26 Ocak 2018 Cuma

“yeni” TÜRKİYE'NİN MİLADI 27 MART 1994 MAHALLİ İDARE SEÇİMLERİ ya da KORKU TÜNELİNE GİRERKEN...

Bu makale TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi tarafından hazırlanan ve aralık 2017'de basımı yapılan "Ankara Raporu: Gökçek Dönemi Hasar Tespiti" adlı kitabın 56-61 numaralı sayfalarında yayınlanmıştır.

Birazdan okuyacağınız yazının yarısına ulaşmıştım ki; bir an, o günkü yaşımın kaç olduğunun hesabını yapmak geldi içimden: 29'unda imişim 27 Mart 1994 “mahalli idare seçimlerinin” yapıldığı gün. Yaş hesabı yapılır da, o yaşları geçirdiğiniz “hayat” ve o sürenin içinde yer alan, aslında “hayat” dediğimiz zaman aralığının tam da kendisi olan: insanlar, mekanlar, olaylar ve nedenler -ve şüphesiz sonuçlarbirer birer puslarından sıyrılıp “gözünüzün önünden bir film şeridi gibi” geçmez mi? Geçer... Bu film şeridi geçerken gözlerinizin önünden mesela, ayna yerleştirseniz karşınıza ve baksanız, bugününüzle bir kıyas yaptığı için; dudağınızın “görece” huzur, “görece” umut ve “görece” refah yaşadığınız günlere imrenerek gülümsediğini ya da “görece” demokratik bir kentin, bir ülkenin elinizden alınmasına neden olan gelişmeleri başlatanlara öfkelenen kaşlarınızın çatıldığını görür müsünüz? Görürsünüz... Hayret... Neden acaba bu çok sevdiğim ülkenin sıradan bir yurttaşı olarak, ne zaman geçmişe dair bir şeyler düşünmeye veya karalamaya kalkışsam, her seferinde kendimi “korku tüneli” misali tasarlanmış bir luna park mekanında ilerlerken buluyorum? Ve her seferinde alnımı terler basıyor ve öfkeleniyorum... Neden acaba? 

Neyse... Merhaba, ben mimar Kaan... İzin verirseniz; bu satırları okuma nezaketi gösteren, ancak benim onlarla tanışma olanağı bulamadığım okurlar için, önce kendimi tanıtayım: giriş cümlemde yazdığım tarihten iki yıl önce genel sekreter yardımcısı olarak Konur Sokak 2 numaraya girip, yine o tarihten dört yıl sonra, Oda'nın 35. dönem genel sekreteri olarak o binadan ayrılmış “eski bir odacıyım”. Ayrıca o geçen zamanın üç koca yılını, “cebir ve şiddet” ile iktidara gelmeyi başaran, İ.Melih Gökçek (İ.M.G.) belediyeciliğine karşı kavga veren, 33 ve 34. dönem Şube yönetimlerinin, sekreter üyesi olarak geçirmiş bir arkadaşınızım. 

İki yıl eksiği ile geçen çeyrek asra dair anımsadığım ilk şey; 27 Mart gecesi, SHP’nin belediye başkan adayı Korel Göymen'in 378.095 oy alıp birinci geldiğini duyarak uyuyup, 28 Mart sabahı İ.M.G.'in 6.390 oy farkı ile başkan olduğunu duyarak uyanışımın ben de yarattığı moral bozukluğudur. Şüphesiz “baş ve tali çelişki” meselesini ve bu yolun “engebeli, dolambaçlı ve sarp” olduğunu biliyordum lakin, bu biraz fazla, “fazla” gelmişti bana. Tabir-i caizse, “ağzımı bıçak açmaz” bir halde (ki beni tanıyanlar çok iyi bilir, bu imkansız bir durumdur) Oda'ya gelmiş, önümde duran “SHP kazandı” manşetli gazete haberlerini okurken, televizyon kanallarında İ.M.G.'in belediye başkanlığını kutlayışını izlemekteydim.

İlk saatlerdeki çocuksu öfke, aklımın yardımı ile yavaş yavaş yatışıp beni “makul” düşünmeye sevkettikçe, olayın aslında “kazanan-kaybeden mevzusu” olmadığına, olayın tamamen bir “kazandıran çaba faaliyeti” olduğuna kanaat getirmeye başladım. 

Bu kanaat bende nasıl oluşmasın ki? Seçime giren üç adet “majör”, tırnak içinde sol partinin oy toplamı 562.822 ama İ.M.G.'in oyu 320.967 idi. Ve yetmezmiş gibi birinci ile ikinci gelen adaylar arasındaki oy farkı 6.390... Tabi, İ.M.G. ve arkadaşlarının üstün çabalarını teslim etmezsem büyük bir haksızlık yapmış olurum. Mesela; İ.M.G., belediye başkanlığı yaptığı Keçiören'in çöplüklerinde uçuşan yaklaşık 7.000'i yakılmış, 22.000'i yakılmadan atılmış toplam 29.000 küsür SHP oyu olmadığı için bu ilçede 6.000 oy farkı ile önde bitirdi seçimi. 308.183 seçmenin oy kullandığı Keçiören'den 64.006 oy alabilmişti oysa. Mesela, Çankaya Aşağı Ayrancı'daki Ahmet Vefik Paşa İlkokulu’nun kalorifer dairesinde 5 oy sandığı bulunmuştu. Üstelik mühürleri bile açılmamış bu sandıkların içinden tek bir Refah Partisi oyu bile çıkmamış ancak o sandıklar için hazırlanan düzmece tutanaklarda, Refah Partisi çok önde tamamlamıştı sayımı. Yani SHP oylarını; Keçiören'de çöplükte, Çankaya'da bir ilkokulun kalorifer dairesinde bırakmıştı. Bunca yaşananlara dayanarak yapılan itirazlar, “milli iradeyi hiçe saymak” ve “yenilgiyi kabullenmemek” şeklinde itibarsızlaştırılmış (a! bunu çok yakın bir geçmişte yine duymuştum), sol seçmenin -ki biraz önce ben de üzerinde çok durdum,- “oyların bölünmüşlüğüne” karşı duyduğu öfke de eklenince şaibeli seçim sonuçları, büyük bir toz bulutu ardında kalarak örtülmüştü. Yani artık sonuç belliydi ve önümüze bakmaktan başka bir yol kalmamıştı.

28 Mart 1994 günü öğleye yakın saatlerde yönetim kurulumuz “olağanüstü” toplandı. Gündem belliydi: Başkent, tarihinde ilk defa yeni bir siyasi eğilimin yönetimi altına girmişti ve neleri yapabilecekleri kestirilemiyordu. Dolayısı ile Şube açısından tüm üyeler ile ve şehir açısından ise tüm Başkentliler ile samimi manada bir arada olmaya açık “bütünleşik bir muhalefet” yaratılamaz ise verilecek çabalar sonuca ulaşamayacak, dönem “faaliyet raporlarına” girecek bildiriler ötesine geçemeyecekti.

Bu anlamda, bir dizi  başlık belirlenerek bir eylem programını oluşturmaya karar verildi. İlk adım olarak, bir tartışma metni taslağı hazırlandı. Taslak metin, üç ay önce gerçekleşen genel kurulumuz öncesinden itibaren toplantılarını sürdüren ve üyelerin etkin katılımı ile 33. Dönem Şube Yönetim Kurulu çalışma programının oluşumunu sağlayan Ankara Şubesi Danışma Kurulu'na sunuldu. Danışma Kurulu, taslak metin üzerinden geliştirdiği tartışmalar ile son derece “tutarlı”, “kararlı” ve “duyarlı” bir eylem programı ortaya çıkardı. Bu program, değişen yeni kent yönetimine karşı Şube'nin; duyarlı, kararlı, proaktif ve eylemci bir çalışma modeline geçmesini çok kolaylaştırdı. Bir başka değiş ile, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi 33. Dönem Yönetim Kurulu, seçimlerin hemen ardından başlayan ve geçen ay itibariyle çeyrek yüzyıl sürecek olan “müthiş gerilimli/çatışmalı” sürecin ilk iki yılını, “istisnai” bir dönem olarak Oda tarihine geçen bu üye-oda bütünleşmesi ile başarıya ulaştırdı.

Peki, yorucu ama somut başarılar elde eden bu dönem neleri, nasıl yaptı?

Öncelikle Şube yapılanması, günlük işleyişi sürdüren bürolarından başlanarak yeniden yapılandırıldı. Şube sekreterliği, ayrıca, kent ve kentli mücadelesinin bir parçası haline getirildi. Şube Yönetim Kurulu, bürokratik zaman kayıplarından arındırılarak, çok sayıda üye ve Başkentlinin katılımı ile toplanan daha eylemci ve daha yaratıcı bir yapıya dönüştürüldü. Şube üyeleri karar süreçlerinde etkinleşerek ya komite, komisyon, işyeri temsilcilikleri ve MBÇK'lar içinde çalışarak ya da sürekli toplanan gündemli Danışma Kurullarına düzenli katılarak, hem eleştiri ve görüşlerini doğrudan yapabilir ve hem de önerilerini hemen yaşama sokabilir hale geldi.

Şüphesiz geçişin, etkin üye desteğini alarak kolayca gerçekleşmesi, yaklaşık bir yıl önce tartışmaları başlayan, Odamıza çok yeni ve çağdaş bir soluk getiren Demokrasi İçin Mimarlar Platformu'nun (DİMP) oluşumu çalışmalarının yardımıyla oldu. DİMP'nun ve onun düzlemi üzerinde bir araya gelen mimarların birlikte geliştirdikleri: “farklılıklarımızla ama beraber olmak”, “Odanın hetorojen üye yapısını koruyan, yeni işlevlerle donatılmış çağdaş örgütlenme modelleri geliştirmek”, “nerede mimar varsa, Oda örgütlenmesini orada yeniden inşa etmek”, “Oda'yı bürokratik kimliğinden uzaklaştırarak kent politik eylemci bir konuma dönüştürmek”, “üyelerin sadece katılımcı değil aynı zamanda karar süreçlerinde de etkin olmasını sağlamak” gibi çağdaş tezler, İ.M.G. belediyesine karşı verilen mücadelenin ilk iki yılının başarı ile sonuçlanmasını da sağladı.

İlk adım, yukarıda değindiğim gibi, Ankara Şubesi Danışma Kurulu'nu ve Yönetim Kurulu'nu tüm üyelere ve Başkentlilere sonuna kadar açan bir konuma dönüştürmekle atıldı. Hemen ardından, Oda ile belediye arasındaki en hassas alanlardan biri olan, “mesleki denetim uygulması”nın (MDU) kesintiye uğratılmaması mücadelesine başlandı. Hemen Mesleki Denetim Komisyonu ile Yönetim Kurulu ortak bir toplantı yaptı. Ve içine girilen bu yeni dönem ve sonuçları her boyutu ile üyelerle paylaşıldı. Yönetimimizin MDU konusundaki kararlılığı ve değişen bu “farklı” dönem için komiyondan beklediği daha etkin ve daha eylemci çalışma tarzı konusu gündeme getirildi. Komisyondan, periyodik olarak Serbest Mimarlık Büroları Danışma Kurulu'nu toplaması ve MDU'na karşı çaba içine giren üyeleri bu toplantılar aracılığı ile “uyarmaları ve ikna etmelerii” istendi. Bu danışma kurulları komisyon başkanının yönetiminde ve bir Şube sekreter üye yardımcısının sekreterliğinde dönem boyunca devam ettirildi. Ayrıca Komisyon ile birlikte hazırlanan, “Oda Mesleki Denetim Uygulaması Yasaldır” adlı bir broşür çıkarılarak tüm “tescilli bürolara” ve basına gönderildi. Yeni anakent ve ilçe belediye yönetimlerinin, göreve gelir gelmez MDU protokollerini tek taraflı iptal etmesine karşın, MDU'nın uzun süre üye dayanışması ile sürmesi bu çabaların bir sonucudur. 

Bir başka beklenilen gelişme, belediye işyerlerinde çalışan üyelerimize karşı başlatılacak olan “sindirme” ve “sürgün” ihtimaliydi. İlk olarak, Yönetim Kurulumuz ile örgütlü bulunulan belediyelerdeki tüm İşyeri Temsilcileri'nin ortak toplantısı yapıldı. Şubemizin, buralarda çalışan üyelerin her zaman yanında olduğu ve olası “kötü” durumlarda Şube Hukuk Bürosu'nun hemen sürece katılacağı bildirildi. Ayrıca temsilcilerden, belediyelerdeki tüm imar uygulaması gelişmelerinin yakından izlemeleri ve teknik bilgileri ile Şubemize yardımcı olmaları istendi. Yanlış anımsamıyorsam, bu dönemde iki arkadaşımıza uygulanan “keyfi tayin” girişimi, hukuk yoluyla durduruldu.

Örgütlenme bağlamında bir başka çalışma alanı da TMMOB'de oluşturulan Ankara İl Koordinasyon Kurulu oldu. Böylece meslek odaları Ankara şubeleri arasında periyodik görüşmeler başlatıldı. Bu hem bilgi aktarımına katkı sağladı ve hem de tüm odalarda verilen parçacıklı mücadeleler daha güçlü bir bütüne dönüştürüldü. Bilim dışı kent imar hareketlerine karşı Odaların başlattığı yargı süreçlerinin tümünün Başkent halkının yararına sonuçlanması, aynı zamanda bu koordinasyonun da başarısıdır.

Bu olağanüstü dinamik ve bunun sonucunda elde edilen başarılar, üyelerimiz ve kardeş odalarla sürdürdüğümüz çok farklı düzlemlerde devam eden toplantılar ve sürekli çıkarılan bülten ve broşürler aracılığı ile duyurulsa da, bu başarıların tüm Başkent halkının bilgisine sunulması, onların benzer çabaları var ise onlara moral ve bilgi desteği sağlaması da gerekliydi. Bu anlamda ilk olarak Ankara Şubesi sekreterliği, yerel yönetim seçimlerinden iki hafta sonra başlayan ve düzenli olarak dönem sonuna kadar süren, tüm gazetelerin Ankara servislerini davet eden Basın Toplantılarını başlattı. Bu basın toplantılar özenle hazırlanmış dosyalar ve görsel sunumlar eşliğinde gerçekleştirildi. Haftalık basın dosyalarında belediyelerin bir önceki hafta hayata geçirdiği bilim dışı uygulamalar listeleniyor ardından, Şubemizin ve diğer meslek odalarının yaptığı mücadeleler özetler olarak sunuluyordu. Ayrıca içinde bulunulan hafta gerçekleştirilecek eylem takvimi de önceden kamuoyuna duyurulmaktaydı.

Bu çabamız, beklenilenden çok fazla sonuçlar doğurdu. Bir iki hafta sonra artık, yazılı ve görsel ulusal medya kanalları sürekli Şube “mahreç”li haberler vermeye başlamıştı. Buradaki amacımız medyada Oda haberleri yaptırmak değil, Başkent halkı ile yoğun iletişime geçebilmenin köprüsünü kurumak idi ve bunu da başarmıştık. 

Bir iki ay içinde, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi “başka” bir “hal” almaya başlamıştı. Tüm komisyonlar mimar olmayan kentlilerin de katılımı ile etkinlikler düzenlemekte, Şube lokali çok geç saatlere kadar kent halkının ve derneklerinin gündemli toplantılarına ev sahipliği yapmakta, Kültür MBÇK ile Ankara Sanat Platformu'nun sekreterliği yürütülmekte, Yapı MBÇK ile belediyenin bilim dışı imar uygulamalarına direnmek isteyen Başkentlilere teknik bilgi desteği verilmekte, Yayın MBÇK ile çok farklı alanlarda nitelikli yayın faaliyetleri başlatılmaktaydı. Öyle bir noktaya gelinmişti ki artık, postacılar, “sokaklarındaki bozuk kaldırım taşları” veya “inşaat kazısından kaynaklı duvar çatlamaları” için bile Oda'nın “hemen” bir şey yapmasını isteyen dilekçeleri getirmeye başlamıştı. Müthiş...

Derken haziran ayına doğru, bugün Ankara şehrini bir otoban haline getiren “katlı kavşaklar” meselesi ile karşı karşıya kalındı. Olay İ.M.G.'in ciddi bir ön hazırlığı ardından gelişmişti. Şöyle ki, Ankara'da, bir anda, hafta içi pik saatlerde, o güne kadar hiç olmadığı kadar trafik sıkışıklıkları yaşanmakta ve ellerinde anket kağıtları olan kişiler kavşaklarda sayım yapmaktaydı. Olay artık tahammülleri zorlayan bir hal almıştı ki İ.M.G. ağzındaki baklayı çıkarttı. Kendi lafı ile “köprülü kavşak” yapacağını ve trafik sorununu böylece çözeceğini Başkentlilere müjdeledi. İnşaat tabelalarını kaldırımlara çakarak, güvenlik panolarını da boydan boya yerleştirdi.

Bu gelişme üzerine, trafik plancıları ile bir dizi toplantı gerçekleştirildi. Ortaya çıkan nitelikli ve güncel bilgi ile “Kent İçi Ulaşımında Katlı Kavşaklar Çözüm Değildir” adlı bir broşür hazırlandı. Çok sayıda bastırılan bu broşür, ayrımsız tüm Belediyelere, Başkent derneklerine, basın organlarına, muhtarlıklara ve kavşakların açılması sonrasında etkilenecek olan Mithatpaşa, Şehit Gönenç ve Demirtepe halkının posta kutularına bırakıldı. Bu dağıtımları, gerekli yanıtları verecek kadar sürecin içinde olan Ankara Şubesi Öğrenci Komisyonu üyeleri gerçekleştirdi. Belki anımsanacaktır; o tarihlerde TV spikerleri yayına katılan belediyecilere, bu broşürden yaptıkları alıntılar ile sorular soruyordu. 

Bu gelişmeler yaşanırken, Ankara Şubesi Hukuk Bürosu (ki aslında sanılanın aksine sadece sevgili Nurten'den ibaret bir yapıydı) gerekli teknik bilgi donanımı ile desteklenerek yargı sürecini başlattı. Bir aydan kısa bir süre sonra bu üç kavşağın da “bilim dışı” olduğu, yetmezmiş gibi bir de hukuki manada “yasa dışı” olduğuna karar veren mahkeme inşaatları durdurdu. İ.M.G. “çıldırmıştı”. O günkü gazetelere şöyle bir göz attığınızda, son dönem Ankara Şubesi yönetim kurulu üyelerine sarfettiği “pervasız” lafların, arkaik izlerini rahatça görürsünüz.

Sanırım bu son durum, İ.M.G.'in o ana kadar aldığı peş peşe yenilgilerin en ağırıydı zira, eylemlerini “bir başka” biçime dönüştürdü. Temmuz ayının o sıcak günlerinin birinde, Bulvar'daki reklam panolarında ve halk otobüslerinin üzerlerinde şu pankartı astırttı: “Mimarlar Odası kendi işine baksın... Ulaşım Sorununu Bize Bıraksın. Ankara Halk Otobüsçüleri Derneği”. Pankartlarda ayrıca şubenin telefonları da iri puntolar ile yazılıydı. Sabahın çok erken saatlerinden itibaren durmadan çalan telefonlar ve açtığımızda işittiğimiz hakaretler üzerine hemen bir karar verdik; madem “taciz ediliyoruz” o zaman biz de “onun parası ile ona karşı propagandamızı yapalım.” Hemen hazırladığımız basit bir konuşma metnini çoğaltarak tüm telefonların önüne bantladık. Çalan telefonu kim açıyorsa, arayanın terbiyesiz laflarını duymazdan gelip dinliyor fırsat bulur bulmaz “bizi aradığınız için teşekkür ederiz” diyerek onu susturuyor ve kendi metnimizi okuyorduk. Konuşmaktan yorulanın yerine başka bir arkadaş oturuyor ve bu “eyleme” devam ediyorduk. Bize karşı başlatılan “taciz” eyleminden yararlanarak başlattığımız bu “maliyetsiz” ve “eğlenceli” propaganda çalışması, ne yazık ki iki gün sonra arayan kalmadığı için bitti.

Çalışma dönemimize dair, artık yaşlanmaya başlayan hafızamın derinliklerinden bulduğum birkaç olayı daha yazmalıyım: 
  • Bir sabah İ.M.G.'in “sanatın içine tükürdüğü”nü öğrenince, çok sayıda dernek ve kurum ile Ankara Sanat Platformu'nun kurulmasını sağlayarak, yaptığını ona temizlettik.
  • Bir akşamüzeri İ.M.G.'in Hitit Güneşi Kursu'nu yıkacağını (ya da kaldıracağını) öğrenince Ankara Koruma Kurulu'na başvurarak o heykeli koruma altına aldırdık. İ.M.G. kursu sökemedi ama yetmişlerden bu yana Ankara'nın simgesi olan bu ögeyi logosundan çıkarttı.
  • Batıkent'te bir santimetre metro yapamayan İ.M.G., her 500 metre'de bir cami yapmaya karar verdiğini Batıkent halkı Şubemize bildirince, mahalle yaşayanları ile birlikte bu gerçek ve bilim dışı uygulamayı durdurttuk.
  • İnönü Bulvarı'na “dubleks yol yapmaya” kalkışması üzerine bir teknik rapor hazırladık. Bu raporu okuyan Genel Kurmay devreye girdi, İ.M.G. onlardan korktu ve bu fantaziden vaz geçti.
  • İ.M.G.'in Saraçoğlu Mahallesi'ne yönelik ilk saldırısı, Kumrular Sokak'taki ağaçları kesmeye kalkışmasıdır. Çankaya Belediyesi ile birlikte hayata geçirdiğimiz bir eylem serisi sonucunda hem o ağaçlar koruma altına alındı ve kurtarıldı ve hem de Ankara'nın, erken Cumhuriyet döneminde tasarlanan Güvenpark'tan Anıtkabir'e kadar uzanan yeşil aksını “kısmen de” olsa korumayı sağladık.
  • Saraçoğlu Mahallesi ile ilgili olarak dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in talebiyle Saraçoğlu Mahallesi Korunmalıdır Raporu'nu hazırladık ve sunduk. Saraçoğlu Mahallesi Cumhurbaşkanlığı'nın devreye girmesi sonucunda yıkımdan kurtarıldı. (Bu sadece İ.M.G. ile sınırlı değil, aynı zamanda dönemin başbakanının kocasının da çabaları önemlidir.)
  • İ.M.G. bir seferinde de Havagazı Fabrikası'na gözünü dikti. Bir oldu bitti ile söküme başladı. Fabrikanın korunması gereken sanayi yapısı olmasını sağladık ama sanırım amacına geçen yıl ulaştı. Ulus Çarşısı, Bentderesi düzenlemesi, Altındağ plan değişiklikleri, Yahudi Mahallesi kıyımı, Küçük Tiyatro, Gençlik Parkı, Evkaf Apartmanları, TCDD binası, vs. Sağnak yağmur misaline dönen İ.M.G.'in saçmalıklarından Ankara'yı korumak için sürekli ve yoğun bir çaba içinde çalışma dönemini tamamladık.
Çok yorucu ancak çok keyifli tamamlanan Ankara Şubesi 33. Çalışma Dönemi; Başkent halkının ve Oda üyelerimizin etkin katkısı ile gerçekleşti. Dönemin hemen başında, son derece manasız, amaçsız ve incitici, “kibirli” çabalar içinde bulunan arkadaşlarımız çıksa da,  Ankara Şubesi 33. Dönem Yönetim Kurulu asıl ve yedek üyelerinin ekseriyeti, Şube tarihinde ilk defa karşılaşılan bir görevi: “kenti savunma görevini” başarı ile yerine getirdi. Ankara Şubesi'nin profesyonel ve kadro tüm emekçileri, çeyrek yüzyıl süren bu “garabetin” ilk iki yılında, müthiş özveri ve dayanışma örnekleri sergileyerek mücadele verdiler.

Son olarak ne mutlu bana ki, Şube tarihinin “en yaratıcı” ve “en eylemci” dönemlerinden biri olan TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi 33. dönemi sekreter üyesi olarak, sayamayacağım kadar fazla arkadaşın verdiği çok değerli ve çok nitelikli çabalara, mütevazı da olsa katkı verebildim.

Dostluk ve Saygılarımla, 
kaan.