Türk Filmleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Filmleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ekim 2023 Pazar

TUZAK FİLMİ ve AYVALIK GAZETESİ

1970'li yıllar ile Ayvalık giderek popülerleşiyordu. Ahmet Yorulmaz'ın; Günaydın'da, Milliyet'te peş peşe Ayvalık haberleri yayımlıyor; "teknik üniversite öğrencileri", Midillili futbolcular, İngiliz soylular Ayvalık'a gelmek için birbirini takip ediyor; "yazlık otel" sayısı giderek artıyor; sabuncu "solcu" İzzet (Aygüner) belediyesi 1973'ten bu yana seçiliyor ve Ayvalık filmleri yağmur gibi yağıyordu: (1960) Yak bir sigara, (1963) Üç çapkın gelin, (1964) Duvarların ötesi, (1971) Hayat sevince güzel, (1973) Hayat bayram olsa, (1973) Kambur, (1973) Özleyiş, (1976) Alev ve (1976) Bıktım her gün ölmekten (Köksal,2015.a;2015.b) ...

1976 yılına gelindiğinde, şehirde bir de Cüneyt Arkın filmi çevrileceği Yeni Ayvalık Gazetesi'nde bildiriliyordu: "ERMAN FİLM Şehrimizde bir film çekimi yapacak". Haber şöyle devam ediyordu:

"... ERMAN FILM Rejisör ATIF YILMAZ yönetimin de şehrimizde bir film çekmek üzere gelmiştir. Başrollerini Cüneyt Arkın, Selma Güneri, Hulusi Kentmen, Turgut Boralının oynıyacağı filmin çekimine Pazar günü başlanacaktır. Tamamı Ayvalık'ta çekilecek filmin konusu (Bir Kasaba Hikâyesi) olup Ayvalık her yönü ile tanıtılacaktır.(Ayvalık,1976.ave (resim.01).

(resim.01) Yeni Ayvalık Gazetesi: 30 Nisan 1976 sayı:232.
(koleksiyon: Selden Emre | fotoğraf: Hayri Kaan Köksal, 2018)
 



Gazeteye göre film "bir kasaba hikâyesi" olacak ve Ayvalık'ın tanıtımını yapacaktı. Ama film öyle gelişmedi. 1976 yılında (ki hak etmediği bir IMDB puanı altında kalsa bile) "sol-toplumcu" çizgi ile buluşan ve Ayvalık "iç denizini" yok eden sanayinin "eleştirildiği", "çevreci" bir film çıkıverdi ortaya. Üstelik; senaryo Umur Bugay'ındı ve yönetmen Atıf Yılmaz... 

Toplum yavaş yavaş "baş çelişkiyi" öğrenmeye başlıyor, "İğdeli Kahve, Cem Karaca plakları çalıyordu" (bugünkü Odak dönercisinin olduğu yer)  ama, Ayvalık'ta böyle bir filmin çekilmesi de başlı başına başarı idi. 

Bu filmi, "Ayvalık Gazetesi" okumaları eşliğinde yapmama gelince (Köksal,2023) ...

Gazete koleksiyonunu topladığım günlerdi. Günün birinde kutularken, "aynı tarihli ve aynı sayılı" ancak "farklı manşetli" bir nüsha ile karşılaştım. "Tuzak" filmini izlemiştim ama ya bu film ben de "yeterince leke bırakmamıştı" ya da "yeterince Ayvalıklı olmadığım" günleri yaşadığım için, akşam eve gidince filmi yeniden seyrettim.

Aman allahım... "Belediye başkanı" öldrülüyor, Fabrikatör Fazıl Bey'in adamları Cüneyt Arkın'a saldırıyor, "gazete yakılıyordu", bir adama arkadan vurularak suikast yapılıyor, Atatürk Anıtı çevresine insanlar toplanıyordu, sarhoş gazeteci Tahsin "ikinci baskı" yapıyordu: "ne yaşandıysa o, filmin senaryosu" olmuştu... 

O günden bu yana Ayvalık okumalarım sürse de, Atıf Yılmaz sineması ve "ekoloji" filmleri üzerine okusam da ve hatta sunum yapıp iki film bile yazsam da, hala Bugay'ın senaryosunu "buna mı çevirdiğini" öğrenemedim (Köksal,2020)

Elim hiç "Tuzak" filmine hiç gitmedi, ama bir hafta önce sevgili İlknur Kavlak bana yazana kadar. 

Okurdan ricam, bu yazının "Tuzak filmi ve Ayvalık Gazetesi" üzerinde yazılmaya çalışılmış olduğunu hatırlaması olacaktır.

(resim.02) Filme ait storyboard.
(kaynak: yesilcamevi.com)
ECOLOGY (çevrebilim),
YÖNETMEN ve SENARİST HAKKINDA KISA BİR GİRİŞ...
Ecology teriminin ilk üretilmesi belirsiz olmasına rağmen, Alman dilbilimci Ernst Haeckel’in anlam verdiği konusunda bir uzlaşma vardır. “Ecology” ifadesini ilk defa, 1 Ocak 1858’de aşkın doğa felsefecisi Henry David Thoreau kuzeni Geoge Thatcher’a yazdığı mektupta kullanmıştır  (Sevgi,2015:30)

"Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Şakir Kabaağaçlı) 1946’da kaleme aldığı ... Aganta Burina Burinata adlı romanı" ise "ilk çevreci Türk romanı" olarak kabul edilir (Topcu,2019:25)

"Çevre" kavramının, sinemamıza Metin Erksan'la girdiği söylenebilir. Erksan'ın gerek bir "sanat tarihçisi" olması (Erksan, 1952 yılında İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi mezunudur ve bitirme tezi "hanlar"dır) ve gerekse de, sinemaya girmeden önce yıllarca sanat tarihi üzerine gazete köşe yazısı yazmış olması, onun "sinema dilinde" ustalaşmasına neden olmuştur. Onun yönettiği, (1963) Susuz yaz'ın ilk "çevreci Türk filmi" olduğu kabul edilir (Liman,2013) ve (resim.03).

(resim.03) (1963) Susuz yaz filmi afişi.
(kaynak: tr.wikipedia.org) 

Atıf Yılmaz (Batıbeki) ise daha önce Türk sinemasına girmişti ve "sanatta III. dönemini" yaşıyordu. 1974-1982 yıllarını içeren bu dönem bir yandan "sansüre karşı eylemler" ile bir yandan da, "TRT televizyonu" tarafından "darmadağın hale getirilmiş" Türk sinemasını toparlama çabası ile geçiyordu. Toplum "iki çizgide politikleşiyordu: sağ ve sol..." Belki de Atıf Yılmaz'ı "daha çok solcu yapan" bu politik ortamdı (Engin,2022) ve (resim.04).

(resim.04) Atıf Yılmaz (Batıbeki) (9 Aralık 1925-5 Mayıs 2006).
(kaynak: İstanbul BB kultur.istanbul) 

Atıf Yılmaz (Batıbeki) (9 Aralık 1926-5 Mayıs 2006) Türk film yönetmeni, yapımcı ve senarist ve akademisyendir. Elazığ'ın Palu ilçesinden göçmen bir ailenin üyesi olarak Mersin'de doğdu. Ortaokulda kendisine "rejisör" lakabı takılmasını "Mersin ortaokulunun ikinci sınıfındayım. Kim hangi nedenle uygun gördü hatırlamıyorum şimdi. Bana 'rejisör' lakabı takıldı. Herhalde sınıfta bir Yılmaz daha vardı. Ondan ayırmak için olmalı. Ama hâlâ kendime sorarım. Neden rejisör? Bana bu ismi yakıştıran arkadaş, şimdi ünlü bir falcı olmalı. Bu lakabın meslek seçimimde önemli bir payı olmuştur sanırım." diye anlattır (Yılmaz,1991:27).

1951 yılında "Kanlı feryat" filmi ile yönetmenliğe başladı, 2004 yılında gösterime giren "Eğreti gelin" filmi yönettiği son film oldu. 5 Mayıs 2006 akşamı İstanbul'daki evinde mide kanserinden öldü.

Filmin senaryosunu yazan (Ali) Umur Bugay'a da biraz değinmeliyim (birer Ayvalık'lı (Alltınova'lı ve Kırkağaç'lı) olan Aysel-Güner Namlı ve "Bizimkiler" özelinde bir blog yazmaya çalışsam da).

Umur Bugay (4 Ekim 1940, Ankara - 6 Ağustos 2019, İstanbul), Türk senarist, oyuncu, yönetmen, dramaturg ve yazardır. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi 1964 yılı Sosyoloji Bölümü mezunu olan Bugay, sanat hayatına 1962 yılında Arena Tiyatrosu'nda başladı. 1988 yılında yazmaya başladığı Bizimkiler adlı televizyon dizisi ile ünlü oldu. 1975 yılından itibaren film senaryoları yazdı. 1976'da yazdığı "Tuzak" bunlardan birisidir (resim.05).

(resim.05) (Ali) Umur Bugay (4 Ekim 1940-6 Ağustos 2019).
(kaynak: DHA)
(1976) "Tuzak" FİLMİ...
Yönetmenliğini  Atıf Yılmaz (Batıbeki)'nin yaptığı 1976 yapımı olan filminin senaristliğini (Ali) Umur Bugay üstlendi. Filmin yapımcılığı Hürrem Erman'a aittir. Çetin Gürtop'un görüntü yönetmeni olduğu "Tuzak" filminin kurgucuları Mevlüt Koçak ve İsmail Kalkan'dır. 

Baş rollerini Cüneyt Arkın (Fahrettin Cüreklibatır) ve Selma Güneri'nin oynadığı "Tuzak" filminin diğer oyuncuları şöyledir: Ali Sururi, Hulusi Kentmen, Hakan Tanfer, Neslihan Danışman, Erol Keskin, Turgut Boralı, Aydın Haberdar, Hüseyin Zan, Ajlan Aktuğ, Hakkı Kıvanç, İsmail Hakkı Şen, Sabahat Işık, Nermin Özses, İbrahim Uğurlu, İhsan Gedik, Niyazi Gökdere, Mehmet Uğur, Yusuf Çağatay ve Ayvalık'lılar.

Film dağıtımını Erman Film üstlendi. Süresi 92 dakika olan filmin toplam IMDB puanı 5.8/10'dir (101 kişi oy vermiş, ben bu filme 8.0/10 puan vermiştim).

Macera-romantik-dram türünde ve çekimleri Ayvalık’ta yapılan “Tuzak” filminin konusu şöyledir: Sahil kasabalarından birinin belediye başkanı olan Avni Bey, halkın sevdiği bir kişidir. Amerika’da öğrenim gören ve hekim olarak çalışan Ömer adında bir oğlu vardır. Ömer babasına çektiği telgrafta tatilini geçirmek üzere kasabaya geleceğini bildirir. 

Diğer yandan, kasabada tarım ilaçları fabrikası kurmak isteyen iş adamı Fazıl, belediyeden izin ister. Ancak Avni Bey onun bu girişimini denizi ve çevreyi kirleteceği sebebiyle engeller. Böylece bir düşman kazanan Avni Bey, Fazıl’ın tetikçisi tarafından öldürülür. Polis katil zanlısı olarak on beş yaşında bir çocuğu tutuklar.

Ömer, kasabaya geldiğinde babasının ölümünü araştırmaya başlar. Bu sırada kasabanın öğretmenlerinden Zeynep’e ilgi duyar. Ömer konuyu araştırdıkça fabrikanın açılması için gereken izin belgesini babasının vermediğini öğrenir. Bu arada tutuklanan çocuk mahkemede kendileri aleyhine beyanda bulunmaması için Fazıl’ın adamlarınca öldürülür. Bundan sonra Ömer’in tek hedefi babasının gerçek katilini bulmaktır. Bu sırada fabrikanın zehirli atıkları kasaba sahilini kirletmeye, çevreye ve insanlara zarar vermeye başlar. Kasabada çok sayıda kişi zehirlenir. 

Ömer, iş adamı Fazıl ile mücadeleye girer. Zeynep öğretmenin yanı sıra, avukat Melih ile gazeteci Tahsin gibi kişiler ona yardım ederler. Sonunda babasının katiline ulaşır. Ömer ile Zeynep evlenmeye karar verir. Ömer yeniden Amerika’ya gitmekten vazgeçer ve hekim olarak kasabada çalışmaya karar verir (Engin,2022:266) ve (resim.06), (resim.07) ile (resim.08).

(resim.06) (1976) "Tuzak" filminin afişi.
(kaynak: Köksal,2015.c)

(resim.07)

(resim.08)

Film, o gün için bir dizi Ayvalık çevre sorunu sayılan bir "giriş" ile başlar (resim.09), (resim.10), (resim.11), (resim.12), (resim.13) ve (resim.14).

(resim.09)

(resim.10)

(resim.11)

(resim.12)

(resim.13)8

(resim.14)

Film Zeynep öğretmenin "manevi kardeşi" gazete dağıtıcısı Osman ile diyalogu ile başlar. Osman, sabah çayını belediye başkanı Avni Baba'da içeceğini söyler ve "Ayvalık Gazetelerini" dağıtmaya başlar. Bu sırada, sarhoş gazeteci Tahsin çocuğun arkasından seslenir:
"Osman... Osman, benim yazıyı Avni Baba'ya oku! Emi..." [00:01:47] (resim.15), (resim.16)(resim.17) ve (resim.18).

(resim.15)

(resim.16)

(resim.17)

(resim.18)

Gazete dağıtıcısı Osman, Avni Baba'ya gazetesini getirir. Masasına oturur ve gazeteyi verir. [00:02:14] - [00:02:57] (resim.19)(resim.20) ve (resim.21).

(resim.19)

(resim.20)

(resim.21)

Osman    -
Tahsin Amca, bu yazıyı size okutmamı söyledi!
Avni Baba gazeteyi okur ve gazeteciye kızar: Bak şu sarhoş Tahsin'in yazdığına? Dereyi görmeden paçaları sıvıyor! 
Hoca Anne - Ne yazmış?
Avni Baba - Al bak! 
Hoca Anne - Körfezi Bekleyen Tehlike...
Avni Baba - Çocuğa dönerek: Sen o Tahsin Amca'na söyle bana akıl öğretmeye kalkmasın. Yok belediye başkanlığında gözü varsa; buyursun, hemen kendisine bırakırım. Bu kasabayı da ancak onun gibi bir sarhoş idare eder zaten"(gülüşmeler)
Hoca Anne - Doğru söylüyor... Fazıl'ın fabrikası açılırsa körfezimizde balık kalmayacak diyorlar...

TUZAK FİLMİ ve AYVALIK GAZETESİ
Ayvalık Gazetesi'nin manşet ve içeriği, Umur Bugay'ın senaryosundaki gibidir: "Körfezi Bekleyen tehlike...(Ayvalık,1976.b) ve (resim.22)Ve Ayvalık Gazetesi'nin yayımladığı bu manşeti şöyle sürdürür:

(resim.22)

3 Mayıs 1976, pazartesi: sayı:233 sayfa:1 (1. baskı)
(yazım hataları aynen tekrar edilmiş, düzeltmesi köşeli parantez içinde yazılmıştır.)

Körfezi Bekleyen Tehlike...
Bizler, Körfezi kalıyan [kaplayan] tehlikenin varlığından habersiz, rahat bir yaşamı sürdürüp gitmekteyiz. Yarınlara kapalı gözler, sağır kulaklar, koku almaz burunlar ve yitirilmiş hislerle seyirciyiz.

Oysa, tehlike, kapılarımızı çalmaya başlamıştır bile.

Kimimiz, bilgisiz olduğumuz için, çevrede oluşanlardan habersiziz.

Kimimiz, işimize uygun düştüğü için sessiziz.

Kimimiz da, başımıza dert açmak, rahatımız kaçmamak için uyur, gezer olmayı yeğ kabul ediyoruz.

Fakat, bir avuç kendini bilen, vatan ve millet tutkusu, mevcut ölçülerle tartılamıyanlar [tartılamayanlar], tehlikeyi uzaktan görüyor, yakından inceliyor ve bizleri uyarmıya [uyarmaya]  çalışıyorlar.

İnsanların ve canlıların hayatlarını tehdit eden hava kirlenmesi, bacalardan yükselen zehirli gazlar. Deniz kirlenmesi, fabrikalardan akıtılan kimyasal zararlı artıklar. Son olarak, bilinçsiz kullanılan Ziraî ilaçların tahribatını bu arada eleştirmenin faydalı olacağını ümit ederiz.

Kısa bir süre önce, Türkiye sahillerini inceliyen [inceleyen] yetkili Bilimcilerimiz, Körfezimizde, tehlikeli fabrika artıkları nedeniyle, insanların ve canlıların tehlike içinde bulunduklarını ve hatta yakın gelecekte, balık neslinin liman içinde yok olacağını, ilgili mercilere raporla ulaştırdılar ve en seri şekilde, kesin tedbirler alınmasını önerdiler.

Tabii olarak, öneri, şeklen açıktı: Zararlı artıklar denizlere akıtılmıyacak [akıtılmayacak], bacalarda tedbir alınacak hava kirlenmesinin önüne geçilecekti.

Şimdi esas soruna geçelim: Mahallî İdarelere Emirler gelmiş, uygulama yolları gösterilmiş, hukuki yön parafe edilmişti.

Sonra ne olmuştu? 

İl ve ilçeler Sağlık Kurulları, Valiler ve Kaymakamlar başkanlığında toplanıp kararlar aldılar. Tatbikat ve Denetim derken, işler, mahkemelere kadar gitti.

Böyle hayatî bir sorunun mahkemeye kadar gidişi, insanî yönden üzücü, şekil yönünden güldürücüdür.

Ben, yalnız Körfez ve Ayvalık olarak, dikkatleri bir noktada toplamak istiyorum. İlçe Hıfzı Sıhha Kurulu kararı hangi esaslara dayamıştır. Labratuvar [Laboratuvar] incelemesi ve raporu gerektirir bir husus eğer dikkatten kaçmış olursa, otoritede boşluk, sürtüşmede dengesizlik nedeni olacağı şüphesizdir.

DDT. ile Zirai mücadeleye karşı çıktığım tarihlerde, beni yakından tanıyanlarınız vardır. Uygulamada bir hata var ise, gerçeği rahatlıkla yansıtmıya [yansıtmaya] çalıştığımız malumdur.

Bugün, Zeytinyağı fabrikaları, hatalı olduğunu iddia ettiğimiz bir karar nedeniyle faaliyetten men tehlikesiyle karşı, karşıya bulunuyor. Işık tutmayı görev sayıyoruz.

Şöyleki [Şöyle ki]; Sabunhane, Rafine ve Pirina fabrika artıkları hakikaten zararlı olduğu halde, Zeytinyağı fabrikalarından denize salınan kara su, aksine bol proteinli ve balık nesli için ideal bir gıdadır. Lise Labratuvarın [Laboratuvarın] da, objektif görüntü sağlıyabileceğimizi [sağlayabileceğimizi] de ifade edebiliriz.

Gerçek bu olunca; Zeytinyağı fabrikaları dışında kalan faal tesisleri disiplin altına almak bir zaruret halindedir ve şarttır.

Körfezi bekliyen [bekleyen] tehlike, ihmalini affettirecek boyutlar dışına çıkmış bulunuyor [3].

Gazete, daha önceki sayılarında da beledi sorunları gündeme getirmişti. Hatta bir sayı önce "Şikâyetler Çoğaldı" manşetiyle, Sarmısaklı plaj bölgesi planlaması ile ilgili yakınmasını yazmıştı ama, Cüneyt Arkın - Selma Güneri filmi de ilk kez yaşanıyordu (Ayvalık,1976.a), [1] ve (resim.23),

(resim.23)

Artık filmin sonuna yaklaşılıyor, senaryo peş peşe olaylar ile aydınlanmaya başlıyordu. Bunlardan en "dramatik" olanı "Ayvalık Gazetesi"nin yakılması idi (resim.24) ve (resim.25).

(resim.24)

(resim.25)

Ardından, Ayvalık' ta yaşanan bir suikast (resim.26) ve (resim.27).,,, 

(resim.26)

 (resim.27)

Ve Atatürk Bulvarı'nda bir kovalamaca (resim.28) ve (resim.29) ...

(resim.28)

(resim.29)

"Ayvalık Gazetesi" bu olayların "odağı" durumunda olmalıydı. Gazete 2. baskısını yapmıştı bile  (Ayvalık,1976.c)[3] ve (resim.30).

(resim.30)

"Tuzak" filmi aynı hızla son buluyordu. Bu sonu yine "Ayvalık Gazetesi" sayfalarından okuyalım (Ayvalık,1976.d), [4] ve (resim.31):

(resim.31) Yeni Ayvalık Gazetesi: 17 Mayıs 1976 sayı:236.
(koleksiyon: Selden Emre | fotoğraf: Hayri Kaan Köksal, 2018)
---
DİPNOTLAR
[1] Yeni Ayvalık Gazetesi: 30 Nisan 1976, cuma. yıl:4 sayı:232 sayfa:1
Şikâyetler Çoğaldı.
Şehrimiz birinci sınıf turistik pilot bölge Fakat çalışmalarımız, amaçsız ve karışık.

Her önünüze geçen, şehrin yarını ne olacaktır? Demek suretiyle sızlanıp duruyor. Şikâyetler ise, sınırsız ve devamlıdır

Bilhassa Dünya'da pek az benzeri bulunan Sarımsaklı plâjlarının sahil şeridinde yasaklar olmasına ve şu ana kadarda [kadar da] planın gelmemiş bulunması nedeniile [nedeni ile], plânsız, ruhsatsız ve gelişi güzel inşaatlar yapılıyor denmektedir.

Biz, gidip görmedik. Söylenenler doğru ise, gününü yaşamak için faaliyet gösterenleri intibaha davet ederken, ilgili mercilerin de, hoşgörü sınırını zarar vermiyecek [vermeyecek] şekilde düzeltmesini bekleriz.

Plân yoksa, yasak varsa, gelişi güzel inşaat, yapanada [yapana da], göz yumana da, millî ekonomiye de zarar getirecektir. Ohalde [O halde] neden doğru yolu seçmiyelim [seçmeyelim]?

Hepimiz bu şehrin insanlarıyız, Yarın, meydana getirdiğimiz, lânetle değil, taktirle yadedilen [yad edilen] eserlerimiz, övünç kaynaklarımız olacacaktır.

Yalnız gününü yaşama kaprisi gibi insanı yiyen ve tüketen hastalığa karşı, bağışıklık sağlama yollarınıda [yollarını da] öğrenmeli, insan olmaya çalışmalıyız.

İnşaat sektörüne yeni bir şehir yaratırken, mes'uliyet duygularımız körleşmemeli, toplum içindeki yerimizi kusursuz hale getirmesini bilmeliyiz. 

Ayvalık'ta yeni yapıtlar üzerinde tartışmak, yetkililere düşer.

Fakat bizlerde, anladığımız kadarı ile, yapıtın, fizik yapısı, ekonomik oluşu, kullanılışı ve estetiğine dikkat ederiz.

Yalnız kazanmak bahasına, çevreyi tahrip eden, birer taş ve tuğla yığını ile karşınıza çıkıp övünenleri, savunamayız.

Vakit geçmeden ilgililer harekete geçmeli, bu başı bozuk gidiş derhal durdurulmalıdır. Pek tabii olarak şikâyetler, yerinde ve doğru ise.

[2] Yeni Ayvalık Gazetesi: 3 Mayıs 1976, pazartesi. yıl:4 sayı:233 sayfa:1 (1. baskı)

[3] Yeni Ayvalık Gazetesi: 3 Mayıs 1976, pazartesi. yıl:4 sayı:233 sayfa:1 (2. baskı)

[4] Yeni Ayvalık Gazetesi: 17 Mayıs 1976, pazartesi. yıl:4 sayı:236sayfa:1

---
KAYNAKÇA

Yeni Ayvalık Gazetesi 
(Ayvalık,1976.a)    30 Nisan 1976, cuma. yıl:4 sayı:232 sayfa:1
(Ayvalık,1976.b)    3 Mayıs 1976, pazartesi. yıl:4 sayı:233 sayfa:1 (1. baskı)
(Ayvalık,1976.c)    3 Mayıs 1976, pazartesi. yıl:4 sayı:233 sayfa:1 (2. baskı)
(Ayvalık,1976.d)    17 Mayıs 1976, pazartesi. yıl:4 sayı:236sayfa:1

Engin, K. (2022).
Atıf Yılmaz Batıbeki’nin sineması, (Tez No.: 749878) [Sanatta Yeterlilik Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi].

Köksal, H.K (2023).
AYVALIK GAZETESİ'nin  SARARMIŞ YAPRAKLARI İLE GEÇEN DÖRT AY, 21.07.2023, son erişim: 19 Ekim 20213, perşembe.

Köksal, H.K (2020).
Bilimkurgu ve Distopyalar: Manufactured Landscapes ve Brazil, (editörler) Hikmet Temel Akarsu, Nevnihal Erdoğan, Türkiz Özbursalı, İstanbul : YEM Kitabevi.

Köksal, H.K (2015.a).
GÜMÜŞ PERDEDE BİR SİLÜET: AYVALIK, 21.10.2016, son erişim: 19 Ekim 20213, perşembe.

Köksal, H.K (2015.b).
AYVALIK'da ÇEKİLEN TÜRK FİLMLERİ, 11.08.2015, son erişim: 19 Ekim 20213, perşembe.

Köksal, H.K (2015.c).
(1976) - Tuzak, 23.08.2015, son erişim: 19 Ekim 20213, perşembe. 

Liman, A.S. (2013).
Metin Erksan sinemasında çevre ve mekan estetiği, The Journal of Academic Social Science Studies, 6(4), sf.: 79-93.

Sevgi, O. (2015).
Ecology teriminin Türkçe karşılıkları üzerine bir değerlendirme, Avrasya Terim Dergisi, 3(1): 27 - 46.

Topcu, T. (2019).
Türk romanında çevrecilik (1945-2015), (Tez No.: 549441) [Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi].

Yılmaz, A. (1991).
Hayallerim Aşkım ve Ben. İstanbul: Simavi Yayınları.









26 Nisan 2020 Pazar

CEVDET BEY'in KARANFİLİ

Cevdet Bey, asla bir arada olamayacağı sevgilisini hayranlık içinde izliyor. 
(filmden ekran görüntüsü, HKK)
GİRİŞ
Yer kürede, işler pek yolunda gitmiyor bir süredir. Bu "zorunlu tecrit" günlerinde, her şeyi gayet iyi bildikleri gibi, covid-19 üzerine de konuşmaktan geri duramayanların doldurdukları TV programları artık bir işkence halini almaya başlayınca, uzun süredir yazmayı ihmal ettiğim bloguma yeniden sığındım. Ve, ileride yazılmak için biriktirdiğim konular klasörünü karıştırırken Cevdet Bey'in Karanfili adlı kısa filmi, çekimi üzerinden 10 yıl geçmiş de olsa yazmaya karar verdim. Ayvalık'ın çok değerli sanat insanlarından sevgili Turgut Baygın ve sevgili Nail Pelivan'ın imzalarını taşıyan ve bu kasabadan ilham alan Cevdet delisi adlı öyküyü [1] temel alan bu film, Ayvalık sokaklarında ve mekanlarında çekildi.

Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü tarafından “Geleceğin Projesi” kapsamında desteklenen filmin senaryosu, Turgut Baygın ve Nail Pelivan'a ait. Filmin yönetmenliğini Selin Togay, yönetmen yardımcılığını ise Nail Pelivan üstlendi. 13 ülkede gösterime giren bu 14 dakika 45 saniye süren film, ulusal ve uluslararası 24 festivale katılarak [2] ödüller de aldı.

Filmin kısaca özeti şöyle: 
beyaz ceketi, siyah pantolonu, kravatı ve yakasından eksik etmediği kırmızı karanfili ile dolaşan Cevdet (Esen Poyraz), kasabanın delisidir ve anlatıcının (Turgut Baygın) betimlemesi ile: "tırnakları uzamayan, aynı ruju yıllar yılı kullanan, saçı bile olmadığı için peruk takan" plastik bir vitrin mankenine aşık olur. Tüm günlerini, mağazanın karşısındaki köşede oturarak ve sevgilisini izleyerek geçirir. Üstelik filmin daha başlarında anlatıcı, bu sorunlu sevda konusunda onu uyarmıştır da. Ama o bu "platonik aşktan" bir türlü vazgeçememiştir. Ve bir gün, sevgilisini bir başka vitrin mankeni ile yan yana, üstelik gelinlik içinde görür. Cevdet bu duruma çok öfkelenir. Mağazayı basar. Şiddet kullanarak mankenleri birbirinden ayırıp, sevgilisini parçalar ve koşarak karakola gidip teslim olur... 

Öykü ile arasında değişiklikler bulunmakla beraber filmin senaryosu, öyküye sadık kalınarak yazılmış. Bu nedenle birazdan okuyacağınız makalede, senaryo ile öyküyü birlikte ele alan kurmaca bir deneme yapmaya karar verdim. Daha açık yazmak gerekirse: Cevdet Bey'in Karanfili adlı filmin ekran görüntüleri eşliğinde, Cevdet delisi adlı öykünün ve senaryosunun satırlarını birlikte okumaya çalıştım. Öykü ile film senaryosu arasındaki bariz ayrışmaları ise yazının akışı içinde vurguladım. 

Makaleye geçmeden Ayvalık'tan beslenen bu çok keyifli öyküyü ve filmi bizlere sunan değerli arkadaşlarım sevgili Turgut Baygın'a ve sevgili Nail Pelivan'a en içten teşekkürlerimi sunar, ömürleri boyunca sanat yaşamlarının hep başarılarla dolu geçmesini dilerim.

 ŞİİRCE Dergisi 1.sayı (2001)
AYVALIK HALKEVİ ŞİİRCE DERGİSİ 

Şiirce Şiir ve Sanat Dergisi, Ayvalık Halkevi tarafından 2001 yılında yayımlanmaya başlayan ve belirleyebildiğim kadarıyla değişik zaman aralıkları ile 2010 yılına kadar toplam 17 sayı çıkartılan, yayın dönemi içinde, Ayvalık kültür hayatına çok önemli katkılar sağlamış yerel bir sanat yayınıdır. Dergi, 16 x 23 cm boyutlarında ve 20-24 sayfa olarak basıldı. 

2005 yılında çıkartılan 6. sayıdan itibaren, derginin yayın yönetmenliği Uğur Bilge tarafından üstlenildi. Künye bilgilerine göre, Ayvalık Halkevi adına Hasan Atilla'nın yayın sahibi olduğu derginin yayın kurulunu Uğur Bilge, Kadri Kaya ve Turgut Baygın oluşturdu.


Dergi büyük özveriler ile Ahmet Zafer Anaç yönetimindeki Burhaniye İz Ofset'te basıldı. Derginin hemen tüm sayıları, yayın kurulu üyelerinin çabaları dışında, Arif Buz (ressam ve işletmeci), Nihal Güven [Sayın] (emekli edebiyat öğretmeni ve işletmeci), Mehmet Cemil [Tosunoğlu] (politikacı ve işletmeci), Mesut Nail Akın (elektrik mühendisi) ve Aysel Namlı (emekli bankacı)'nın büyük destekleri ile çıkartıldı.

Bu özverili çaba 2010 yılında yayımlanan 17. sayı ile son buldu. 
Dokuz yıl süren bu büyük çabanın sona eriş nedeninin, yerel yazarların eser üretememesinden dolayı değil, parasal sıkıntılardan kaynaklı olduğunu, Uğur Bilge'nin kaleme aldığı HOŞÇAKALIN başlıklı veda yazısından anlamaktayız.

Bilge şunları yazar bu veda yazısında:
"... Bayrak değişimi gerekli. Sponsor bulacak, söz verilen parayı almak için kapısına sayısız kez gidilecek (özel bir şirketin reklamı için bile tahsilata 17 kez gittiğimi anımsıyorum), satış için dağıtılan dergilerin parasını takip edecek (zira hiç kimse 'al şu derginin parasını' demez, illaki gidip alacaksın), sabırlı bir genç aranıyor. ..." (Şiirce 2010 : s.1).


ŞİİRCE Dergisi 17.sayı kapak ve 1. sayfa (2010)

Cevdet delisi  ÖYKÜSÜ ÜZERİNDEN 
Cevdet Bey'in Karanfili FİLMİNİ OKUMAK...
Turgut Baygın'ın Cevdet delisi adlı öyküsü, 2010 yılında, derginin son nüshası olan 17. sayının 24-28. sayfalarında, Özcan Tunç'un desenleri eşliğinde yayımladı.


ŞİİRCE Dergisi 17.sayı 24 ve 25. sayfalar (2010)

Cevdet Bey'in Karanfili filminin senaryosu ise yine aynı yıl Turgut Baygın ve Nail Pelivan tarafından yazıldı. Yönetmenliğini Selin Togay, yardımcı yönetmenliğini Nail Pelivan'ın üstlendiği filmin görüntü yönetmenliğini Emre Erez ve sanat yönetmenliğini ise Elif Koparan gerçekleştirdi. Müzikleri Ata Güner'e ait olan filmin yapımcısı, yönetmen Selin Togay'dır.

Cevdet Bey'in Karanfili film ekibi. Fotoğraftaki sanatçılar (soldan sağa) 
ayaktakiler: Esen Poyraz, Ahmet Bac, Emre Erez, Serap Arslan, Elif Koparan, Müge Uluer Ener; 
oturanlar: Turgut Baygın, Nail Pelivan, Selin Togay. (Nail Pelivan arşivi)


Filmde; Esen Poyraz (Cevdet Bey), Turgut Baygın (anlatıcı), Ahmet Bac (esnaf), Nail Pelivan (esnaf), Refik Gürbüz, Batuhan Ener, Emre Erez (dekoratör), Serap Arslan (mağaza sahibi), Aziz Yıldız, Duru Baygın, Zühre Baygın, İrfan Pelivan ve Elif Koparan rol aldılar.


Sevgili Nail Pelivan'ın verdiği bilgiye göre film çekimleri 3 gün sürdü. Kısa film için oldukça büyük bir kadro ile çekilen film, çok küçük bir bütçeyle gerçekleştirildi. Filmin yönetmenliğini üstlenen Nail Pelivan ve Selin Togay, o günlerde Güzel Sanatlar'daki sinema öğrenimlerine devam ediyorlardı. Sevgili Pelivan verdiği bilgide ayrıca, filmin senaryosu ile öykünün hemen hemen aynı zamanlarda yazıldığını da vurgulamaktadır.

Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:00:25]
Öykü; "Cevdet'ten söz eder misiniz?" diye sormuşuz da anlatıcı yanıt veriyormuş kurgusuyla başlar:
"Cevdet'ten mi söz edelim? Cevdet işte: 'Allahın delisi'. Bütün kasaba için hem de 'Allahın delisi'. Bir zararını gören olmuş mu? - Hayır! Deli olmak için zarar mı vermek gerekiyor? Sizin ki de laf yani.! ..." (s.24)
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:00:27]
Öykü anlatıcısı beklemez ve devam eder:
"Cevdet'ten neden söz edelim ki şimdi? Bu kasabada onlardan bir sürü var. Geçen temmuz yediği haltı mı anlatayım? Önemli bir şey değil aslında, sözü bile edilmez ya, mademki soruyorsunuz anlatayım: Efendim bir temmuz düşünün önce, öyle bir temmuz ki, bir benzeri on yıldır yaşanmamış. Hava öylesine sıcak ki, ağustostan üç günü ödünç almış da ille de o gün, o temmuz sıcağında topyekun cayır cayır yakmaya sözleşmiş bir sıcak. 
Cevdet yine takım elbiseli, karanfili yakasında. Sıcak alabildiğince işliyor Cevdet'e de; umuru mu? Cevdet, işte o gün denize gitmiş, 'bunda anlatılacak ne var?' demeyin, siz sordunuz ben söylüyorum. Cevdet o gün denize gitmiş ya, yüzme bilmez, bilse de inadından boğulur. Kumsal cıvıl cıvıl, insanlar 'bu güneş bize az' der gibi, daha da serpilmişler güneşe. Cevdet'in bronzlaşmaya ihtiyacı yok, esmer yakışıklısıdır Cevdet. Kumsal böyle bir kumsal işte. Deniz durgun, iliklerine kadar almış sıcağı. Kumsalda güneşlenenden fazlası denizin içinde. Cevdet gitti ve sahilin kenarına çömeldi. Kumdan kale yapmaya başladı. Plajdaki insanlar teker teker çoğaldılar Cevdet'in yanında yöresinde. Yazlıkçıların çoğu onu tanımıyor ya, daha bir hayretle izliyorlar Cevdet'i. Cevdet takım elbisesine su değdirmeden, çömelmiş kalesini yapıyor, sonra bozuyor, sonra tekrar yapıyor. Buraya kadar da çok delilik yok, sıkılmış gibi bakmayın öyle. Sonra polis geldi plaja, rahatsız olanlar çağırmış. Cevdet'i tutup götürdüler plajdan, kalesinin yarım kalmış duvarını da çocuklar tamamladı. Cevdet kale yaptı, herkes yapıyor. Takım elbise giyiyor; herkes giyiyor. Cevdet plajdan niye gidiyor?" (sf.24)
Cevdet'i daha iyi tanımamız için anlatıcı, o çok sıcak temmuz gününü betimledikten sonra, o gün yaşananları aktarır bize. Bu anlatı, sadece Cevdet'in bir roman vatandaş olduğunu ve takım elbise ile dolaştığını bildirmekle kalmaz, aynı zamanda; şehrin bazı yazlıkçı sakinlerinin, bu şehrin gerçek sahiplerine karşı nasıl da bir üstencilik ile yaklaştıklarını gösterir. Cevdet'in mayo giymemek dışında eksiği yoktur, zira "kalesinin yarım kalmış duvarını da çocuklar" tamamlar. Ardından anlatıcı şaşkınlığını gizleyemez: "Cevdet kale yaptı, herkes yapıyor. Takım elbise giyiyor; herkes giyiyor. Cevdet plajdan niye gidiyor?"

Öyküdeki bu ani ancak sakin giriş, filmde büyük bir telaş içinde izleyiciye sunulur: Talat Paşa Caddesinde bugün bulunmayan bir bakkal dükkanının önünde, iki esnaf tavla oynamaktadır ve anlatıcı da onları izlemektedir. 
Ahmet - Ya bu bizim deli Cevdet yok mu? Ne yapmış biliyor musun?
Nail  - (gülerek) Ne yapmış?
Ahmet - Geçende gitmiş deniz kenarına, takım elbisesi üstünde, çiçeği yakasında çömelmiş, kumdan kaleler yapmaya başlamış. (esnaflar karşılıklı olarak gülüşür)... Dur daha bitmedi... (anlatıcı devreye girer)
Anlatıcı - Sonra ne mi oldu? Cevdet'i plajdan tutup götürdüler. Turistler rahatsız olmuş! Cevdet kale yaptı, herkes yapıyor. Takım elbise giyiyor, herkes giyiyor. Cevdet plajdan niye gidiyor?
[00:00:30 - 00:01:12]
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:00:38]
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:00:41]
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:01:04]
Öykü; Cevdet Bey'in karanfili ile filmden daha fazla ilgilenmiştir. "Eğer biraz daha sabrederseniz, size Cevdet'in esas öyküsünü anlatayım." diye söze girer anlatıcı ve karanfile dair aktarımlarına başlar: 
"Yakasına taktığı karanfili kimden aldığı, nerden bulduğu bir sırdır; önemli midir Cevdet'in yakası, karanfili? Sözü edilecek kadar önemli değildir belki ama yakasında karanfille dolaşan kaç kişi kaldı ki? Kasaba esnafının da bir takılması olur Cevdet'e bu karanfil konusunda. Fırıncı Salih yıllardır söyler Cevdet'e, 'Yakandaki karanfili bana ver, her gün bir ekmek benden sana!' Cevdet karanfilini kimselere vermez, koklatmaz bile. Annesinden mi yadigardır, bir anısı mı vardır, yahut ne bileyim karanfille konuşuyor mudur bizim Cevdet? Karanfiller sadece delilerle mi konuşur ki? Cevdet'e sormak gerek, biz deli değiliz değil mi? Bilmem." (sf.24)
Nedense senaryo bu karanfil meselesi ile fazla uğraşmak istememiş gibidir. Başlangıç jeneriğinde ancak bir iki saniye süren, bir emaye tencere içinde -ve ihtimal ki- suda bekletilen bir kaç dal karanfil görüntüsü ile yetinilmiştir.

Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:01:23]
Oysa ki, öykünün çok özel yerlerinde ve sürpriz anlarda okurun gözüne ilişen bir ritimdir bu karanfil:
"... Karanfili mi merak ettiniz? Ben de merak etmiştim babama sorduğumda ki babam onun akranıydı, onu da söyleyim yeri gelmişken. Karanfili Cevdet'in, maçta da yakasındaymış. 'Düşmez miydi baba? Top gelemez miydi yakasına?' 'Gelmezdi, bir eli yakasındaydı hep. Tek elle kalecilik yapardı. Bir de karanfili yakasına teğellerdi.' 'Teğel ne demek baba?' 'Yakasına tuttururdu yani'." (sf.24)
"Cevdet vitrinin yanına gider, geç saatlere kadar mankenin yanında otururdu. Karanfili ve manken aşkıyla sandalda gezintilere mi çıkardı, odasında bir soba başında ısındıkları bir kış gecesi mi kurardı, konuşurlar mıydı?" (sf.26)
"Cevdet'i karşıma alıp sorular sorayım çok isterdim. Karanfilden başlardım önce, takım elbisesine, kravat bağlamaktaki becerisine kadar giderdim." (sf.26)
"- [Cevdet] Gece üşür müyüm diye merak mı edersin?
 - [Anlatıcı] Ben üşürsem sen de üşürsün, karanfilin nerden ola?
 - [Cevdet] Karanfil benim mi sandın?
 - [Anlatıcı] Senin yakandaki senindir ya Cevdet, kimin olacak?
 - [Cevdet] Ya ödünçse? Bir gün ödenirse?
" (sf.26)
"... Cevdet'in de bir sabrı var! Kaç dakika dayanabilir onu böyle görmemeye? İşte bekledikleri olur, Cevdet harekete geçerdi; çarşıda volta atmaya, karanfili ile konuşmaya başlardı. ... " (sf.27)
"İşler böyle gitmedi; bütün çarşı esnafı dükkanlarını kapayıp, Cevdet'e yanıtsız kalacaklarını bile bile 'iyi akşamlar' dileklerinde  bulundular. Belki de karanfil yanıtlıyordu onları Cevdet'in yerine de kimseler bilmiyordu; karanfillerin sesini duymak herkesin harcı mı? ... Cevdet bir süre ayrılmadı vitrinin önünden, karanfil sakinleştirdi onu. Konuştular, tartıştılar; gözlerini vitrindeki çırılçıplak yalnızlığından alamadı." (sf.27)
 "... Çömeldi duvarın dibine, saçlarını taramadığı ilk sabahına başladı. Mağaza açıldı, gelen çayı da içmedi. Kepenklerin kalkması ilk kez yüzündeki anlamı değiştirmedi. Geceyi vitrindeki boşlukta geçiren gözlerini yanına çağırdı. Kravatını bağlamadı, ayakkabılarını silmedi; ilk kez karanfiline 'günaydın' demedi." (sf.27)
"Cevdet oturduğu yerde kalakaldı; sallanmadı; karanfiliyle konuşmadı. Belki de ilk o an karanfiliyle konuşmadı. ..." (sf.27)
"... Cevdet vitrine yaklaştı, duvağın arkasındaki yüzüne baktı sevgilisinin; gülümsüyordu. Hiçbir şey olmamış gibi gülümsüyordu... Karanfiliyle bir şeyler konuştu, kafasını birkaç kez salladı, karanfiline 'olur' verdi." (sf.27)
"Polisler de güldüler ona, esnaf da güldü. Kalabalığı ilk görüp de mağaza önüne gittiğimde ben de güldüm. Sonra vitrinde bir karanfil buldum, plastik bir gülün üzerinde... İkisini de alıp cebime koydum." (sf.28)
"Olaydan sonra Cevdet'in evine gittim. Tek bir kelime etmeden dört saat oturduk. Saçlarını taramamıştı; aynası da yoktu. Duvarın köşesinde yeni bir sandalyenin üzerinde, özenle katlanmış, tozlu beyaz bir çarşaf ve battaniye durmaktaydı. Cebimden karanfili ve plastik gülü çıkardım, masanın üzerine bıraktım. Cevdet karanfile ve güle baktı; uzun uzun baktı; konuşmadılar. Neleri konuşmadıklarını biliyordum." (sf.28) 
Anlatıcı, Cevdet'in evini öyküde şöyle sunar bize:
"Cevdet'in evini anlatayım size. Onun evi, büyüdüğüm mahalledeydi. ... Evini çok kere gözetledim. O yokken içeriye girdim. İçerisi dediğim, tek oda; varı yoğu orada. Eski bir rum evi, yıkık dökük. Pencere naylonla kaplı, rüzgar esince pencerenin camı şişer mi? Cevdet'in penceresi şişiyordu işte; komikti. O zamanlar gülerdik buna da, şimdi şimdi insanın içi acıyor, bir evin penceresi rüzgardan şişiyorsa, yazıktır."(sf.24)
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:02:17]
Anlatıcı evin içini anlatmaya devam eder:
"Saçlarını taradığı bir aynası vardı ki, o zamanlar evlere şenlikti; şimdi o da acıtır içimi ya neyse... Aynanın sırrı dökülmüş, duvarda eğri büğrü bir garip; yüzüne bakan olmamış da hayata küsmüş. İyi ki Cevdet var; uzun uzun bakışırlar. Çeşmeden iki damla suyu alır, parmaklarında çoğaltır, saçlarını adam ederdi. Bir de bir tutkusu vardı ıslıktan. O zamanlar adını bilmezdim, şimdi biliyorum ama söylemem. Cevdet bilinsin istemez belki." (sf.24)
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:02:07]
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:07:47]
Öyküde anlatıcı, Cevdet'in içine düştüğü bu "olanaksız aşk" üzerine bir sohbet yapmaya niyetlenir. Aslında, anlatıcının kafasında kurduğu konuşma Cevdet'e dair sıradan bir konuşma olacaktır. Ancak ne olduysa olur ve anlatıcının zihninde işler karışır.

Yanıt verecek kişi Cevdet iken, sorulara muhatap olan anlatıcıdır:
"Cevdet'i karşıma alıp sorular sorayım çok isterdim. Karanfilden başlardım önce, takım elbisesine, kravat bağlamaktaki becerisine kadar giderdim. Bunları öğrensem ne olacak? Size anlatmak için sadece, başka bir nedeni yok. Ben bunları merak etmiyorum desem yalan olur, siz de merak ediyorsunuzdur. Diyelim ki aldım Cevdet'i karşıma, o gün aklı yerinde olsun ya da benim aklım yerinde olmasın da aynı dilden konuşalım. Çay demlese bana duvarın içine gömülü şöminesinde topladığı çalı çırpıyı tutuşturup. Bir tek bardağı vardır ya Cevdet'in, bir kendine doldursa aynı bardağı, bir bana. Bir sandalyesi vardır ya Cevdet'in bir kendi otursa, bir ben.
"Ne bu halin be Cevdet?"
"Ne varmış halimde" diye aklı başında bir soruyla yakalasa beni aklımdan, ödünç sandalyede çekip çevirse şöyle bir. Sorgu değişse, kravatını çözüp duvardaki eğri, sallanan tek çiviye emanet etse; sorgu değişse:
"Ne bu merakın?"
"Ne varmış merakımda Cevdet?"
"Mankeni mi sormaya geldin?"
"Hatırını be Cevdet"
"Gece üşürüm diye merak mı edersin?"
"Ben üşürsem sen de üşürsün, karanfilin nerde ola?"
"Karanfil benim mi sanırdın?"
"Senin yakandaki senindir ya Cevdet, kimin olacak?"
"Ya ödünçse?"
"....."
"Bir gün ödenirse... ?"
Kalkar giderim bu kadarıyla baş edemem Cevdet'in. Cevdet'e katlanmanın da bir sınırı var. Ödünç karanfil mi olurmuş? Size Allah'ın delisi olduğunu söylemiştim değil mi?
Mankene aşık olan adamdan başka ne beklenir? Plastik, donuk, her hafta elbisesini değiştiren, giydiğini de bir hafta üstünden çıkartmayan birine aşık sıralasam... Bakalım öyle caka satabilecek mi yine? Hem sen, cansız manken bile olsa tek sandalyenle, tek çividen askınla, tek bardağınla elin kızına nasıl bakacaksın? Kendi kendine konuşur durursun artık; bana dert mi?" (sf.26-27)
Öyküde sadece anlatıcının "niyeti" olarak kalan bu bölüm, senaryoda bizzat anlatıcının "müdahil olduğu" bir konuşmaya dönüşür:
"- [Cevdet] Ne bu merakın böyle?
 - [Anlatıcı] Ne varmış merakımda Cevdet?
 - [Cevdet] Onu (mankeni) sormaya mı geldin?
 - [Anlatıcı] Hatrını be Cevdet!
 - [Cevdet] Hatrım iyidir.
 - [Anlatıcı] Bu aşk seni divane etti be Cevdet...
 - [Cevdet] Divane miyim?
 - [Anlatıcı] (yerinden kalkar ve:) Tırnakları uzamaz. Aynı ruju yıllar yılı kullanır. Saçı bile yok, peruk takıyor be! Hem sen plastik manken bile olsa, tek çividen askınla, bu tek sandalyenle, tek bardağınla, uyduruk çeşmenle, aynanla elin kızına nasıl bakacaksın?
"
[00:03:06 - 00:05:49]
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:03:12]
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:03:17]
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:05:26]
Mağaza sahibi vitrini değiştirmeye karar vermiştir. Üstelik, birkaç yeni plastik manken daha satın almış ve bunlarla yepyeni bir kompozisyon kurmaya da karar vermiştir:

Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:08:21]
Öykü, anlatıcının ağzından bu değişikliği uzun uzadıya anlatır. Ardından, Cevdet'in "çileden çıkışını" öğreniriz:
"Kepenk açıldı, spotlar söndü, mağazanın vitrinini sildi bir kız; biri kapı önünü süpürdü; biri içeride kahkaha attı, müziğin sesini açtı; Cevdet duruyordu. Esnaftan bazıları durumu anlamıştı; Cevdet içerlemişti; 'Deli işte!'
Öğlene kadar sabredebildi Cevdet aldatılmaya, sonra yapacağını yaptı. Koşar adımlarla ağlaya ağlaya konfeksiyon mağazasının içine girdi, sevgilisinin başındaki duvağı çekti çıkardı, önce mankenin elindeki gül yere düştü, sonra kendisi damadın üzerine devrildi. Bütün vitrin mankenleri yerle bir oldu. Mağaza çalışanı kızlar çığlıklar arttı; birinin açtığı müzik duyulmuyordu artık; birinin attığı kahkaha yoktu. Cevdet elindeki duvakla mağazanın kapısına doluşmuş meraklı kalabalığı omuzlayarak dağıttı, koşmaya başladı; hayır, kaçmak gibi değildi, gitmek gibiydi daha çok; terk etmek gibiydi, gitmek gibiydi daha çok; terk etmek gibiydi Cevdet'inki. Çocuk gibi ağlayarak koşturuyordu Cevdet, arkasında şaşkın bir kalabalık ve bilekleri limon kolonyasıyla ovulup, kendine gelmesi beklenen mağaza çalışanlarını bırakmıştı."(sf.28)
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:09:40]
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:10:04]
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:10:37]
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:10:38]
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:10:41]
Ağlayarak koşan Cevdet karakola varır. Öyküdeki biçimiyle elinde sevgilisinin duvağı vardır. İlk kez bir deliye benzediği o anı şöyle anlatır anlatıcı:
"... Polis karakoluna vardığında, polislerin şaşkın bakışları arasında elinde duvak, gözünde yaşlarla karakola hızlı bir giriş yaptı. Polislerden birkaçı Cevdet'in üzerine kapaklanıp yere düşürdü. Cevdet çırpındı: ilk kez bir deliye benziyordu. Cevdet'i komiserin karşısına çıkardılar. Komiser sordu Cevdet'e: 'Cevdet hayırdır? Ne oldu oğlum?' Cevdet gözündeki yaşları sildi, yanıtladı: 'Beni tutuklayın, sevgilimi öldürdüm."(sf.28)
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:11:58]
Polisler gülerler bu gelişmeler karşısında ve Cevdet'i dışarı çıkartırlar. Öyküde, anlatıcı da güler yaşananlara ve mağazaya gider, vitrinde bir karanfil bulur, plastik bir gülün üzerinde. ikisini de alıp cebine koyar.

Senaryoda ise, anlatıcı karakolun duvarına dayanarak çömelmiştir ve elinde karanfil ile plastik gülü tutmaktadır. Cevdet dışarı çıkar, anlatıcı ile göz göze gelir, üstünü düzeltir ve evine doğru yürümeye başlar.

Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:12:14]
Anlatıcı öyküyü şöyle tamamlar:
"Cevdet kasabayı terk etmedi ama çarşıya da bir daha görünmedi. Mağaza vitrinini yeniden düzenlediler, Cevdet yeniden gelir diye mankeni değiştirdiler; onu da gören olmadı bir daha. Mağazadaki kızlardan ikisi olaydan sonra işi bıraktı. Esnaf bu olayı iki hafta anlattı ve güldü. Kuyumcu vitrininin yanındaki duvara bir daha çömelen olmadı. Cevdet'ten sonra hiç kimse yakasında karanfille gözükmedi. 
Olaydan sonra Cevdet'in evine gittim. Tek bir kelime etmeden dört saat oturduk. Saçlarını taramamıştı; aynası da yoktu. Duvarın köşesinde yeni bir sandalyenin üzerinde, özenle katlanmış, tozlu beyaz bir çarşaf ve battaniye durmaktaydı. Cebimden karanfili ve plastik gülü çıkardım, masanın üzerine bıraktım. Cevdet karanfile ve güle baktı; uzun uzun baktı; konuşmadılar. Neleri konuşmadıklarını biliyordum."(sf.28)
Senaryodaki anlatıcının finali ise şöyledir:
"Cevdet'i bir daha gören olmadı. Esnaf bu olayı iki hafta anlattı ve güldü. Cevdet yeniden gelir diye mankeni değiştirdiler. Bir daha onu da (Cevdet'in aşık olduğu plastik mankeni) gören olmadı... Hiç kimse duvarın önüne çömelmedi... Hiç kimse..."
[00:12:19 - 00:12:41]
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:12:26]
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:12:37]
Cevdet Bey'in Karanfili filminden ekran görüntüsü [00:12:40]

Filmin vimeo.com adresinde bulunan kopyasını buradan izleyebilirsiniz:


Şiirce Dergisi 17. sayısında yayımlanan öykünün pdf kopyasını indirmek için tıklayınız


DİPNOTLAR
[1] Baygın, Turgut (1978-). Cevdet delisi, Ayvalık Halkevi Şiirce Dergisi, 17(-), 24-28 ss., 2010.

[2] İSMEK usta öğreticisi kısa filmde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Hayat Boyu Öğrenme Merkezi web sayfası için tıklayın. (son erişim: 24 Nisan 2020)