18 Temmuz 2015 Cumartesi

BİR "do it your self" BİLGİSAYAR SOĞUTUCUSU PROJESİ

proje konusu olan buzluklar
Emektar makineme yüklediğim tasarım yazılımlarının sayısının çoğalması sonucunda geçen yıldan bu yana artan -ve artık tahammülü zor bir hale gelen- aşırı ısınma sorununu dün sabaha karşı bulduğum "yaratıcı bir çözüm" ile artık aştım.

Son bir aydır her tıklamadan sonra neredeyse 10-15 saniye bekleyerek çalışma zorunluluğu da dün sabaha karşı buluşumla  bertaraf edildi.

Proje fotolarına geçmeden aslında burada şu tartışmayı başlatmak gerekiyor: bu ülke, bizleri "hakikatten yaratıcı" kılıyor. Yani mesela, o kamyonet şasileri üzerine eklenen, "mekan yaratıcı" kaportaların içinde, son yarım yüzyıldır ulaşımımızı sağlamadık mı?

Ya da bitmiş "vita yağı" kutularından sardunya saksılarımız olmadı mı cam önlerinde? Ya da eski "kılçıklı antenleri" alüminyum tencere kapakları ile modifiye etmedik mi?

Bence bu topraklar hakikatten "bereketli"...Tabi... Benim projem, şüphesiz, "minibüsle" kıyaslanınca lafı bile "anılmaz" bir buluş ama olsun, bu "bereketli toprağın bir çocuğu" olarak, küresel kapitalist HP firmasının aptal bir donanım sıkıntısını çözdüm... Ve tabi ısıdan kaynaklı eriyen buz kalıplarının, bir başka anlatımla makinenin ısısından etkilenerek ısınmaya başlayan buzun, masa katmanını geçerek aşağıya doğru yaydığı serin havayı da burada belirtmeden geçemeyeceğim.

PROJE "ana bileşeni": BUZ KALIPLARI'nın ÖYKÜSÜ 
Bundan 4 yıl kadar önce, daha ben Ankara'da çilehanemde geçecek zamanımı doldurmaya çabalarken, "ordan burdan toplanan bir şeylerle", "orada burada bir şeyler" yapıyordum ve -sanırım çöpe kadar gitmeye üşendikleri için- tüm mahalle halkı da ıvır zıvırlarını: "senin işine yarar" diye bana verdiği günlerden birinde; yan komşumuz Mustafa A'bi de, tedavisinde kullanılan ithal ilaçların taşınması sırasında bozulmamaları için verilen "buzluklarını": "senin işine yarar" diye bana vermişti. Ve benim işime de, bahçe günleri sırasında, "rakı şişesi soğutması projesinde" yaramıştı bolca.







17 Temmuz 2015 Cuma

GEÇMİŞSİZLEŞ"TİRİL"MEYE DİRENEN BİR ŞEHİR: UŞAK

Evet, Ayvalık'a hala “sadıkım” ama gittiğim her şehir beni bir biçimde kendisine bağlıyor tarifsiz biçimde. Bu bağlanma kimisinde dönüş yolunda bitiyor şüphesiz, kimisinde ise “yeniden gitsem iyi olur” temennisi ile gidileceği “o yeni günü” bekliyor...

Ayvalık okumalarımı ve buna bağlı çalışmalarımı sürdürürken geçen ay; önce bir kaç günlüğüne, üzerinden geçen iki hafta sonra ise on günlüğüne Çorum'a gittim. Şehrin oluşumu, gelişimi ve bugünü üzerine bir çok okuma ve gözlem yapma olanağı veren bu toplamı yaklaşık bir aydan az süren Çorum günleri arasına, bir gün de Kastamonu girivermişti.

Kastamonu'da geçen dört beş saatlik zaman içinde, bir önceki gidişime sığdıramadığım ve “yeniden gitsem iyi olur” programıma eklediğim: “sokak sokak Kale çevresi” gezisini yapmış ve Çorum yazılarımın hemen arkasından yazmayı planladığım blogun taslağını da tamamlamıştım.

Ama hafta başında gittiğim Uşak şehri, kafamdaki yazı programını allak bullak etti şu an. Çünkü; fakültedeki yedinci projemi aldığım ve 1995 yılında aramızdan ayrılan mimar Kemali SÖYLEMEZOĞLU'nun, 1951 yılında yaptığı imar planı sırasında çektiği, Uşak fotoğraflarından oluşturulan bir fotoğraf albümünü görüp satın aldım ve onun imar planı üzerinde yürüyerek ve yine onun çektiği fotoğraflar eşliğinde şehri dolaştım. Bu çok duygusal bir deneyim oldu benim için.

Gitmeden önce aşağıdaki gezi haritasını hazırlamıştım:

Sıradaki Çorum blogumdan önce, Uşak üzerine detaylı yazacaklarımı da önümüzdeki günlere bırakarak, çektiğim bir kaç foroğrafı bu blogumda yayınlamak istiyorum...