19. yüzyılın başında Altınova'da yapılan ziraat hakkında bir bilgidir: "... [b]ugün yolda çok miktarda tütün ve pamuk dikim alanları gördük; ..." (Turner,1820:270).

Bir diğer değerli gözlem ise, bölgede çalışan "tarım emeğinin" kökenine dair bir bilgidir. Yazar tarlaların yakınında ve "... tepelerin altında dağınık olarak yerleşmiş birkaç kulübe[den] ..." söz eder. Vurgulamasa da bu kulübelerde kalanlar, çevredeki tarlalarda çalışan kişiler olmalıdır. Ve yazara göre bu kişilerin kökeni: 
"... [b]u kulübeler, yazın yakınlardaki adalılar (Midilli, Sakız, Ipsera, Lemnos ve Tenedos'takiler) tarafından mesken tutuluyor. Bunlar, kış aylarında adalara dönerek aileleri ile birlikte yaşar; ..." (Turner,1820:270).

Biraz zorlama ile olsa da; Turner'in bu gözleminden yola çıkarak, 1816 yılında, -en azından- Altınova'daki tarım alanlarında çalışan "sezonluk göçmen işçilikten (?) ya da ücretli özgür köylülükten" söz edebiliriz.

Yazar, bu "göçmen tarım işçilerinin (?)" cinsiyetleri konusunda da bize bilgi vermektedir: "... gördüğümüz ilk kahvehanenin yanında her iki cinsiyetten birçok kişi pamuk topluyor; ovanın yaklaşık yarısı ekili; ..." (Turner,1820:270).

Kafile artık Altınova'yı terk etmek üzeredir. Yazar Bergama'ya doğru devam eden yolculuğu şöyle anlatır: 
"... [çevre] o kadar bataklık ki, yolumuzun büyük bir bölümünde taştan bir yol döşenmiş [olsa da], sudan, sazlardan ve kamışlardan [dolayı] oradan boğulma korkusu olmadan geçmek imkansızdı. İkinci kahvehanede, kahvehanenin ustası dışında kayda değer bir şey yoktu, uzun boylu, açık renk tenli, çenesinin çok altında [, bununla] gurur duyduğu bıyıkları olan ve uzun boylu bir Rum; Bergama'ya bir saat uzaklıkta, şehrin kuzeyindeki alçak tepeleri gözetleyen yüksek bir dağın üzerinde kurulmuş [Bergama] kalesini gördük; son bir saat içinde ara sıra geçtiğimiz bir dağın yamacında at sürdük; [saat] beşte Bergama'ya vardık. ..." (Turner,1820:270).

Yazar bu satırlardan itibaren Bergama'yı uzun uzadıya anlatmaya başlar. Üç ciltlik "Journal of a Tour in the Levant" adlı devasa seyahatnamenin birkaç satırına sığan "Aivallee" ve "Ayiasmati" gözlemlerinin Ayvalık araştırmacılarına katkı vermesini dilerim.

Dostluk ve Saygılarımla,

(çeviri: H.K.Köksal)
---
DİPNOTLAR
[1] William Turner (1792-1867), Birleşik Krallık vatandaşı diplomat ve yazardır. 5 Eylül 1792'de Yarmouth'ta doğdu. Babası Richard Turner'in arkadaşı olan George Canning aracılığı ile dışişleri ofisinde görev aldı. 1811 yılında Robert Liston'un elçiliğine bağlı olarak Konstantinopolis'e kadar eşlik etti. Burada beş yıl kaldı ve bu süre zarfında Osmanlı topraklarının çoğu bölgelerini ve Yunan adalarını ziyaret etti. Gezilerini 1820 yılında "Journal of a Tour in the Levant" başlığı altında 3 cilt olarak yayımladı. 1824'te Britanya sefaretinde sekreter olarak yeniden Osmanlı başkentine geri döndü. Bu sırada büyükelçi Lord Strangford'un St. Petersburg'a atanması nedeniyle, boşalan makamı tam yetkili olarak beş yıl doldurdu. 22 Ekim 1829'da Kolombiya Cumhuriyeti'ne elçi olarak atandı ve dokuz yıl bu görevi yerine getirdikten sonra emekli oldu. Turner, 10 Ocak 1867'de Leamington'da öldü (Carlyle,1899; Pınar,2018; Tercanlıoğlu,2013).

Turner doğuda kaldığı süre içinde, bugün İngiltere'deki en büyük tarihi sikke, para ve mühür koleksiyonunu oluşturdu. Bu koleksiyona bugün paha biçilememektedir ve İngiliz devletince koruma altına alınmıştır. Buradaki eserlerin tamamına yakını ülkemizden dışarı çıkarılmıştır (Onar,2012). 

---
KAYNAKÇA


Carlyle, Edward Irving (1899).
Dictionary of National Biography, London: Smith, Elder, & co., c.57, ss.368-369.

Onar, Sedat (2012).
İngiliz  diplomat Wıllıam  Turner’in 1815 yılı Kuşadası izlenimleri
http://www.kusadasikulturelmiras.com/?pnum=82&pt=Turner
(erişim tarihi: 15 Ekim 2022, cumartesi)

Pınar, İlhan (2018).
Seyyahların izinde Aliağa ve çevresi 17-20.yüzyıl. İzmir: Aliağa Belediyesi.

Tercanlıoğlu, Ahmet (2013).
18. Yüzyıldan 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Kyzikos kentini ziyaret eden İngiliz seyyahlar. (Tez No.: 328825) [Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Ünversitesi].


 

29 Eylül 2022 Perşembe

AMBROISE FIRMIN-DIDOT'nun AYVALIK'ta GEÇİRDİĞİ İKİ AY (1817)

Robert Henry Sommer tarafından 1922'de
çizilen Ambroise Firmin-Didot'nun portresi
(Hubbard,1921:40) 
GİRİŞ
Bir süredir, bir kısmının Türkçe çevirisi ilk kez benim tarafımdan yapılan, XVII-XX. yüzyıllar arasındaki değişik tarihlerde Ayvalık'a gelmiş kişilerin, "şehir gözlemlerini" okurla buluşturmaya çalışmaktayım. İtiraf etmeliyim ki; bu çabamın ana gayesi: "altına girdiğim bu muazzam yükü" benimle paylaşacak araştırmacılar ile temas sağlayabilmekti. Umudumu yitirmesem de bu, bugüne kadar mümkün olmadı. 

Bugün ele alacağım kişi; büyük olasılıkla 6 Nisan 1817 tarihini de içeren yaklaşık iki ay boyunca Ayvalık'ta yaşamış, Akademi binasında konaklamış ve şehre dair farklı konularda yaptığı gözlemlerini, Paris'e döndükten sonra 1821 yılında, "Notes d'un voyage" adıyla yayımlamış olan Ambroise Firmin-Didot olacaktır.

Daha önceki bloglarımdan farklı olarak bu blogda, eserin tümünü vermek yerine başlıklar haline getirdiğim bölümlerin tercümelerini sunmaya çalışacağım. Umarım bu yöntemle okuru daha az yormuş olurum. Önce, tanımayanlar için Firmin-Didot ve eseri "Notes d'un voyage" hakkında özet bilgi vererek yazımıza başlayalım.

AMBROISE FIRMIN-DIDOT VE 
NOTES D'UN VOYAGE ADLI ESERİ HAKKINDA KISA BİLGİLER
Ambroise Firmin-Didot, 18. yüzyıldan itibaren, Paris'te faaliyet göstermiş seçkin bir matbaacı, yayıncı, kitapçı ailesinin çocuğu olarak 1790'da Paris'te doğdu.

1808 yılında Adamántios Koraïs (Αδαμάντιος Κοραής) ile tanıştı ve ondan antik ve çağdaş Yunanca dersleri aldı. Daha sonra Ayvalık Akademisi'nde iki ay öğrenim gördü ve İstanbul'daki Fransız Büyükelçiliği'nde ateşe olarak diplomatik kariyerine başladı. İnceleyeceğimiz eserde vurguladığı gibi bu görevi, onun seyahatlerini çok kolaylaştırdı: 
"... Bay Dük Richelieu bana Konstantinopolis Büyükelçiliği'nde çalışma onurunu bahşetmişti, bu da ... seyahat ederken ferman ve gerekli desteği almamı kolaylaştırdı..." (Didot,1821:9). 

24 Mart 1816 tarihinden başlayarak, yaklaşık bir yıl boyunca Yunanistan, Ege adaları, Batı Anadolu, Mısır, Filistin, Lübnan ve Kıbrıs'ı içeren uzun bir seyahat gerçekleştirdi. Bu seyahati sırasında tuttuğu notları, "Notes d'un voyage fait dans le Levant en 1816 et 1817" adıyla 1821 yılında Paris'te yayımladı. Kitap, ticari bir girişim olarak tasarlanmadığı için az sayıda kopyalandı ve sadece bir baskı yaptı. Kitabın son sayfasında "FIN DE LA PREMIÈRE PARTI DES NOTES (notların ilk bölümünün sonu)" yazılmasına karşın, ikinci cilt yayımlanmadı. 

Firmin-Didot, Yunan dili ve kültüründen çok etkilendi. Ölümüne kadar bir filhelenist (φίλοςΈλλην:: Yunanperver) olarak yaşadı. Yunanistan devletinin kuruluşu mücadelesini destekledi ve 1824'te Comité philhellène (Yunanperver Komitesi)'nin Paris'deki kurucu üyelerinden biri oldu. 1827'de kardeşi Hyacinthe Firmin-Didot ile birlikte yayınevini yönetimini devraldı. 22 Şubat 1876'da Paris'de öldü. 

FIRMAN-DIDOT AYVALIK'ta
Didot 1816-1817 yılları arasındaki birkaç ayı Ayvalık'ta geçirdi. Burada Ayvalık Akademisi'nde derslere devam etti ve anlaşıldığı kadarıyla iki ayı aşan bu süre zarfında, Akademi binasında konakladı. Akademide, "aydınlanmacı ve ihtilalci fikirleri" sonuna kadar destekledi, "gündelik Yunanca'nın terk edilip antik Yunancaya dönüş" hareketinin ateşli savunucularından biri oldu. Hatta kitabında yazdığına göre bu yönelişin öncüsü oldu: 
"... Ricam üzerine, bu küçük eğitimli genç Yunanlılar kolonisi, kolej sınırları içindeki konuşmalarında, Dêmosthénês ve Platon'un dilini yaşatmak için gündelik Yunancayı terk etme sözü verdiler. ..." (Didot,1821:385). 

Bu konuda öğrenciler tarafından yayımlanan bildiriye, "Anaharsis" (Αναχαρσις) mahlasıyla imza koydu (Didot,1821:386; Cihangir,2020:432).

Firman-Didot ve Ayvalık Akademisi'ndeki arkadaşlarının okul sınırları içinde
"antik Yunanca" konuşacaklarını beyan ederek yeni "antik" adlarını da
belirterek imzaladıkları bildiri. (Didot,1821:385)

Akademinin mimari yapısını, eğitim sistemini ve öğrencilerinin gündelik hayatını kendi gözlemleri ile çok detaylı şekilde yazdı. Ayrıca, Akademi öğretmenlerinden Theophilos Kairis ile geçirdiği zamanlara dair tuttuğu notlar sayesinde, Ayvalık'ın 19. yüzyıldaki gündelik yaşamına dair çok değerli detay bilgiler öğrenmemizi sağladı. Bu eseriyle Didot; Akademi merkezli bilgilerden kaynaklı olsa gerek, Karaosmanoğlu "hanedanlığı" ile "voyvoda" Ioannes Demetrakellis-Oikonomos (Ιωάννης Δημητρακέλλης-Οικονόμος) hakkında, çok detaylı bilgiler edinmemizi sağlamıştır.

Didot'nun bu eserindeki Ayvalık ile ilgili satırlarından; bugüne kadar "gün ışığına çıkmamış" birçok bilgi öğrenmekteyiz. Bu bilgiler içinde en heyecan verici olanlarından biri, Ayvalık'lı kadınların 19.yüzyıldaki gündelik yaşamlarına dair satırlarda geçmektedir. Diğer heyecan verici bilgi ise, "Paskalya bayramında Ayvalık meydanında düzenlenen ve 3 gün süren yağlı güreş müsabakaları" hakkında yazdıklarıdır. Ayrıca, 1817 yılının Ayvalık'ında, pişirilen yemeklerde "patates kullanılmaması/patatesin bilinmemesi" de oldukça ilginç bir detay olarak notlarda yer almıştır.

ESERDE ELE ALINAN KONULAR

1. KİDONYA'nın KURULUŞU 
Firman-Didot, kesin tarihini belirtmediği bir günde: "Midilli'den, eskiden Hecatonissa [denilen], şimdi Mosconissi ... olarak adlandırılan adaların arkasında yer alan Asya kıtasında[ki] Kidonya'ya doğru yola" çıkar. Ve şehre yaklaşınca, burada kurulan antik şehri şöyle anlatır: "... Plinius'un sözünü ettiği Kidonya antik kenti, bu adalardan birinin üzerine kurulmuş idi; ama daha sonra sakinleri korsan saldırılarından korunmak amacıyla, yakınlarındaki ana kıtaya yerleşti. Antik kentin; şimdiki Kidonya kentine bakan adada, kendilerini Türk ve korsan saldırılarından daha iyi koruyabilmek için, Yunanlılar tarafından daraltılan, sadece küçük teknelerin güçlükle geçebilecekleri kadar olan geçidin yakınında yer aldığı tahmin edilmektedir. Kıyı boyunca; büyük taşlardan yapılmış temeller görülen ve çevrede, çok miktarda  ince ve hafif kilden mükemmel bir işçilikle yapılmış çini ve çanak çömlek kırıntılarıyla karşılaşılır. ..." (Didot,1821:374).

Ardından, adada bir "mezar taşı yığını" ile karşılaşır bunları okumaya çalışır:"... AΡTEMIΣIA AΡTEMΙΔOPΟΙ ΧΑΙΡΕ,..." (SELAM ARTEMISIA ARTEMIDOPO) (Didot,1821:375). Didot, şehrin adının anlamı üzerine ise şunları söyler: 
"Türkler, Yunanca Kidonya adını kendi dillerinde Yunanca'daki Kidonia ile aynı anlama gelen Aivali olarak çevirdiler. Bu iki kelime ayva ağacının meyvesi olan ayvayı belirtmek için kullanılır." (Didot,1821:376).

Ardından köyün kuruluşu ve gelişimi üzerine genel Helen tarih yazımında kullanılan, rahip Demetraklis-Oikonomos ve özerklik konusuna değindikten sonra şehrin ilk sakinleri hakkında bilgiler vermeye başlar. 

Didot'ya göre şehrin ilk sakinleri: 
"... O andan itibaren nüfus sanki büyülü [bir biçimde] arttı, kendilerini Yunanistan'da mutsuz ve ezilmiş [halde] bulanların hepsi peş peşe buraya sığınmak için geldiler. Türk hükümeti şimdiye kadar zenginliği göz ardı etmiş gibi göründüğü için Kidonya'da daha seyrek bulunuyor ve şehrin nüfusu büyük ölçüde Lakedaimonlular'dan [hkk.- (Λακεδαιμόνιοι) Mora Yarımadası'nın güneydoğusunda bulunan Lakonya bölgesinin Dor kökenli halkı, Spartalılar (Σπάρτα)] ve Mora sakinlerinden oluşuyor." (Didot,1821:376).

2. ANADOLU İÇLERİNE DEVAM EDEN GÖÇLER KONUSU:
Didot'ya göre Ayvalık'ın "şu anda en az 15.000 nüfusu olabilir" şehir yeterince dolmuştur ancak, kıta Avrupası'ndan verimli Anadolu havzasına, örneğin Bergama'ya doğru halen göç devam etmektedir:
"Bu mutlu Rum şehrinde kaldığım günlerin birinde, bir akşam, Theophilus'un evinin penceresinden, asil yüzlü ve seçkin bir genç adam tarafından yönetilen yeni bir Makedon kolonisinin karaya çıktığını gördüm. Karaya atladı, elinde tüfek ve arkasında tabanca [vardı], onu tutuklamak isteseler hayatını pahalıya satmaya kararlıydı. Theophile ile birlikte, yeni topraklara adım atan bu talihsiz göçmenleri görmeye gittik; kısa süre önce terk ettikleri evlerini düşünerek ağlıyorlardı ve sonra bu genç liderin ağlayan kadınları ve çocukları teselli ettiğini ve onlara şöyle dediğini duyduk: Τι κλαίετε; εδώ θα αποθανομεν εδώ η πατρις (Neden ağlıyorsunuz? Ölmemiz gereken yer [artık] burası; burası bizim vatanımız); ve onlara bir sığınak olacağını umdukları Bergama dağlarını gösterdi. Bu dokunaklı sahne bana Horace'ın Teucer'in yol arkadaşlarını bu şekilde teselli ettiği dizelerini hatırlattı:

Böylece üzgün arkadaşlarla ilgilenir:
Ataların daha şansı bizi nereye götürürse
Biz gideceğiz ey yoldaşlar;
Rehberliğin ve koruman altında ümitsizliğe kapılacak bir şey yok.
Oh, cesur olanlar daha kötü acı çekti
Erkekler genellikle benimle idi ama şimdi şarabı önemsiyorsun.

Gemiden erzaklarının kalan kırıntılarını çıkardıklarını gördük; kıyıya oturdular, ve tulumlar içindeki şarabı içerken talihsizliklerinin bir kısmını unuttular. Kidonya şehri genelinde bu koloninin gelişi hakkında konuşulmaya başlandı ve özellikle genç liderin hikayesinden ilham alınarak geliştirilen [söylence] genel olarak [oluşan] ilgiyi iki katına çıkardı."(Didot,1821:377-378).

Didot bu girişten sonra, yeni gelen bu kafilenin "asil yüzlü ve seçkin ... genç" lideri hakkında şehirde dolaşmaya başlayan söylenceyi anlatmaya koyulur:
"... Makedonyalı bir Paşa'nın gözdesi haline gelen bu genç Rum, aşırı vergilerden dolayı, tüm Türkiye gibi umutsuzluğa düşen [ve] nüfusunun fakirliği her geçen gün artan bir köyde doğmuştu. Sonunda, bir yıllık kıtlıktan sonra, bu köyün sakinleri haraçlarını kesinlikle ödeyemez hale geldiler. Paşa; şiddetli ve tekrarlanan emirlerine rağmen [vergileri ödenmesini] sağlayamadığı için, onları döverek ve hatta idam ederek ödeme yapmaya zorlamak için tam yetkiye sahip bu genci gönderdi; böylece, kaçamamaları için orada yaşayanları başka diyarlara sürgün edecekti. Doğduğu fakir köye [geri] dönen bu genç gözde, yurttaşlarının düştüğü sefil duruma çok üzüldü ve cömert kalbi, çocukluğunun talihsiz arkadaşlarına karşı işkence yapmayı reddetti. Ancak, emirlerini yerine getirmeden efendisine geri dönmeyi de göze alamazdı. Bu şaşkınlık içinde, yalnızca onun şefkatini dinleyerek ve paşanın iyiliğini ve yanan bir servetin tüm umutlarını feda ederek, arkadaşlarını topladı ve onlara dedi ki: «Bu barbar memlekette neden daha fazla kalalım? Kaçın arkadaşlar; başınızda ben yürüyeceğim; gidelim Kara Osman Oğlu'na (1); belki daha mutlu günlerde tekrar evlerimizi görürüz.» Hep birlikte yola çıktılar ve bu talihsiz koloniyi taşıyan üç büyük kayıkla geldiler. Kadınlar ve çocuklar içler acısı durumdaydı ve her yerde yalnızca ağıtlar duyuluyordu. Geceyi şehrin sokaklarında geçirdiler ve sabah Bergama'ya doğru yolculuklarına devam ettiler." (Didot,1821:378-379).

Didot yukarıdaki olayı anlattığı bölümde, "bölgenin ayanı" Karaosmanoğlu'nun mülkünün büyüklüğünü ve ilerde yaşayacağı akıbeti, buraya koyduğu bir dipnot ile okuruna şöyle anlatır:
"(1) Kara Osman Oglou ailesi tarafından yönetilen sayısız ve muazzam mülkler, Eolya'nın tamamını, Iyonya'nın çoğunu ve her iki Misya'yı da işgal ediyordu. Egemenlikleri altında Yunanlılar, Türklerle aynı haklara sahipti ve sadece topraklarını ekenlerden yüzdesini talep ediyordu. Ne yazık ki, döndükten kısa bir süre sonra bu ailenin, Babıali'nin uzun süredir onlar için kurduğu pusuya yenik düştüğünü öğrendim." (Didot,1821:379).

3. AYVALIK AKADEMİSİ'nin EĞİTİMİ, MİMARİSİ ve DİSİPLİNİ
Didot Ayvalık'ın tüm bölgede tanınmasını, yaklaşık 2 ay içinde yaşadığı akademiden kaynaklı olduğunu düşünmektedir. Bu düşüncesini ve akademinin genel yapısını, eserinde şöyle anlatır:
"... (Ayvalık ününü) adalardan çok sayıda öğrencisi olmasına ve diğer memleketlerde kolejler kurmuş birçok profesör yetiştiren gymnasyuma borçludur. Şimdi şehrin önde gelen sakinlerinin gönüllü bağışlarıyla desteklenen bu kurumun ilk masraflarını yapan, cehaletin tüm rahatsızlıklarını hissedebilecek bir konumdaki, eğitimden yoksun bir adamdı. Bununla birlikte, çocuklarına seçkin bir eğitim vermek istediklerinden, yoksul sakinlerin çocuklarının da diğer öğrencilerden hiçbir şekilde ayırt edilmeden, [tüm] çocukların derslere katılabilecekleri bir kurum oluşturmak için düşündükleri bağışları kabul etme bilgeliğine de sahiptiler. Yunanistan'ın çeşitli yerlerinde, cehaleti ve hurafeleri yok ederek, ancak bu iki feci dayanağa dayanan despotizmin yıkılmasına büyük katkı sağlayacak kolejler bu model üzerine kurulmuştur.

Öğretime, Gregorios, Theophilos ve Eustrathios [adlarında] üç seçkin profesör başkanlık ediyor: birincisi retorik, din, ahlak ve tarih; ikincisi, fizik, kimya ve matematik; üçüncüsü [ise] gramer ve klasik Yunan dili öğretiyor. Yunanistan'ın en ücra bölgelerinden, eğitim almak için can atan gençler, her gün kendilerine uygun kalacak yerleri ücretsiz olarak ayarlayan Kidonya kolejine akın ediyor; ve işletmeye bağlı aşçı, öğrencilerin yemeklerini mümkün olan en düşük fiyatla satmakta. Üstelik [öğrenciler] şehirde ihtiyaçları olan her şeyi satın almakta ve odalarında da hazırlamakta özgürdürler. Eskisi kısa sürede her taraftan gelen öğrencileri almakta yetersiz kalınca, 1803 yılında inşa edilen yeni kolej, ortasında bir bahçe-avlusu olan geniş bir dikdörtgenden oluşuyor.  Denizin dalgaları duvarlarının dibine çarpar ve onların monoton gürültüsü ciddi fikirleri teneffüs ederken [öğrencileri] zihni düşünmeye sevk eder. Bina sadece bir zemin ve birinci kattan oluşmaktadır, kolejin sonunda bulunan deniz tarafında yer alan büyük amfi tiyatroya da geniş merdivenlerle çıkılır. Hemen hemen sürekli olarak birbirini takip eden ve katılmak isteyen herkesin katıldığı dersler bittiğinde, eğitimleri ve davranışlarıyla en çok öne çıkan öğrenciler öğretmenlerinden aldıkları dersleri tekrar ederek, [böylece] her öğrencinin belli bir miktar daha ders almasına [tekrar yapmasına] olanak sağlanır. Böylece, mali durumu iyi olmayan birçok öğrenci, bu genç öğretmenlerden küçük bir ücret alarak geçimlerini sağlamakta ve öğrenimlerine devam edebilmenin yolunu kolejde bulmaktadırlar. Her öğretmen öğrenci, çalışmalarını bu şekilde denetlediği çocuklardan sorumludur ve o zamanlar 300 öğrencinin doldurduğu kolejde  en ufak bir gürültü, sessizliği ve hüküm süren düzeni asla bozmaz. ...

Düzenli olarak derslerine devam ettiğim bu kolejde yaşadığım yaklaşık iki ay boyunca, her şeyden önce gençlerin halka açık derslere katılmak için gösterdikleri şevk ve denilebilir ki dinsel saygıdan çok etkilendim. Üstatlarının sözlerini kutsal bir  deyiş gibi (αυτος εφα) algılayan Pisagorcular gibi, öğretmenlerinin en küçük kurallarını bile Kidonyalı öğrenciler tarafından hemen bir yasa olarak kabul ediliyor. Üstatlarından birini görür görmez hepsi ayağa kalkar ve o geçerken saygılı bir sessizlik içinde dururlar. Ancak onları bu şekilde davranmaya iten ceza veya kınama korkusu değildir; çünkü kaldığım süre boyunca, üstatların öğrencilere hitap ettiği en ufak bir azar sözünü duymadım. ...

Ayrıca çocuklar da böyle bir düzen sevgisiyle doludur, genç bilim adamlarımızı hayrete düşürecek bir örnek olarak şunu gördüm, Kidonya'da kaldığım süre boyunca gymasiumun ortasındaki bahçeye dikilen portakal ağaçları olgunlaşmış meyvelerle dolu olduğu halde [o meyveleri] koleje duyduğumuz saygıdan kaynaklı kopartmadık, oysa küçük öğrenciler bu bahçeyi çevreleyen bariyeri kolayca geçebilirlerdi; ancak Spartalıların torunları onların arasındaydı.

Öğrenciler, uygun zamanlarında okumak veya okuldan ayrılmak konusunda tam bir özgürlüğe sahip olsalar da, Kidonya'da kendilerine sunulan eğitimden yararlanmanın kendileri için ne kadar önemli olduğunu bilerek, kendilerine duyulan güveni kötüye kullanmazlar, ..." (Didot,1821:381-385).

4.ŞEHRİN FİZİKİ ve İDARİ YAPISI:
Didot, bugüne kadar hemen hemen hiçbir gezginin şehrin idari yapısı hakkında bilgi vermediğini, bunun da büyük bir eksiklik olduğunu vurguladıktan sonra, şu bilgileri verir:
"..Kidonya'da, Yunan adalarının çoğunda ve anakaradaki bazı kasabalarda [olduğu gibi], Türk olan vali, kadı ve gümrük memurları dışındaki tüm nüfus Rumdur. Valinin sadece bir gölge yetkisi vardır ve επιτροποι (yöneticiler) adlı on iki Ruma ve o [kurula] kasaba adına hesap veren δημογεροντες (yaşlılar heyeti) adlı yönetime karışmaz. Bu on iki yönetici ömür boyu atanır; ancak onlardan biri kınanacak davranışlarda bulunduğunda, diğer on bir kişi onu bünyelerinden çıkarabilir ve yerine yeni bir yönetici seçebilir. ...

Şehir, ανωμαχαλα, μεσομαχαλα ve κατωμαχαλα veya üst, alt ve orta mahalleler olarak adlandırılan üç mahalleye (δημουσ) ayrılmıştır; her yıl, 1 Mayıs'ta, bu mahallelerin her birinin sakinleri, bir δημογερων veya yaşlılar heyetinin bir üyesini seçmek için kiliselerde ayrı ayrı toplanır. Halkın bu üç temsilcisi, kent yönetiminin tüm ayrıntılarıyla özel olarak görevlendirilmiştir: on iki yönetici ile birlikte, sakinler arasında çıkan sorunları değerlendirmek için her hafta toplanan konseyi oluştururlar; ve taraflar [alınan karardan] memnun kalmadıkları takdirde kadıya veya Türk hakime başvurabilirler; ama [bu durumda] önceden şehre bir miktar ödeme yapmak zorundalardır. Olağanüstü durumlarda bu senato, başlıca ailelerin reislerini [de] onlarla toplanmaya davet eder.

Özellikle din görevleri tüm Rumları kiliselere gitmeye zorladığı gecelerde şehrin güvenliği için bir tür ulusal muhafız [örgütü] oluşturulur. O durumlarda evler neredeyse tamamen boş kaldığından, nöbetçi [sayısı] çoğaltılır ve 50 ila 300 adamdan oluşur ve [bu kişiler] sokaklarda karşılaştıkları [ve ellerinde] fener [bulunmayan] herkesi tutuklar.

...

Kidonya şehrinin evleri taştan inşa edilmiştir ve sokaklar kötü bir şekilde döşenmesine rağmen yine de her iki tarafta kaldırımları bulunur; orada her gün çok sayıda sabun fabrikası, yağ fabrikası ve diğer kuruluşlar kuruluyor. Rumların övündüğü muhteşem kolejinde yetişen aydınlanmış hayırseverlerce iki hastane kuruldu. Kidonya'da kaldığım günlerde, bir de [limanda] karantina hastanesinin kurulmasından bile söz ediliyordu. ..."(Didot,1821:392-395).

5. AYVALIK'lı KADINLARIN GÜNDELİK YAŞAMLARI:
Giriş bölümünde de belirttiğim gibi bu eser, Ayvalık hakkında bugüne kadar pek bilinmeyen -ya da benim ilk kez öğrendiğim- iki heyecan verici detay bilgi içermektedir. Bunlardan ilki bu başlık altında ele alacağım "Ayvalık'lı kadınların gündelik hayatlarına" dair olan bölümüdür. 

Eserde, Ayvalık'lı kadınlara dair ilk bilgi: Firman-Didot'nun, kendisi için Paris'teki Adamántios Koraïs tarafından hazırlanmış bir tavsiye mektubunu vermek için, daha sonra Akademide öğretmeni de olacak profesör Théophile'nin evini ziyaret ettiği akşam tanıştığı profesörün kız kardeşi hakkındaki gözlemleridir. 

Didot, bayan Évanthie'yi şöyle aktarır satırlarına: 
"... (profesörün) Kız kardeşi, büyüleyici Évanthie de anlatmaya değerdir; Fransızca ve İtalyanca' [dışında] en saf antik Yunancayı doğru konuşuyordu; matematiği mükemmel bir şekilde biliyor ve erkek kardeşi ile yüksek matematik ve Newton'un konik bölümleriyle de ilgileniyordu. Neredeyse [hiç] bilinmeyen [bu] şehirde, Asya'daki basit küçük bir evin [içinde] böyle olağanüstü [bilimsel zenginliğin] yaşandığından kim şüphe edebilirdi ki? Ne yazık ki, Yunanistan'da ve özellikle yılda bir kereden fazla nadiren dışarı çıktıkları Kidonya'da kadınların yaşadığı kapalı yaşam, onlara zekalarının diriliği ile tezat oluşturan aşırı bir çekingenlik veriyor." (Didot,1821:375).

Büyük olasılıkla bayan Évanthie, ağabeyi ile oldukça ileri düzeyde matematik ve fizik konuşmaları yapabilecek kadar iyi öğrenim görmüş donanımlı bir kadın olmalıdır. Ancak 1817 yılı Ayvalık'ında diğer hemcinsleri gibi o da, "yılda bir kereden fazla nadiren dışarı çık(abilen)" ve "zekalarının diriliği ile tezat oluşturan aşırı bir çekingenlik" içinde ancak kapalı bir ev hayatı yaşayan bir kadındır. 

Kadınların ev dışına çıkmaması konusunu, Şerafettin Mağmumi de seyahat notlarında anlatmıştır:
"Buranın ahalisi Hıristiyan olduğundan Beyoğlu gibi kadın erkek karışık olarak gazino ve sokaklarda bulunacağını umuyordum. Halbuki, yanlış olmasın ama çarşı ve pazarda erkekten başka bir yaratık görmeyince şaşırdım ve soruşturdum. Kadınların erkekleriyle birlikte ve (ya da) yalnızca, süslenerek dışarı çıkmaları ayıpmış." (Şerafettin,2002:143)

Büyük olasılıkla bu "ciddi" hareketsizlik nedeniyle Ayvalık'lı kadınlar, bedeni bir hantallaşmayı da yaşıyorlardı. Bu duruma dair Firman-Didot'nun gözlemleri şöyledir: 
"... bu yüzden böyle hareketsiz bir yaşam nedeniyle genellikle çok kilo alırlar. Yürüyüşleri son derece kabadır ve Yunanistan'da oldukça sık tekrarlanan [ama] Atinalı kadınlardan daha fazla onları [betimleyen] şu şarkıda olduğu gibi:
Bırak dağlar alçalsın, Athena'yı görmek için
Kaz gibi yürüyen aşkımı görmek için." (Didot,1821:401).

Bu eserden, Ayvalık'lı kadınların "yılda bir kere" katıldıkları kamusal alandaki giyimlerini de öğreniyoruz. Firman-Didot, kendisinin de deneyimlediği 6 Nisan 1817 tarihinde kutlanan Paskalya pazarı öncesi törenleri anlatırken, Ayvalık'lı kadınların kıyafetlerini şöyle betimlemektedir:
"Tören alayındaki kadınlar en zengin kıyafetleriyle meydana doğru ağır ağır yürüyorlardı. ... Kidonya kadınları genellikle başlarına diadem [hkk.- bir tür taç] gibi görünen altın bir saç bandı takarlar ve onu örten beyaz baş örtüsünün altından siyah saçları dalgalanır. Eğer kıyafetleri ağırsa, soylu oldukları ve çok zengin oldukları tartışılmaz." (Didot,1821:400).

6. PATATES, SALAMURA ZEYTİN ve ωα ταριχα (BOTTARGA):
Firman-Didot, Ayvalık'ta geçirdiği iki ay boyunca doğal olarak yiyecekler konusunda da yeterince gözlemi olmuştur. Bu gözlemlerini, eserinin değişik bölümlerinde bizlerle paylaşır. Bunlar içinde en şaşırtıcı olanı, 1817 yılında, Ayvalık'ta ve yazarın seyahatinde uğradığı bir çok Ege adasında "patates sebzesinin üretilmediği ve pişirilmediği" konusudur. Yazar da bu duruma şaşırmıştır ve notlarına şunları yazmıştır:
"Patatesin ... kullanımı henüz bilinmiyor, ancak aroması farklı olsa da patatese çok benzeyen κολοκυθια [kabak] adı verilen kırmızımsı bir bitki türü orada sıkça yenir. Ancak Sakız Adası'ndaki Bay Rodokanaki'de patates bitkisini gördüm ayrıca Konstantinopolis'te de bazılarının kullandığına inanıyorum." (Didot,1821:398).

Yazar, özellikle Paskalya orucunda çok fazla yediği zeytinin salamurasını, kendi ülkesi ile kıyaslar:
"Yunanistan'da ve Asya'da zeytinler herhangi bir hazırlık yapılmadan yenmektedir. Tam olgunluğa eriştiklerinde siyaha dönerler ve ağaçların dibine düşerler, o zaman toplanır ve az tuzlu suyla kavanozlara konur; onlar daha az şanslı sınıfın ana besinleridir ancak zenginler de onu küçümsemezler. Bizim iklimlerimizde, hatta İtalya'da bile zeytinler asla böyle bir olgunluğa erişemezler ve sadece alkali alaşımlar içinde tutularak yenebilirler." (Didot,1821:397).

Firman-Didot, Ayvalık'ta kendisinin de tuttuğu Paskalya orucunu anlattığı bölümde, burada tüketilen deniz ürünlerine de değinir. Oruç nedeniyle balık yememiştir ancak tüm Ayvalıklılar gibi o da diğer  deniz mahsullerini bolca tatmıştır. Notlarında "bottarga" sözcüğünün nasıl türediğini de anlatır:
"Oruç sırasında balık yemeye izin verilmese de, yine de özellikle bu dönemde muazzam tüketimi olan havyar veya bottarga [hkk.- kefal ya da orkinostan elde edilen, tuzlanmış, kurutulmuş balık yumurtası pastırması] yiyebilirsiniz. Bu yemek, eskiden ona ωα ταριχα adını veren Yunanlılar tarafından çok iyi biliniyordu, hatta bottarga kelimesinin bozulma yoluyla [bundan] oluştuğu tahmin ediliyor. Kidonya sahillerinde avlanan ve kalitesi çok iyi olan küçük istiridyeler, zeytinlerin yanında ana yemeğimdi. Çok şanslıydım ki aforoz edilmeden, bana zeytinyağı ve balığı bile serbest bıraktılar." (Didot,1821:397).

7. YAĞLI GÜREŞLER ve ÜNLÜ AYVALIK'lı GÜREŞÇİ Τεττιξ (ağustosböceği) 
Eseri okurken en fazla şaşkınlık duyduğum bölüm burası oldu. Hem Ayvalık'taki spor faaliyetlerine dair ilk defa bir bilgi okumanın verdiği şaşkınlıktı bu ve hem de en azından XIX. yüzyılın o günlerinde, Bergama-Ayvalık arasında ciddi bir, "bir tür güreş liginin" olduğunu öğrenmem şaşkınlığımı arttırdı. 

Yazar eserinde, büyük olasılıkla 6 Nisan 1817 pazar gününü de içeren 3 gün boyunca süren "güreş müsabakalarını" şöyle anlatmıştır:
"... bu bayram günleri, antik çağları anımsatan oyunlarla kutlanır. Sabah spor sahasına dönüştürülen Kidonya meydanı sporcular tarafından işgal edildi; çünkü Bergama'da olduğu gibi bu şehirde de güreş, hocaları olan bir sanat haline gelmiş ve mermer disk kullanımı hala birçok adada [olduğu gibi] korunmaktadır.

8 Nisan 1817'deki, Olimpiyat Oyunlarının törenlerine taşındığımı düşünebilirdim ve bütün gün meydanda toz içinde ve neredeyse önceki iki gün aralarında mücadele verip zaferi kazanan güreşçiler kadar yorgun kaldım. Güreşçiler çıplaktı ve müsabaka listesi açıklanmadan önce vücutlarını yağladılar; kısa deri şortları güçlü formlarını gizlemiyordu. Güreşe başlamadan önce, sahayı birkaç kez daire çizerek ve kollarını iki yana açıp sallayarak turladılar; sonra mücadeleye girmeden önce [birbirleri üzerinde] güçlerini birkaç kez denediler. Bazen ünlü bir atlet sahaya çıktığında, bir süre rakip bulamadan kaldı. Son iki şampiyonu deviren ve kazandığı ilan edilen Bergamalı bir güreşçiydi, [bir süre] kimse adını onunla eşleştirmeye cesaret edemedi.

Sahanın etrafında toplanan Rumlar, kimisi Türk sarığı, kimisi ... kırmızı bere takmıştı ve pehlivanların her hareketini dikkatle izleyerek onları bağrışlarıyla yüreklendiriyordu. Çevremde, Krotonlu Milon'a layık, gücüyle birçok kez kendini gösteren Τεττιξ (ağustosböceği) adlı ünlü Kidonyalı güreşçinin başarılarından bahsedildiğini duydum. Ancak birkaç gün önce, valinin bir askerine çok kötü davranarak onu ölüme terk ettiğinden saklanmak zorunda kaldığı söyleniyordu. Kidonya'da açılan jimnastik okulu ünlüdür ve Bergama'nın, Asya'nın en ünlü güreşçileri duyulduğunda önce [okul] öğrencilerini onlara karşı güreştirir; [öğrenci] yenik düşerlerse, müsabaka listelerine sonuncu olarak girer." (Didot,1821:398-400).

Ardından Firman-Didot, bu güreş müsabakalarının bölgede çok yaygın olduğunu, yapılan etkinliklerde Müslüman ve Hıristiyan güreşçilerin birlikte mücadele ettiklerini bildiren şu satırları yazar:
"Genellikle Anadolu'da ve özellikle Bergama'da, valiler evlendiğinde ya da çocukları sünnet olduğunda, sporcuları kutlamalara davet ederler ve onlara her yönden cezbedici ödüller verirler. [Güreşi] kazanan Rum ise bir at veya öküz, Müslüman ise bir deve [verilir]; çünkü kervan sürücüsü olan Muhammed'e olan saygıdan, [deveye] sahip olma hakkı yalnızca Müslümanlarındır." (Didot,1821:400).

8. YAKIN ÇEVRE GEZİLERİ
Firman-Didot'nun Ayvalık notlarında iki yakın çevre gezisinden bahsedilmektedir. Bunlardan ilki; benim bir süre önce blog olarak yayımladığım "Zambakos Paşa'nın Ayvalık gözlemlerinde" geçen cüzzamlılar üzerine olan bölümdür. Anlaşılan o ki; Paşa'nın "... Ayvalık [cüzzamhanesi] zamanında tam dolduğu ancak bugün  tamamen boş olduğu anlaşılıyor; şu anda, bağlı oldukları belediye hastanesinden kısa bir mesafe uzaklıkta [bulunan] hücre şeklinde bir dizi eski küçük yapı, terk edilmiş barakalar [gibi] görünüyor. ..." (Zambakos,1891:214; Köksal,2022) dediği yapılar, 1816-17'de daha inşa edilmemişti.

Didot, "korktuğu için" detaylı bir gözlem yapamadığını söylediği bu gezi anısını şöyle anlatır:
"Genç öğrenci arkadaşlarımla yaptığım akşam yürüyüşlerinde, vücudu bir tür cüzamdan muzdarip, çürümeye yüz tutmuş talihsiz bir adamı görmeye götürüldüm. Görünce dayanamadım ve yaşadığım korku, özellikle bu şans eseri çok nadir görülen hastalığı gözlemlememi ve bu konuda bilgi almamı engellediği için üzgünüm." (Didot,1821:395).

İkinci gezi ise, yazarın "Janissaro-Chori" şeklinde transkribe ettiği, Küçükköy'e yaptıkları gezidir. Burada yazılan haliyle Janissaro > Janissary (Γενιτσάρος) > Yeniçeri olmalıdır. Bu gezi hakkında verdiği bilgi içinde, Akademi hakkında da oldukça önemli bir detay bulunmaktadır:
"Oraya öğretmen olarak gönderilmiş Kidonya kolejinin eski bir öğrencisini görmek için Janissaro-Chori'ye gittik. Kidonya kasabasından daha eski olan bu küçük köy, oradan yaklaşık dört lieue [hkk.- Lieue yaklaşık 4.83 km uzunluğunda eski bir mesafe ölçüsüdür > 4 lieue = ~19 km.] mesafede." (Didot,1821:403).

Eserin son sayfasında yer alan bu gezi notları içinde hem Küçükköy'ün tarihselliği üzerine hem de arazi yapısı ve büyük olasılıkla bugün "Badavut Mağarası" adı verilen göçük hakkında önemli satırlar bulunmaktadır:
"Yakınında, daha önce gemilerin rahatça geçiş yapması için hafredilmiş [açılmış] bir kıstak olduğu söyleniyor. Oikonomos onu tekrar açmayı planlamıştı; ancak Kaptan-paşa ve donanmasının, Kidonya'ya bir gün [daha evvel] geleceğini görme korkusu, bu projenin kısa sürede terk edilmesine neden oldu. Yakınlarda, dağda kayaya oyulmuş çok derin bir mağara var. " (Didot,1821:403).

(çeviri: H.K. KÖKSAL) 
---
KAYNAKÇA

Cihangir, Çiğdem Kılıçoğlu (2020).
Ayvalık akademisi ya da batı Anadolu’da Yunan ulusçuluğunun kökenleri üzerine. İstanbul Üniversitesi Türkiyat Mecmuası 30(2), 411-440 ss.

Firmin-Didot, Ambroise (1821).
Notes du’n voyage fait dans le Levant en 1816 et 1817. Paris: Typographie de Firmin Didot.

Hubbard, Clarence (1921).
How better letters help the printer. The Inland Printer, Şikago: Inland Printer Co., 68(1), 40-42.

Köksal, Hayri Kaan (2022).
Doktor Demetrius Alexandre Zambakos Paşa'nınAyvalık'taki "cüzzam" araştırmaları.
https://kaankoksal.blogspot.com/2022/08/doktor-demetrius-alexandre-zambakos.html

Şerafeddin Mağmumi (2002).
Bir Osmanlı doktoru'nun anıları : yüzyıl önce Anadolu ve Suriye (2.b) İstanbul: Büke Yayınları.