Mimarlar Odası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mimarlar Odası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ekim 2019 Çarşamba

AYVALIKLI YAZARLAR DERMESİ: bir yurttaş-kamu işbirliği örneği...



Bu kasabayı diğerlerinden ayrı kılan temel özellik, kanımca; ister, ancak 95 yılı bulan bir geçmişi olmasına karşın en eskisinin veya ister sonradan buralı olmuş benim gibisinin fark etmez, buraya dair bir şeyler yapma arzusu. 

"Bir projem var!" diye çaldığınız çok az kapı yüzünüze kapanmakta. Genellikle, söyledikleriniz dinleyen tarafından hemen değerlendirilmekte, çok nitelikli katılımlarla hemen eylemeye başlamak için örgütlenmekte ve gerçekleşmekte. Üstelik çaldığınız kapının bir devlet dairesi, konuştuğunuz kişinin ise bir devlet memuru kamu yöneticisi olmasına rağmen. Ve o bina ile yöneticinin de yöneticisi olan, kaymakam veya belediye başkanı olsun fark etmez müthiş bir dayanışma hemen kurulmakta.

Geçen yılın ekim ayı sonlarına doğru tanışmıştım Ayvalık İlçe Halk Kütüphanesi Müdürü Aygül Hanım ile. Bir başka projem için onu ziyaret etmiş, konuşmuş ve sohbetin ilerleyen süresinde "AYVALIKLI YAZARLAR DERMESİ"nin oluşturulması konusuna gelmiştik. Binadan ayrılırken de bu konuda bir "eylem programı" hazırlamam konusunda görevlendirilmiştim. Bir kaç gün sonra, kütüphane okurları içinden davet edilen ve sayıları belki 4 ya da 5 kişi toplanarak, yazdığım derme oluşturma programı taslağı üzerinde tartışmaya başlamıştık bile. Ocak 2019 ayı sonlarına doğru, AHMET YORULMAZ GÜNLERİ programımızı Ayvalık Kaymakamına ve Ayvalık Belediye Başkanına sunmuştuk.

Mart 2019 başına geldiğimizde, yıllarca içinde yönetici olarak bulunmaktan onur duyduğum meslek odam da dahil olmak üzere, çok sayıda kurum ve kuruluşun maddi desteğini alarak 3 günlük bir sempozyumu yaşama geçirmeye hazırdık. 

AHMET YORULMAZ GÜNLERİ büyük bir başarı ile 9-11 Nisan 2019 tarihleri arasında Kütüphane'de gerçekleştirildi. 

Ayvalık'ın tanınması için 1969 yılından başlayarak, aramızdan ayrıldığı 31 Mart 2014 tarihine kadar, durmaksızın Ayvalık için yazan bu çok değerli Ayvalıklı, ona yaraşır düzeyde ele alındı. 

Yorulmaz; gazeteci, mübadele yazarı ve Ayvalıklı yanları ile ele alan üç panel, eserlerini toplu olarak tanıtan bir bibliyografik sergi, iki seminer, bir gezi ve ilk kez derli toplu ve en az eksikli biyografi ve bibliyografyasını içeren bir yayın ile ele alındı.

Etkin bir katılımcı kitlesinin izlediği sempozyumda ayrıca heykel sanatçısı sayın Eyüp ÖZ'ün tasarımı olan bir anı plaketi Yorulmaz'ın uzun süre yaşadığı evine asıldı.Bir diğer plaket ise, Ayvalık kültür yaşamının en diri noktalarından biri olan Geylan Kitabevi'ne asıldı.

FEYZA HEPÇİLİNGİRLER GÜNLERİ PROGRAMI
İlk sempozyum 4-5 kişi ile başlayan, ancak bir iki ay içinde ondan fazla gönüllünün katılımı ile sürdürülen bir hazırlık dönemi sonucunda gerçekleşmişti. Şimdi sırada bir başka Ayvalıklı değerde, Türk dilinin çalışkan emekçisi, eğitimci ve yazar Feyza HEPÇİLİNGİRLER'de idi.

Bu kez iş biraz zordu. Zira, 1960'den bu yana durmaksızın yazan ve halen başarıyla sürdüren bir yazar üzerine çalışılacaktı ve üstelik Türk dilinin doğru kullanılmasına adanmış bir yaşam bizi sürekli izleyecekti. Bu zor işi layıkıyla başarabilmek için ilk verdiğimiz karar, sayın HEPÇİLİNGİRLER'in yakın arkadaşı, yazar ve çevirmen sayın Sevsen ASLANTEPE'yi komiteye davet etmek oldu.

Sayın ASLANTEPE büyük bir nezaket ile bu görevi kabul etti ve tüm hazırlık çalışmalarında çok büyük bir mütevazılıkla üzerine düşen tüm görevleri başarıyla yerine getirdi. Çalışmanın sekreterliğini ise sevgili Taylan KÖKEN üstlendi. Ardından, komitede en büyük eksikliğimiz olan profesyonel yaşamında edebiyat ile uğraşan kişi sorununu, sevgili Adnan SARACOĞLU'nun komiteye katılması ile giderdik. Böylece sayın Aygül ÖNCEL ŞAHİN başkanlığında toplanan komitemiz, Sevsen ASLANTEPE, Ayşen BORAN, Naci BORAN, Nilgün KAYA, Taylan KÖKEN, Hayri Kaan KÖKSAL, Adnan SARACOĞLU, Ahmet ŞAHİN ve Hanife YILMAZ'dan oluşmuş oldu. Ayrıca uzun süredir Ayvalık'ta yaşayan iki gazeteci arkadaşımız sevgili Figen YANIK ile sevgili Serhan YEDİG'in ve sevgili Gizem ile Serkan Aziz CEYHAN'ın değerli desteği ile program son halini aldı. 

Eylül ayı başında hazırlık çalışmaları tamamlanan program, Ayvalık Kaymakamı sayın Gökhan GÖRGÜLÜARSLAN'a ve belediye başkanı sayın Mesut ERGİN'e sunuldu. Bu görüşmelerde ifade ettikleri cesaretlendirici sözcükler, bizleri daha da fazla motive etti. 

Bu etkinliğimizde, ilkine göre farklı olan bir konuya daha karar vermiştik. Bu karar, programı kütüphane dışındaki mekanlara taşımak idi. Zira Ayvalık'ta belediyeye ait iki kütüphane mekanı daha vardı: Feyza Hepçilingirler Kütüphanesi ve Cihan Şişman Gençlik Merkezi. Bu iki mekan da programa katılmayı hemen kabul ettiler. Bu kararımızın programa gerektiği biçimde yansıması sonucunda, çocuk okurlar ile çok yoğun bir iletişim sağlandı. Özel Ayşecik Anaokulu Tiyatrosu çok yoğun bir çocuk izleyici ile buluştu. Ayrıca, Feyza Hanım'ın yazdığı çocuk kitaplarının imza günü için yüzden fazla Ayvalıklı küçük okur Cihan Şişman Kültür Merkezi'ni doldurdu.

17 Ekim günü sabah. Kütüphanede toplanan ilk sunum:
Feyza
 Hepçilingirler ve Türk Dili Duyarlılığı Paneli (fotoğraf: H.Kaan KÖKSAL)
18 Ekim günü öğleden sonra. Ayvalık Belediyesi Feyza Hepçilingirler Kütüphanesi:
Ayvalıklı Feyza Hepçilingirler Söyleşisi (fotoğraf: H.Kaan KÖKSAL)
19 Ekim günü sabah. Ayvalık Belediyesi Cihan Şişman Kültür Merkezinde 
düzenlenen imza günü öncesi. (fotoğraf: H.Kaan KÖKSAL)
Aynı gün öğleden sonra. Ayvalık İlçe Halk Kütüphanesinde sergilenen tiyatro oyunu öncesi 
(fotoğraf: Aysel NAMLI)
FEYZA HEPÇİLİNGİRLER GÜNLERİ DESTEKÇİLERİ
Şüphesiz her şey yolunda gitmedi. Sempozyuma bir hafta kala, giderlerin bir bölümünün karşılanmasında destek olacağını söyleyen iki kurum, kararını değiştirdi. Bu şüphesiz moral bozucu bir durumdu. İşte bu aşamada, Ayvalık'ta yeni kurulan saygın bir vakıf olan BİLGİNER-MELİN Ayvalık Sanat Kültür Eğitim Vakfı devreye girdi. Bugün rahatça söyleyebilirim ki, etkinliğin gerçekleşmesindeki en önemli katkı ASKEV'in ve onun değerli başkanı sayın Ergun MELİN ile yönetim kurulu üyesi sayın Lamia MÜSLİM'in üstün çabalarıyladır.

ASKEV, Berk Otel ve Özgün Zeytincilik panelistlere taktim edilen Ayvalık değerlerini: zeytinyağı, zeytin ve sabunları sağladı. Ayrıca sempozyum çantalarının yaptırılmasını da bu kuruluşlar üstlendi. 

Ayvalık Belediyesi ve Berk Otel, katılımcıların ulaşım ve konaklamalarını sağladı. TMMOB Mimarlar Odası Balıkesir Şubesi ve Ayvalık Temsilciliği, Feyza Hanım tarafından da övgüyle karşılanan Bibliyografik Serginin ve panelist ile destekçilere takdim edilen "sarmısak taşı" şiltleri sağladı. 

Sayın Aysel NAMLI, sayın Meral BONFİL ve sayın Rengin SUAR, çocuk okurlar imza günde dağıtılmak üzere yüzden fazla kitap satın alarak bağışta bulundular. Bu kitaplar imza gününe katılan tüm çocuk okurlara ücretsiz dağıtıldı.

Sevsen Hanım sadece komite çalışmalarına katkı vermekle yetinmedi, kitapçığın ve programın basımının giderlerini de üstlendi.

Sempozyum kurumsal kimliği olan portre karikatürü, hiç bir karşılık beklemeksizin sayın Serap DELİORMAN tasarladı.

Heykel sanatçısı Eyüp ÖZ tarafından tasarlanan ve Feyza Hanım'ın evine asılan bronz döküm rölyefin tüm giderleri yine ASKEV tarafından karşılandı.

Panelistlere verilen birinci akşam yemeği Ayvalık Kaymakamı sayın GÖRGÜLÜASLAN'ın, ikinci akşam yemeği ise Ayvalık Belediyesi'nin ev sahipliği ile gerçekleşti. Ayrıca iki gün boyunca tüm katılımcılara ikram edilen öğlen yemeklerini Ayvalık Belediyesi sağladı.

Bez sempozyum çantası.

Panelistlere dağıtılmak üzere Özgün Zeytincilik tarafından hazırlanan
özel tasarım Feyza Hepçilingirler zeytinyağı ve sabunu.

Sayın Sevsen ASLANTEPE tarafından basımı sağlanan
sempozyum kitapçığı ve programı.
Sayın Aysel NAMLI, sayın Meral BONFİL ve sayın Rengin SUAR tarafından
imza gününde çocuk okurlara dağıtılması için bağışlanan kitaplar ile okurları.
(fotoğraf: Aysel NAMLI)
TMMOB Mimarlar Odası Balıkesir Şubesi ve Ayvalık Temsilciliğinin 
katkıları ile hazırlanan Bibliyografik Serginin karşılama panosu.
(fotoğraf: H. Kaan KÖKSAL)
Heykel sanatçısı sayın Eyüp ÖZ tarafından tasarlanan ve giderleri
ASKEV tarafından karşılanan bronz döküm anı plaketi.
(Fotoğraf H. Kaan KÖKSAL)
Ayvalık Kaymakamı sayın Gökhan GÖRGÜLÜARSLAN'ın
ev sahipliği yaptığı 17 Ekim akşam yemeği öncesi.
(Fotoğraf: Aysel NAMLI)
16 Ekim akşamı... Kütüphanedeki tüm işlerin tamamlanıp
sıranın hatıra fotoğrafı çektirmeye geldiği an.
seygili Aygül ÖNCEL ŞAHİN ve sevgili Taylan KÖKEN.
(Fotoğraf: H. Kaan KÖKSAL)

SEMPOZYUM PROGRAMI NASIL GERÇEKLEŞTİ?






17 EKİM 2019, perşembe
Kütüphane Müdürümüz sayın Aygül ÖNCEL ŞAHİN açılış konuşmasını yaparken.
(Fotoğraf: Vildan KÖKEN)
"Feyza Hepçilingirler ve Türk Dili Duyarlılığı” Paneli
Etkinliğin ilk panel oturumu, iki eski Türk Dil Derneği üyesi ve Türkçe dili sevdalısı, sayın Dr. ATEŞ ve sayın ÇOTUKSÖKEN'in katılımı ile gazeteci Serhan YEDİG'in moderatörlüğünde, Ayvalık İlçe Halk Kütüphanesi Kültürel Etkinlik Salonu'nda toplandı. 

Sayın Yusuf ÇOTUKSÖKEN, sayın Serhan YEDİG ve sayın Dr. Kemal ATEŞ.
(Fotoğraf: H. Kaan KÖKSAL)
Feyza Hepçilingirler ve Türk Dili Duyarlılığı Paneli dinleyicileri.
Afşin KUM, Sevsen ASLANTEPE, Feyza HEPÇİLİNGİLER ve Ayvalık Kaymakamı
Gökhan GÖRGÜLÜARSLAN.
(Fotoğraf: Vildan KÖKEN)
Gazeteci, yazar Serhan YEDİG,
1962 yılında İstanbul’da doğmuştur. İstanbul Üniversitesi BYYO Gazetecilik bölümü mezunudur. 1982 yılında başlamış olduğu gazetecilikte Hürriyet Gazetesi ve Aktüel Dergisi’nde muhabir ve editör olarak görev almıştır. 2014 yılında emekli olduktan sonra Ayvalık’a yerleşmiştir. Hürriyet ve Cumhuriyet Gazeteleri ve Andante Dergisi’nde yazı ve röportajları yayımlanmaktadır. TGC ve TGS üyesi olup sürekli basın kartı sahibidir. Farklı konularda yayımlanmış altı kitabı bulunmaktadır.  
Emekli öğretim üyesi Dr. Kemal ATEŞ
1947 Kırşehir/Kaman’da doğdu. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Ankara Üniversitesinin çeşitli fakültelerinde öğretim görevlisi olarak çalıştı; Türk Dili, Çocuk Edebiyatı dersleri verdi. Aynı üniversitede doktorasını yaptı.  Varlık, Türk Dili, Virgül, Hürriyet Gösteri gibi dergilerde, çeşitli gazetelerde, Oda TV’de yazılar yazdı. Çürük Kapı, Toprak Kovgunları, Veresiye Defteri, Bir Başka Şehir, Neşter ve Madalya, Küskün Fotoğraflar, Bir Şarkıyı Dinlerken gibi roman ve öyküleriyle Edebiyatçılar Derneği, TESK, Lions, PEN Yazarlar Derneği - Orhan Kemal Ödüllerini kazandı. Kısa bir süre Talim ve Terbiye Kurulu’nda üye olarak görev yapan Dr. Kemal Ateş, yirmi yıl yürüttüğü Ankara Üniversitesi Türk Dili Bölümü Başkanlığından 2012 yılında emekli oldu.
Araştırmacı, yazar Yusuf ÇOTUKSÖKEN
1947 yılında Eskişehir’de doğan Yusuf Çotuksöken, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Liselerde ve üniversitelerde öğretim elemanı olarak çalıştı. Atatürk'ün Türk Dil Kurumu’nun üyesiydi, şu anda Dil Derneği'nin üyesidir. Türk dili (Türkiye Türkçesi), Türk edebiyatı, çocuk ve gençlik edebiyatı, sözlük türlerinde, derleme, inceleme, bilimsel bildiri, makale vd türlerde çalışmaları (yazı ve kitap) yayımlandı. Kültür-sanat vd konularda denemeler, şiirler, öyküler… yazıyor.
“Feyza Hepçilingirler Evi Anı Plaketi Töreni”
İlki 10 Nisan 2019 tarihinde Ahmet YORULMAZ evinde gerçekleşen ve geleneksel bir duruma dönüşmesi hedeflenen "yazar evi anı plaketlerinin" ikincisi, yine heykel sanatçısı Eyüp ÖZ tarafından tasarlanan bronz döküm rölyefin Feyza Hanım'ın evinde gerçekleştirildi.

Yoğun bir katılım ile tamamlanan törendeki en "heyecan verici an", yazarın, 40 yıl önce İzmir'de öğretmenleri olduğu bir grup eski öğrencisinin, haberi basından öğrenerek Ayvalık'a gelmeleri ve törene katılmalarıydı.

Feyza Hanım 40 yıl önceki öğrencileri ile birlikte.
Yazar, kızkardeşi Gülay GÖKGÜN ve oğlu Afşin KUM ile birlikte.
(Fotoğraflar: H. Kaan KÖKSAL)
18 EKİM 2019, cuma
Feyza Hepçilingirler ve Çocuk Edebiyatı” Paneli
Komite üyesi ve çocuk kitapları eleştirmeni sayın Adnan SARACOĞLU'nun moderatörlüğünde toplanan ikinci gün paneli yine Ayvalık İlçe Halk Kütüphanesi Kültürel Etkinlik Salonu'nda gerçekleşti. Panele yazar sayın Elif Narin HAMİDİ, psikolog yazar sayın Arslan SAYMAN ve gazeteci yazar sayın Mehmet ÖZÇATALOĞLU katıldılar.

Sayın ÖZÇATALOĞLU, sayın SARACOĞLU, sayın HAMİDİ ve sayın SAYMAN
Feyza Hepçilingirler ve Çocuk Edebiyatı Panelinde.
(Fotoğraf: Vildan KÖKEN)

Feyza Hepçilingirler ve Çocuk Edebiyatı Paneli dinleyicileri.
(Fotoğraf: Vildan KÖKEN)
Yazar Adnan SARACOĞLU
1979 yılında Bayburt'ta doğdu. On yaşında Ankara'ya, on sekiz yaşında da İstanbul'a kondu. Yeditepe Tarih'i değil de İstanbul Eski Yunan Dili'ni bitirmeyi tercih etti. Dinler Tarihi Ana Bilim Dalındaki yüksek lisans tezini mi yoksa ilk çocuk kitabını mı önce bitireceğini kendisiyle tartışıyor. Arka Kapak, İyi Kitap dergilerinde, Agos'un kitap eki Kirk'te, gazeteduvar, bilmekvaktidir ve kitapeki sitelerinde çocukça yazılar yazıyor. Milyarlarca güzel çocuk arasından İsmail'in bahtına çıkmasından mutluluk duyuyor. Sanskritçe ve Japonca öğrenmeden bu dünyadan ayrılmak istemiyor.
Yazar Elif Narin HAMİDİ
1979 doğumlu Elif Narin Hamidi, Trakya Üniversitesi EMYO Serigrafi Bölümü ve Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın-Yayın Bölümünden mezun oldu. Öğrencilik yıllarından bu yana çeşitli mecralarda muhabir, editör, genel yayın yönetmeni olarak görev yaptı ve “yazma” eylemini hep sürdürdü. 2015-2018 yılları arasında Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde Uzman olarak görev yaptı ve Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ile birlikte çalıştı. Aynı zamanda İnsan Hakları Anabilim Dalı-İnsan Hakları Yüksek Lisans Programı’nda, Kuçuradi’nin danışmanlığında “Gazetecinin İşi, Hak Gazeteciliği ve İnsan Hakları” başlıklı tezini tamamladı. Kitap değerlendirme yazıları, yazarlarla yaptığı söyleşiler ve hazırladığı dosya konuları Remzi Kitap Gazetesi, Roman Kahramanları, İyi Kitap, Cumhuriyet Kitap Eki, SoL Kitap Eki, Aydınlık Kitap Eki, Varlık, Tempo Kitap, Arka Kapak, Trip Dergi, Sabitfikir gibi farklı mecralarda yayınlandı/yayınlanıyor. 
Psikolog yazar Arslan SAYMAN
1965 yılında İzmir’de doğan Arslan Sayman, Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun oldu. Ilgın Su adında kocaman bir kızı vardır. Halen psikolog olarak görev yapıyor ve özellikle ebeveyn – çocuk etkileşimi üzerine çalışmalar yürütüyor. Büyümediğini düşünüyor. Zaten içindeki çocuk da uslu durmuyor, ‘anlatacağın masallar bitmiş olamaz’ diyerek sürekli onu uyarıyor… O da çocuklar için yazıp duruyor. 2013 yılında ‘Piraye’nin Bir Günü’ isimli kitabı ÇGYD tarafından ‘yılın çocuk kitabı’ seçildi. 2016 Yılında ‘Evliya Çelebi Gibi…’ kitabıyla Dil Derneği ödülünü almaya hak kazandı ve aynı kitap IBBY listesine seçildi.
Gazeteci yazar Mehmet ÖZÇATALOĞLU
1980 yılında İzmir’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini İzmir’de, lisans eğitimini Ankara’da, Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi’nde tamamladı. Yazın süreci 2006 yılının 25 Kasım’ında yerel bir gazetede başladı. Cumhuriyet Kitap, Sol Kitap, Abece, İmece, Tay, Karşın… yazılarının yayımlandığı bazı yayınlardır. Halen; edebiyathaber.net, Birgün Gazetesi ve Birgün Kitap’ta düzenli olarak yazıyor. Şehir Dergisi’nde günlükleri, Tmolos’ta mektupları yer almaktadır. Mehmet Özçataloğlu, İzmir’de yaşıyor. Evli ve iki çocuk babasıdır.
"Ayvalıklı Feyza Hepçilingirler" Söyleşisi
Ayvalık Belediyesi Feyza Hepçilingirler Kütüphanesi'nde gerçekleşen söyleşi, komite üyesi sayın Sevsen ASLANTEPE'nin moderatörlüğünde toplandı. Konuşmacı olarak Feyza Hanım'ın kızkardeşi Gülay GÖKGÜN ile oğlu Afşin KUM'un katıldığı söyleşi ilginç bir sözlü tarih çalışmasıydı. 

Etkinliğin gerçekleştirildiği Feyza Hepçilingirler Kütüphanesi binası.
(Fotoğraf: H. Kaan KÖKAL)

Sayın ASLANTEPE, sayın GÖKGÜN ve sayın KUM, Ayvalıklı Feyza Hepçilingirler
söyleşinde. (Fotoğraflar: Vildan KÖKEN)

Ayvalıklı Feyza Hepçilingirler söyleşisi izleyenleri. (Fotoğraflar: Vildan KÖKEN)
Yazar, çevirmen Sevsen ASLANTEPE
Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nden mezun olduktan sonra özel sektörde çalışmaya başlamıştır. Özel kurumlarda İngilizce Öğretmenliği ve Dış İşleri Bakanlığı’na bağlı kurumların İngilizce yayımlanan eserlerinde editör olarak görev yaptı. 2004 yılında emekli olduktan sonra kitap çevirileri yaptı, dergilerde yazıları ve öyküleri yayınlandı. Bir öykü ve bir şiir kitabı yayımlanmıştır. 
Gülay GÖKGÜN
Feyza Hepçilingirler’in kız kardeşi Gülay Gökgün, 1960 yılında Ayvalık'ta doğdu. İlkokul, ortaokul ve liseyi Ayvalık'ta okudu. Bir süre esnaflık yaptı. Çeşitli dernek ve gruplarda gönüllü çalıştı. Ayvalık ÇYDD yönetiminde iki dönem çalıştı. Ayvalık Kent Konseyi yürütme kurulunda iki dönem görev aldı. Kent Konseyi çalışma grubundaki arkadaşlarla Ayvalık Afet Arama Kurtarma Gönüllüleri’ni (AYKUT)  kurdu. Dikiş, kırk yama, ahşap boyama, takı tasarım kurslarına devam ediyor. Evli olup, iki çocuğu, bir torunu vardır.
Afşin KUM
Feyza ve Hüsnü Hepçilingirler’in ilk çocukları olarak 1972 yılında İzmir’de doğmuştur. Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği, Bilgi Üniversitesi Sinema-Televizyon bölümlerinden mezun oldu. 1997 yılından beri çeşitli kurumlarda yazılımcı ve proje yöneticisi olarak çalışmaktadır. Müzik ve senaryo çalışmalarının yanı sıra, Ot Dergisinde deneme ve öyküleri, 2016 yılında ise ilk romanı Sıcak Kafa yayımlamıştır.    
Söyleşi ardından Feyza HEPÇİLİNGİRLER kitaplarını imzaladı.

Sevgili Taylan ve ben, sayın Hepçilingirler'den imza alırken.
(Fotoğraf: Vildan KÖKEN)

19 EKİM 2019, cumartesi

"Feyza Hepçilingirler Çocuk Okurları Buluşması ve İmza Etkinliği"
Ayvalık Belediyesi Cihan Şişman Gençlik ve Kültür Merkezi'nde yapılan etkinlik çok yoğun bir ilgi ile gerçekleşti.




(Fotoğraflar: Vildan KÖKEN)
Bu etkinliğin sonunda, Ayvalıklı ilkokul öğrencileri tarafından yazılan çok sayıda mektup,  Feyza Hanım'a teslim edildi.



(Fotoğraflar: Vildan KÖKEN)
“AYVALIKLI Bir Yazar Feyza Hepçilingirler” Masal Atölyesi 
Kütüphane gönüllüsü olarak bir süredir çocuklar ile "masal atölyesi" çalışmaları sürdüren sayın F. Berrin TEZEL'in, Ayvalık İlçe Halk Kütüphanesi Okul Öncesi Çocuk Salonunda gerçekleştirdiği etkinlik çok sayıda küçük okur ile gerçekleşti.

Sayın Tezel'e etkinlik sonrası teşekkür belgesi Feyza Hanım ve Aygül Hanım
tarafından verildi. (Fotoğraf: Vildan KÖKEN)
F. Berrin TEZEL
1966 İstanbul doğumlu. Yıldız Üniversitesi Yüksekokulu Bilgisayar Bölümü ve Anadolu Üniversitesi AÖF Sosyoloji mezunudur. Eczacıbaşı Holding, Pak Holding, Shell & Turkas A.Ş, şirketlerinin bilgi teknolojileri bölümlerinde, yurt içi ve yurt dışı projelerde çalıştı. Uzun yıllar BÜMED’de Murat Gülsoy’un atölyeleri olmak üzere, Sema Kaygusuz, Semih Gümüş, Müge İplikçi, Onur Behramoğlu gibi yazar ve şairlerin de edebiyat atölye çalışmalarına katıldı. Bir kızı olan Berrin Tezel, 2017’den beri Ayvalık’ta yaşıyor. Aktif TEMA gönüllüsü ve gönüllü olarak kütüphanede çocuklarla masal atölyeleri gerçekleştiriyor.

Feyza Hepçilingirler’in “En Güzel Kim?” Adlı Oyununun Sahnelenmesi
Öğleden sonra Ayvalık İlçe Halk Kütüphanesi Etkinlik Salonunda, sayın Ayşe TOSUNOĞLU'nun yönettiği ve Özel Ayşecik Anaokulu öğrencilerinin rol aldığı, Feyza Hanımın En Güzel Kim? adlı çocuk oyunu sahnelendi.













(Fotoğraflar: Vildan KÖKEN ve Aygül ÖNCEL ŞAHİN)

Ayşe TOSUNOĞLU
1970 İvrindi doğumlu olan Ayşe Tosunoğlu, ilk, orta ve lise eğitimini Ayvalık’ta tamamlar. Buca Eğitim Fakültesi formasyon eğitimi ve Balıkesir Üniversitesi yaratıcı drama sertifikası sahibidir. Tiyatro oyunculuğunun yanı sıra kurucusu olduğu ve halen başkanlığını yaptığı Ayvalık Sanat Derneği bünyesinde oyunlar sahnelemeye devam etmektedir. Yine 2011 yılında kurucusu olduğu Özel Ayşecik Anaokulu bünyesinde tiyatronun çocuk gelişimine katkı sağlaması, çocukların eğitimlerini sanatla pekiştirmesi için çaba göstermektedir. Evli ve iki çocuk sahibi olan Ayşe Tosunoğlu, çocuk oyunları yazmaya, sahnelemeye devam etmektedir.     
Feyza Hepçilingirler'in Kitapları Konuşuluyor
Ayvalık İlçe Halk Kütüphanesi okurları tarafından kurulan Kitap Kulübü'nce düzenlenen ve yazar Feyza Hepçilingirlerin katılımı ile gerçekleşen bir seminer etkinliği idi.


(fotoğraflar Aysel NAMLI)
SONUÇ YERİNE...
Bu etkinlik bir daha göstermiştir ki; Ayvalık'ta iyi bir şey yapmanın tek yolu, kimseyi dışlamayan, herkesi eş-saygın kabul eden kapsayıcı bir anlayıştan geçmekte. 

Bu aslında toplumcu olabilmenin de yegane yolu. Ne mutlu bize ki, gençliğimizde bizleri toplumcu olmaya davet eden değerli "öğretmenimiz" Feyza Hepçilingirler'in, yıllar önce satırlarıyla fısıldadığı değerleri hiç unutmamışız. 

Ve yine ne mutlu bize ki, ona mahcup olmadık. Zira, hepimiz çalıştık ve hep birlikte başardık.

Yaşasın Feyza Hepçilingirler ve yaşasın Ayvalık!

Feyza Hanım, Pericik'e ve bana verebileceği
en büyük armağanı verdi.Kendisiyle "aynı kare içinde yer aldık".


26 Ocak 2018 Cuma

“yeni” TÜRKİYE'NİN MİLADI 27 MART 1994 MAHALLİ İDARE SEÇİMLERİ ya da KORKU TÜNELİNE GİRERKEN...

Bu makale TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi tarafından hazırlanan ve aralık 2017'de basımı yapılan "Ankara Raporu: Gökçek Dönemi Hasar Tespiti" adlı kitabın 56-61 numaralı sayfalarında yayınlanmıştır.

Birazdan okuyacağınız yazının yarısına ulaşmıştım ki; bir an, o günkü yaşımın kaç olduğunun hesabını yapmak geldi içimden: 29'unda imişim 27 Mart 1994 “mahalli idare seçimlerinin” yapıldığı gün. Yaş hesabı yapılır da, o yaşları geçirdiğiniz “hayat” ve o sürenin içinde yer alan, aslında “hayat” dediğimiz zaman aralığının tam da kendisi olan: insanlar, mekanlar, olaylar ve nedenler -ve şüphesiz sonuçlarbirer birer puslarından sıyrılıp “gözünüzün önünden bir film şeridi gibi” geçmez mi? Geçer... Bu film şeridi geçerken gözlerinizin önünden mesela, ayna yerleştirseniz karşınıza ve baksanız, bugününüzle bir kıyas yaptığı için; dudağınızın “görece” huzur, “görece” umut ve “görece” refah yaşadığınız günlere imrenerek gülümsediğini ya da “görece” demokratik bir kentin, bir ülkenin elinizden alınmasına neden olan gelişmeleri başlatanlara öfkelenen kaşlarınızın çatıldığını görür müsünüz? Görürsünüz... Hayret... Neden acaba bu çok sevdiğim ülkenin sıradan bir yurttaşı olarak, ne zaman geçmişe dair bir şeyler düşünmeye veya karalamaya kalkışsam, her seferinde kendimi “korku tüneli” misali tasarlanmış bir luna park mekanında ilerlerken buluyorum? Ve her seferinde alnımı terler basıyor ve öfkeleniyorum... Neden acaba? 

Neyse... Merhaba, ben mimar Kaan... İzin verirseniz; bu satırları okuma nezaketi gösteren, ancak benim onlarla tanışma olanağı bulamadığım okurlar için, önce kendimi tanıtayım: giriş cümlemde yazdığım tarihten iki yıl önce genel sekreter yardımcısı olarak Konur Sokak 2 numaraya girip, yine o tarihten dört yıl sonra, Oda'nın 35. dönem genel sekreteri olarak o binadan ayrılmış “eski bir odacıyım”. Ayrıca o geçen zamanın üç koca yılını, “cebir ve şiddet” ile iktidara gelmeyi başaran, İ.Melih Gökçek (İ.M.G.) belediyeciliğine karşı kavga veren, 33 ve 34. dönem Şube yönetimlerinin, sekreter üyesi olarak geçirmiş bir arkadaşınızım. 

İki yıl eksiği ile geçen çeyrek asra dair anımsadığım ilk şey; 27 Mart gecesi, SHP’nin belediye başkan adayı Korel Göymen'in 378.095 oy alıp birinci geldiğini duyarak uyuyup, 28 Mart sabahı İ.M.G.'in 6.390 oy farkı ile başkan olduğunu duyarak uyanışımın ben de yarattığı moral bozukluğudur. Şüphesiz “baş ve tali çelişki” meselesini ve bu yolun “engebeli, dolambaçlı ve sarp” olduğunu biliyordum lakin, bu biraz fazla, “fazla” gelmişti bana. Tabir-i caizse, “ağzımı bıçak açmaz” bir halde (ki beni tanıyanlar çok iyi bilir, bu imkansız bir durumdur) Oda'ya gelmiş, önümde duran “SHP kazandı” manşetli gazete haberlerini okurken, televizyon kanallarında İ.M.G.'in belediye başkanlığını kutlayışını izlemekteydim.

İlk saatlerdeki çocuksu öfke, aklımın yardımı ile yavaş yavaş yatışıp beni “makul” düşünmeye sevkettikçe, olayın aslında “kazanan-kaybeden mevzusu” olmadığına, olayın tamamen bir “kazandıran çaba faaliyeti” olduğuna kanaat getirmeye başladım. 

Bu kanaat bende nasıl oluşmasın ki? Seçime giren üç adet “majör”, tırnak içinde sol partinin oy toplamı 562.822 ama İ.M.G.'in oyu 320.967 idi. Ve yetmezmiş gibi birinci ile ikinci gelen adaylar arasındaki oy farkı 6.390... Tabi, İ.M.G. ve arkadaşlarının üstün çabalarını teslim etmezsem büyük bir haksızlık yapmış olurum. Mesela; İ.M.G., belediye başkanlığı yaptığı Keçiören'in çöplüklerinde uçuşan yaklaşık 7.000'i yakılmış, 22.000'i yakılmadan atılmış toplam 29.000 küsür SHP oyu olmadığı için bu ilçede 6.000 oy farkı ile önde bitirdi seçimi. 308.183 seçmenin oy kullandığı Keçiören'den 64.006 oy alabilmişti oysa. Mesela, Çankaya Aşağı Ayrancı'daki Ahmet Vefik Paşa İlkokulu’nun kalorifer dairesinde 5 oy sandığı bulunmuştu. Üstelik mühürleri bile açılmamış bu sandıkların içinden tek bir Refah Partisi oyu bile çıkmamış ancak o sandıklar için hazırlanan düzmece tutanaklarda, Refah Partisi çok önde tamamlamıştı sayımı. Yani SHP oylarını; Keçiören'de çöplükte, Çankaya'da bir ilkokulun kalorifer dairesinde bırakmıştı. Bunca yaşananlara dayanarak yapılan itirazlar, “milli iradeyi hiçe saymak” ve “yenilgiyi kabullenmemek” şeklinde itibarsızlaştırılmış (a! bunu çok yakın bir geçmişte yine duymuştum), sol seçmenin -ki biraz önce ben de üzerinde çok durdum,- “oyların bölünmüşlüğüne” karşı duyduğu öfke de eklenince şaibeli seçim sonuçları, büyük bir toz bulutu ardında kalarak örtülmüştü. Yani artık sonuç belliydi ve önümüze bakmaktan başka bir yol kalmamıştı.

28 Mart 1994 günü öğleye yakın saatlerde yönetim kurulumuz “olağanüstü” toplandı. Gündem belliydi: Başkent, tarihinde ilk defa yeni bir siyasi eğilimin yönetimi altına girmişti ve neleri yapabilecekleri kestirilemiyordu. Dolayısı ile Şube açısından tüm üyeler ile ve şehir açısından ise tüm Başkentliler ile samimi manada bir arada olmaya açık “bütünleşik bir muhalefet” yaratılamaz ise verilecek çabalar sonuca ulaşamayacak, dönem “faaliyet raporlarına” girecek bildiriler ötesine geçemeyecekti.

Bu anlamda, bir dizi  başlık belirlenerek bir eylem programını oluşturmaya karar verildi. İlk adım olarak, bir tartışma metni taslağı hazırlandı. Taslak metin, üç ay önce gerçekleşen genel kurulumuz öncesinden itibaren toplantılarını sürdüren ve üyelerin etkin katılımı ile 33. Dönem Şube Yönetim Kurulu çalışma programının oluşumunu sağlayan Ankara Şubesi Danışma Kurulu'na sunuldu. Danışma Kurulu, taslak metin üzerinden geliştirdiği tartışmalar ile son derece “tutarlı”, “kararlı” ve “duyarlı” bir eylem programı ortaya çıkardı. Bu program, değişen yeni kent yönetimine karşı Şube'nin; duyarlı, kararlı, proaktif ve eylemci bir çalışma modeline geçmesini çok kolaylaştırdı. Bir başka değiş ile, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi 33. Dönem Yönetim Kurulu, seçimlerin hemen ardından başlayan ve geçen ay itibariyle çeyrek yüzyıl sürecek olan “müthiş gerilimli/çatışmalı” sürecin ilk iki yılını, “istisnai” bir dönem olarak Oda tarihine geçen bu üye-oda bütünleşmesi ile başarıya ulaştırdı.

Peki, yorucu ama somut başarılar elde eden bu dönem neleri, nasıl yaptı?

Öncelikle Şube yapılanması, günlük işleyişi sürdüren bürolarından başlanarak yeniden yapılandırıldı. Şube sekreterliği, ayrıca, kent ve kentli mücadelesinin bir parçası haline getirildi. Şube Yönetim Kurulu, bürokratik zaman kayıplarından arındırılarak, çok sayıda üye ve Başkentlinin katılımı ile toplanan daha eylemci ve daha yaratıcı bir yapıya dönüştürüldü. Şube üyeleri karar süreçlerinde etkinleşerek ya komite, komisyon, işyeri temsilcilikleri ve MBÇK'lar içinde çalışarak ya da sürekli toplanan gündemli Danışma Kurullarına düzenli katılarak, hem eleştiri ve görüşlerini doğrudan yapabilir ve hem de önerilerini hemen yaşama sokabilir hale geldi.

Şüphesiz geçişin, etkin üye desteğini alarak kolayca gerçekleşmesi, yaklaşık bir yıl önce tartışmaları başlayan, Odamıza çok yeni ve çağdaş bir soluk getiren Demokrasi İçin Mimarlar Platformu'nun (DİMP) oluşumu çalışmalarının yardımıyla oldu. DİMP'nun ve onun düzlemi üzerinde bir araya gelen mimarların birlikte geliştirdikleri: “farklılıklarımızla ama beraber olmak”, “Odanın hetorojen üye yapısını koruyan, yeni işlevlerle donatılmış çağdaş örgütlenme modelleri geliştirmek”, “nerede mimar varsa, Oda örgütlenmesini orada yeniden inşa etmek”, “Oda'yı bürokratik kimliğinden uzaklaştırarak kent politik eylemci bir konuma dönüştürmek”, “üyelerin sadece katılımcı değil aynı zamanda karar süreçlerinde de etkin olmasını sağlamak” gibi çağdaş tezler, İ.M.G. belediyesine karşı verilen mücadelenin ilk iki yılının başarı ile sonuçlanmasını da sağladı.

İlk adım, yukarıda değindiğim gibi, Ankara Şubesi Danışma Kurulu'nu ve Yönetim Kurulu'nu tüm üyelere ve Başkentlilere sonuna kadar açan bir konuma dönüştürmekle atıldı. Hemen ardından, Oda ile belediye arasındaki en hassas alanlardan biri olan, “mesleki denetim uygulması”nın (MDU) kesintiye uğratılmaması mücadelesine başlandı. Hemen Mesleki Denetim Komisyonu ile Yönetim Kurulu ortak bir toplantı yaptı. Ve içine girilen bu yeni dönem ve sonuçları her boyutu ile üyelerle paylaşıldı. Yönetimimizin MDU konusundaki kararlılığı ve değişen bu “farklı” dönem için komiyondan beklediği daha etkin ve daha eylemci çalışma tarzı konusu gündeme getirildi. Komisyondan, periyodik olarak Serbest Mimarlık Büroları Danışma Kurulu'nu toplaması ve MDU'na karşı çaba içine giren üyeleri bu toplantılar aracılığı ile “uyarmaları ve ikna etmelerii” istendi. Bu danışma kurulları komisyon başkanının yönetiminde ve bir Şube sekreter üye yardımcısının sekreterliğinde dönem boyunca devam ettirildi. Ayrıca Komisyon ile birlikte hazırlanan, “Oda Mesleki Denetim Uygulaması Yasaldır” adlı bir broşür çıkarılarak tüm “tescilli bürolara” ve basına gönderildi. Yeni anakent ve ilçe belediye yönetimlerinin, göreve gelir gelmez MDU protokollerini tek taraflı iptal etmesine karşın, MDU'nın uzun süre üye dayanışması ile sürmesi bu çabaların bir sonucudur. 

Bir başka beklenilen gelişme, belediye işyerlerinde çalışan üyelerimize karşı başlatılacak olan “sindirme” ve “sürgün” ihtimaliydi. İlk olarak, Yönetim Kurulumuz ile örgütlü bulunulan belediyelerdeki tüm İşyeri Temsilcileri'nin ortak toplantısı yapıldı. Şubemizin, buralarda çalışan üyelerin her zaman yanında olduğu ve olası “kötü” durumlarda Şube Hukuk Bürosu'nun hemen sürece katılacağı bildirildi. Ayrıca temsilcilerden, belediyelerdeki tüm imar uygulaması gelişmelerinin yakından izlemeleri ve teknik bilgileri ile Şubemize yardımcı olmaları istendi. Yanlış anımsamıyorsam, bu dönemde iki arkadaşımıza uygulanan “keyfi tayin” girişimi, hukuk yoluyla durduruldu.

Örgütlenme bağlamında bir başka çalışma alanı da TMMOB'de oluşturulan Ankara İl Koordinasyon Kurulu oldu. Böylece meslek odaları Ankara şubeleri arasında periyodik görüşmeler başlatıldı. Bu hem bilgi aktarımına katkı sağladı ve hem de tüm odalarda verilen parçacıklı mücadeleler daha güçlü bir bütüne dönüştürüldü. Bilim dışı kent imar hareketlerine karşı Odaların başlattığı yargı süreçlerinin tümünün Başkent halkının yararına sonuçlanması, aynı zamanda bu koordinasyonun da başarısıdır.

Bu olağanüstü dinamik ve bunun sonucunda elde edilen başarılar, üyelerimiz ve kardeş odalarla sürdürdüğümüz çok farklı düzlemlerde devam eden toplantılar ve sürekli çıkarılan bülten ve broşürler aracılığı ile duyurulsa da, bu başarıların tüm Başkent halkının bilgisine sunulması, onların benzer çabaları var ise onlara moral ve bilgi desteği sağlaması da gerekliydi. Bu anlamda ilk olarak Ankara Şubesi sekreterliği, yerel yönetim seçimlerinden iki hafta sonra başlayan ve düzenli olarak dönem sonuna kadar süren, tüm gazetelerin Ankara servislerini davet eden Basın Toplantılarını başlattı. Bu basın toplantılar özenle hazırlanmış dosyalar ve görsel sunumlar eşliğinde gerçekleştirildi. Haftalık basın dosyalarında belediyelerin bir önceki hafta hayata geçirdiği bilim dışı uygulamalar listeleniyor ardından, Şubemizin ve diğer meslek odalarının yaptığı mücadeleler özetler olarak sunuluyordu. Ayrıca içinde bulunulan hafta gerçekleştirilecek eylem takvimi de önceden kamuoyuna duyurulmaktaydı.

Bu çabamız, beklenilenden çok fazla sonuçlar doğurdu. Bir iki hafta sonra artık, yazılı ve görsel ulusal medya kanalları sürekli Şube “mahreç”li haberler vermeye başlamıştı. Buradaki amacımız medyada Oda haberleri yaptırmak değil, Başkent halkı ile yoğun iletişime geçebilmenin köprüsünü kurumak idi ve bunu da başarmıştık. 

Bir iki ay içinde, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi “başka” bir “hal” almaya başlamıştı. Tüm komisyonlar mimar olmayan kentlilerin de katılımı ile etkinlikler düzenlemekte, Şube lokali çok geç saatlere kadar kent halkının ve derneklerinin gündemli toplantılarına ev sahipliği yapmakta, Kültür MBÇK ile Ankara Sanat Platformu'nun sekreterliği yürütülmekte, Yapı MBÇK ile belediyenin bilim dışı imar uygulamalarına direnmek isteyen Başkentlilere teknik bilgi desteği verilmekte, Yayın MBÇK ile çok farklı alanlarda nitelikli yayın faaliyetleri başlatılmaktaydı. Öyle bir noktaya gelinmişti ki artık, postacılar, “sokaklarındaki bozuk kaldırım taşları” veya “inşaat kazısından kaynaklı duvar çatlamaları” için bile Oda'nın “hemen” bir şey yapmasını isteyen dilekçeleri getirmeye başlamıştı. Müthiş...

Derken haziran ayına doğru, bugün Ankara şehrini bir otoban haline getiren “katlı kavşaklar” meselesi ile karşı karşıya kalındı. Olay İ.M.G.'in ciddi bir ön hazırlığı ardından gelişmişti. Şöyle ki, Ankara'da, bir anda, hafta içi pik saatlerde, o güne kadar hiç olmadığı kadar trafik sıkışıklıkları yaşanmakta ve ellerinde anket kağıtları olan kişiler kavşaklarda sayım yapmaktaydı. Olay artık tahammülleri zorlayan bir hal almıştı ki İ.M.G. ağzındaki baklayı çıkarttı. Kendi lafı ile “köprülü kavşak” yapacağını ve trafik sorununu böylece çözeceğini Başkentlilere müjdeledi. İnşaat tabelalarını kaldırımlara çakarak, güvenlik panolarını da boydan boya yerleştirdi.

Bu gelişme üzerine, trafik plancıları ile bir dizi toplantı gerçekleştirildi. Ortaya çıkan nitelikli ve güncel bilgi ile “Kent İçi Ulaşımında Katlı Kavşaklar Çözüm Değildir” adlı bir broşür hazırlandı. Çok sayıda bastırılan bu broşür, ayrımsız tüm Belediyelere, Başkent derneklerine, basın organlarına, muhtarlıklara ve kavşakların açılması sonrasında etkilenecek olan Mithatpaşa, Şehit Gönenç ve Demirtepe halkının posta kutularına bırakıldı. Bu dağıtımları, gerekli yanıtları verecek kadar sürecin içinde olan Ankara Şubesi Öğrenci Komisyonu üyeleri gerçekleştirdi. Belki anımsanacaktır; o tarihlerde TV spikerleri yayına katılan belediyecilere, bu broşürden yaptıkları alıntılar ile sorular soruyordu. 

Bu gelişmeler yaşanırken, Ankara Şubesi Hukuk Bürosu (ki aslında sanılanın aksine sadece sevgili Nurten'den ibaret bir yapıydı) gerekli teknik bilgi donanımı ile desteklenerek yargı sürecini başlattı. Bir aydan kısa bir süre sonra bu üç kavşağın da “bilim dışı” olduğu, yetmezmiş gibi bir de hukuki manada “yasa dışı” olduğuna karar veren mahkeme inşaatları durdurdu. İ.M.G. “çıldırmıştı”. O günkü gazetelere şöyle bir göz attığınızda, son dönem Ankara Şubesi yönetim kurulu üyelerine sarfettiği “pervasız” lafların, arkaik izlerini rahatça görürsünüz.

Sanırım bu son durum, İ.M.G.'in o ana kadar aldığı peş peşe yenilgilerin en ağırıydı zira, eylemlerini “bir başka” biçime dönüştürdü. Temmuz ayının o sıcak günlerinin birinde, Bulvar'daki reklam panolarında ve halk otobüslerinin üzerlerinde şu pankartı astırttı: “Mimarlar Odası kendi işine baksın... Ulaşım Sorununu Bize Bıraksın. Ankara Halk Otobüsçüleri Derneği”. Pankartlarda ayrıca şubenin telefonları da iri puntolar ile yazılıydı. Sabahın çok erken saatlerinden itibaren durmadan çalan telefonlar ve açtığımızda işittiğimiz hakaretler üzerine hemen bir karar verdik; madem “taciz ediliyoruz” o zaman biz de “onun parası ile ona karşı propagandamızı yapalım.” Hemen hazırladığımız basit bir konuşma metnini çoğaltarak tüm telefonların önüne bantladık. Çalan telefonu kim açıyorsa, arayanın terbiyesiz laflarını duymazdan gelip dinliyor fırsat bulur bulmaz “bizi aradığınız için teşekkür ederiz” diyerek onu susturuyor ve kendi metnimizi okuyorduk. Konuşmaktan yorulanın yerine başka bir arkadaş oturuyor ve bu “eyleme” devam ediyorduk. Bize karşı başlatılan “taciz” eyleminden yararlanarak başlattığımız bu “maliyetsiz” ve “eğlenceli” propaganda çalışması, ne yazık ki iki gün sonra arayan kalmadığı için bitti.

Çalışma dönemimize dair, artık yaşlanmaya başlayan hafızamın derinliklerinden bulduğum birkaç olayı daha yazmalıyım: 
  • Bir sabah İ.M.G.'in “sanatın içine tükürdüğü”nü öğrenince, çok sayıda dernek ve kurum ile Ankara Sanat Platformu'nun kurulmasını sağlayarak, yaptığını ona temizlettik.
  • Bir akşamüzeri İ.M.G.'in Hitit Güneşi Kursu'nu yıkacağını (ya da kaldıracağını) öğrenince Ankara Koruma Kurulu'na başvurarak o heykeli koruma altına aldırdık. İ.M.G. kursu sökemedi ama yetmişlerden bu yana Ankara'nın simgesi olan bu ögeyi logosundan çıkarttı.
  • Batıkent'te bir santimetre metro yapamayan İ.M.G., her 500 metre'de bir cami yapmaya karar verdiğini Batıkent halkı Şubemize bildirince, mahalle yaşayanları ile birlikte bu gerçek ve bilim dışı uygulamayı durdurttuk.
  • İnönü Bulvarı'na “dubleks yol yapmaya” kalkışması üzerine bir teknik rapor hazırladık. Bu raporu okuyan Genel Kurmay devreye girdi, İ.M.G. onlardan korktu ve bu fantaziden vaz geçti.
  • İ.M.G.'in Saraçoğlu Mahallesi'ne yönelik ilk saldırısı, Kumrular Sokak'taki ağaçları kesmeye kalkışmasıdır. Çankaya Belediyesi ile birlikte hayata geçirdiğimiz bir eylem serisi sonucunda hem o ağaçlar koruma altına alındı ve kurtarıldı ve hem de Ankara'nın, erken Cumhuriyet döneminde tasarlanan Güvenpark'tan Anıtkabir'e kadar uzanan yeşil aksını “kısmen de” olsa korumayı sağladık.
  • Saraçoğlu Mahallesi ile ilgili olarak dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in talebiyle Saraçoğlu Mahallesi Korunmalıdır Raporu'nu hazırladık ve sunduk. Saraçoğlu Mahallesi Cumhurbaşkanlığı'nın devreye girmesi sonucunda yıkımdan kurtarıldı. (Bu sadece İ.M.G. ile sınırlı değil, aynı zamanda dönemin başbakanının kocasının da çabaları önemlidir.)
  • İ.M.G. bir seferinde de Havagazı Fabrikası'na gözünü dikti. Bir oldu bitti ile söküme başladı. Fabrikanın korunması gereken sanayi yapısı olmasını sağladık ama sanırım amacına geçen yıl ulaştı. Ulus Çarşısı, Bentderesi düzenlemesi, Altındağ plan değişiklikleri, Yahudi Mahallesi kıyımı, Küçük Tiyatro, Gençlik Parkı, Evkaf Apartmanları, TCDD binası, vs. Sağnak yağmur misaline dönen İ.M.G.'in saçmalıklarından Ankara'yı korumak için sürekli ve yoğun bir çaba içinde çalışma dönemini tamamladık.
Çok yorucu ancak çok keyifli tamamlanan Ankara Şubesi 33. Çalışma Dönemi; Başkent halkının ve Oda üyelerimizin etkin katkısı ile gerçekleşti. Dönemin hemen başında, son derece manasız, amaçsız ve incitici, “kibirli” çabalar içinde bulunan arkadaşlarımız çıksa da,  Ankara Şubesi 33. Dönem Yönetim Kurulu asıl ve yedek üyelerinin ekseriyeti, Şube tarihinde ilk defa karşılaşılan bir görevi: “kenti savunma görevini” başarı ile yerine getirdi. Ankara Şubesi'nin profesyonel ve kadro tüm emekçileri, çeyrek yüzyıl süren bu “garabetin” ilk iki yılında, müthiş özveri ve dayanışma örnekleri sergileyerek mücadele verdiler.

Son olarak ne mutlu bana ki, Şube tarihinin “en yaratıcı” ve “en eylemci” dönemlerinden biri olan TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi 33. dönemi sekreter üyesi olarak, sayamayacağım kadar fazla arkadaşın verdiği çok değerli ve çok nitelikli çabalara, mütevazı da olsa katkı verebildim.

Dostluk ve Saygılarımla, 
kaan.





30 Kasım 2007 Cuma

Gelecek geldi... 2

Üçüncü teknolojik devrimin meydan okuması...
3.bin yıl, yeryüzündeki milyarlarca insanın on iki bin yıllık geçmişi boyunca elde ettiği tüm başarıların, bu başarılara ulaşmak için yaptığı tüm buluşların ve bu buluşların geliştirilmesi ile oluşturulmuş tüm aparatların bileşkesi gücünde bir meydan okumayla -bize karşı direneceğini- ilan etmiş durumdadır. 

Günümüzden iki yüz yirmi yıl önce başlayan birinci teknoloji devrimi,  makineleri harekete geçirebilen Watt’ın buhar makinesi ile başladı ve bugün elimizde bulunan demiryollarını, buharlı gemileri,  fabrikaları yarattı. 

Yüz yetmiş yıl önce Faraday’ın elektrik jeneratörü ile başlayan ikinci teknoloji devrim ise, elektrik motorunun yürütülebileceğini, sokakların yapay olarak da aydınlatılabileceğini yani,  enerjinin teller aracılığı ile iletilebileceğini kanıtlarken diğer yandan da; hidrokarbon kimyasının gizemli dünyasını aralayarak ilk defa  doğanın dışında da bir şeyler üretilebileceğini bizlere gösterdi. 

Ve  kırk beş yıl önce transistörün bulunuşu ile başlayan üçüncü teknoloji devrim, o güne kadar mekanik olan tüm sistemleri önce elektro-mekanik, ardından da tamamen elektronik hale getirdi. 

Bu 3.teknoloji devrimi, elini attığı her şeyi küçülttü, uysallaştırdı, kullanılabilir ve denetlenebilir kıldı. 

Geçmişin motorları ne ise,  bugünkü mikroişlemciler de odur aslında
Bu yeni dönem karmaşık çarklar ve dişlilerden daha kolay bir sisteme dönüştürüldü. Tüm karmaşık zihin süreçleri “0”mı? “1”mi? sistemine indirgenerek ve dolayısıyla da her türlü karmaşık işlemi süratle çözümleyerek verilen görev sınırı içinde, bağlandıkları her türlü aparata hükmedebilir oldular.

Bu 0/1 sayesinde ses,  yazı, görüntü tek bir kanalda birleştirildi. Ayrı işlemler gerektiren sayısız aparat küçük bir çanta içinde taşınabilen donanımın içine alındı. Bu küçücük kutular hacimsel olarak yetersiz kaldığında ise, tüm dünyanın üzerinde saatte milyonlarca saat işlem yapabildiği "platformlar” kuruldu.

3.teknoloji devriminin bir diğer kulvarı ise gereç teknolojisindeki inanılmaz gelişmeler oldu. Yüzyılın başında aralanan hidrokarbon dünyasının kapıları, canlının kalıtım kodlarına müdahale edebilecek bir “cüreti” gösterdiği gibi, mikro ölçeğinin binde biri olan nano ölçeği ile tanımlanmaya başladı. 

BU MEYDAN OKUMANIN ARA SONUÇLARI:
Teknolojik değişim nedeniyle ortaya çıkacak meydan okuma kendisini önce altyapı alanında gösterdi. Binlerce yıllık insanlık tarihinin bizlere teslim ettiği ve bugünkü yerleşmeleri var eden üç altyapı öğesi; nehirleriyle,  yollarıyla,  limanlarıyla ulaşım sistemleri, barajlarıyla, reaktörleriyle, gaz boru hatlarıyla enerji sistemleri ve telefonlarıyla, posta örgütleriyle, manyetik dalgalarıyla iletişim sistemleri köklü olarak değişti. 

Bu alandaki inanılmaz değişim, yolların kesişim noktasında kurulan ve yaklaşık yedi bin yıldır bir “mekân” olarak varlığını koruyan “pazara” müdahale etti. Tüccarın malını tanıttığı, çiftçinin ürününü sattığı, zanaatkârın hizmet sunduğu ve kervanların durakladığı “o mekân” artık bir coğrafi yer değil bir iletişim ağı bir şebeke parçası olmaya başladı. 

Artık, internet aracılığı ile borsa kağıtları alıp satmak, TV aracılığı ile alışveriş yapmak için bir mekânda olmak değil, bir şebekeye bağlı olmak gerekli

Evrensel iktisadi değişimin meydan okuması...
Nikitin: “...iktisadi yasalar doğa yasalarına benzemez...” der ve ekler; “...Doğa yasaları hep vardır ve keşfedilmeyi beklerler. Yer çekimini Newton sadece keşfederek soyutlamıştır ama o yasa yeryüzü tarihi kadar eskidir. İktisat yasaları ise bulunmayı beklemez. O an için vardırlar ve onu keşfederseniz,  soyutlar ve tanımlı hale getirebilirsiniz. Bunu beceremezseniz “o kriz” an geçer ve bir diğeri yakalanana kadar siz bir önceki iktisat kuramı ile ilgilenirsiniz...

Geride bıraktığımız bin yılın sadece son yirmi yılını ele aldığımızda olağanüstü bir sistem çeşitliliği ile karşı karşıya kalırız. Taylor’un yüzyıl başında, 1911 yılında,  otarşik atölye kültüründen hiyerarşik fabrika kültürüne yönelmeyi ve tüm üretim bilgilerini eline alan merkezi yönetimin güçlendirilmesini savunduğu kapitalizm, yüz yıl boyunca son derece ciddi krizlerle dalgalandı. Bu krizleri değişik arayışlarla aşan kapitalist sistem, önce Fordist tezlerle parçacı üretime ardından verimlilik arayışları ile Fransız düzenleme okulunun neo-Fordist tezleri ile kendisini yenildi, yaklaşık yirmi beş yıl önce ise Piore  ve Sabel’in esnek üretim ve kalite çemberleri tezleri ile yepyeni bir sınaî üretim ilişkisine yöneldi. 

Bu son yönelim aslında tam anlamıyla bir Taylor yadsıması idi. İşini bilen, eğitimli ve kriz çözebilen yetenekli işçi timleri üzerinden kurgulanan sistem, sayısal teknolojinin de yardımıyla geçen bin yılın kapanışına damgasını vurdu. 

Geçen yüzyılın en büyük şaşkınlık yaratan gelişmesi, 1917 yılında yönetimleri peş peşe alan sosyalizmin yaklaşık yetmiş yıl sonra o derece hızla bunları geri bırakmasıydı. Belki de, Alvin ve Heidi Toffler’ın dediği gibi: “devrimi,  toplumsal üretim ilişkilerinin üretim araçlarına direnmesi anının krizi olarak gören” sosyalizm,  bizzat üretim araçlarının gelişimini izleyememenin faturasını çok ağır ödedi.

Geçen yüzyılın yarattığı en ciddi problem dünya nüfusunun 3/5’ini barındıran yoksullar liginin kurulması idi. Bu lig; etik, etnik ve ideolojik alanlardaki yoksullaşmalarını iktisadi yoksullaşmaları ile at başı yaşadı. 

Tüm değer yargılarını, yemeklerinden mobilyalarına tüm geleneklerini ve kendilerini var eden ideolojik/kültürel değerlerini birer birer yitiren bu yoksullar ligi, iktisaden de tam anlamıyla iflas etmiş durumdadır bugün. 90’ların sonlarına doğru Birleşmiş Milletler'in  Dünya Yoksullukla Savaş 10 Yılı ilan etmesi bu anlamıyla “manidar”dır. 

Bu yoksullar liginin başkaldırılarına bugün yeni yeni tanık olmaktayız. Özellikle Latin Amerika’da başlayan yoksulluğa karşı çıkış programları yeni bir “üçüncü dünya kalkınmacılığı” dönemini yeniden başlatabilir gözükmektedir.

Bu uyanışa karşın, 3.bin yılın ilk dönemi, 1990’larda başlayan teknopol takımadalar yılları olacak. Geçen bin yılın sonlarından başlayarak, Tokyo’nun A Şirketi, İstanbul’un B Şirketi ile birleşerek New York’un X Şirketinin pazarına girmişti. Ve bu olağanüstü “sermaye projesi”, sanal paranın da yardımıyla yerküreyi baştan aşağıya hiç durmadan tepmekteydi. Bu “seksen saniyede devriâlem” ne devletler tarafından kayıt altına alınarak vergilendirilebilmekte, ne de ücretli emek tarafından –örneğin- grev silahı ile denetlenebilmekteydi. 

Dolayısı ile 20.yüzyılın “ulus” ve “ulus devlet>” kavramları üzerinde oluşturulan kurumlar ve sistemler bu teknopol takımadalar sayesinde anlamını yitirmeye başladı. Düşünsenize yıllardır ordularını birbirlerine karşı zafer elde etmek için diri tutan iki ülkeden birisinin Atina sermayesi, diğerinin İstanbul sermayesine ait bir bankaya ortak olmaktadır bugün. 

Fransa devleti,  müttefiki olan bir ulusa dair destek yasasını, Paris sermayesi ile Ankara sermayesinin ortak mücadelesi sonucunda çıkartmamaktadır. 

Anlaşılmaktadır ki, devletler gibi GATT, AB türü devletlerarası yapılar da bu yeni iktisadi yapısal dönüşüm karşısında tutunamayacaklardır.

Geçen yüzyılın en önemli “başarı öyküsü” olan “yerel kaplanlar” ise hızla teknopol takımadaların kafeslerinin içine alınarak “terbiye edilmeye” başladılar. 

3.bin yıla taşınabilecek ve büyük bir olasılıkla da radikalleşerek varlığını uzun bir süre koruyabilecek yegane aktör “alternatif teknoloji” ve “çevreci iktisadi modeller” olacaktır. 

Sanırım bir şu kesindir:
3.bin yıl için bir toplumsal yaşam projesi yaratılsın veya yaratılmasın, ücretli emek gelecekte de atalarının kaderini fazlasıyla paylaşacaktır.

BU MEYDAN OKUMANIN MİMARLIK ALANINDAKİ SONUÇLARI:
Bu alandaki inanılmaz değişim kesin olarak mimarlık bürosu kavramını, aynen bakkallar gibi ortadan kaldıracaktır. 

Tasarım organizasyonları artık, uluslararası diller kullanan sayısız tasarımcı ve tasarımların sistemlerini kuran sayısız mühendis ile birlikte örgütlenmektedir.

Ülkemizdeki serbest büroculuk, diğer ülkelerde olduğu gibi “birleşmiş tasarım şirketlerine” adım atamadan daha, bu dikeyleşen ve kuralları “ulusüstü” olarak belirlenen “tasarımcılık/yapıcılık şirketlerine” dönüşecektir. Bu dönüşümün sancısı çok olacaktır. Ve doğal olarak kabak doğrudan, mimarlık örgütlenmesi olan Oda’nın başına patlayacaktır. 

Oda örgütlenmesi ciddi olarak değişmediği takdirde fiili ortama teslim olacaktır. Düşen üreme hızı, artan çevre bilinci, dikeyleşen tasarımcılık/yapıcılık şirketlerindeki ekonomik üretim ilkesi nedeniyle mimarlık pazarı hızla değişecek ve daha fazla restorasyon projeleri ile yap-sat kültürünü bir çırpıda değiştirecek olan “yık-yap-sat projeciliğine” yöneleceklerdir.

Mimar, tasarım süreci içine ve son derece ciddi olarak programlanmış ön fizibilite, yapım ve kullanım maliyeti gibi hizmetleri de vermeye başlayacak ve böylece mal sahibine sunulan ürünün biçimi,  niteliği ve anlamı tamamen farklılaşacaktır. Artık bir mal sahibi yirmi yıl sonrası olasılıklarla hazırlanmış kullanım maliyeti analizleri,  yaptığı pahalı yatırımın güvenlik simülasyonlarını ve onun yeniden üretimine ilişkin ayrıntılar içeren bir tasarım sürecini talep edecektir mimardan. 

Giderek artan kullanıcı hakları bilinci, bu talebin son derece kısa bir sürede oluşacağını bizlere göstermektedir. Bu kullanıcı kavramı, yukarıda tanımlamaya çalıştığımız toplumsal proje ile ele alındığında çok ciddi bir güç halini alacaktır. Artık aldığı pirinçten kurt çıkınca hakkını alan tekil kullanıcı yerine kiracısı, mal sahibi ve işletmecisi ile birlikte hak arayan bir “mutabakat cephesi” mimarın karşısına çıkacaktır.

Genişleyen tasarım ve yapım ekibinin birbirleri ile olan ilişkisi, iletişimi ve ürün aktarımları ise daha bugünlerden kullanılmaya başlayan sayısal sistemler ile olacaktır. 3.bin yılın mimarı sadece yazılım kullanabilen bir tasarımcı değil,  bu sanal ilişki şebekesine egemen olan bir yönetici olmak görevi ile de yükümlenecektir.

İnsani değerlerin meydan okuması...
Yeryüzü olanaklarından eksiksiz yararlananlar ve onlara hizmet edenler olarak bölündüğümüz tarihimiz boyunca hep “gönenç” için koşullandırılmışızdır. 

Kabilemizin, beyliğimizin, ulusumuzun, kentimizin, ülkemizin “gönenci” hep ulaşılacak bir ülkü olarak sunulmuş, bu eksik kaldığı zamanlarda ise yapay “gönenç ülküleri” bizzat bizler tarafından yaratılmıştır.

Fransız devriminin bir proje olarak “yurttaşı yaratması” ile bu durum biraz farklılaşmış, “neyiz?” sorusu, “nereye ulaşmak istiyoruz?” sorusuna dönüşmüşse de, farklı bir notasyona dönüşen gönenç ülküsü yerini hep korumuştur. Sınıf hareketlerinden, askeri darbelere kadar her radikal dönüşüm bu ülkünün farklı vurgularını üretmiş ancak aslolan hep ulaşılması gereken “o günler” olmuştur. 

Bugün artık gönenç ülküsü yerini “ikna üzerine oturtulabilecek toplum projesine” bırakmıştır. Bir ulusal kimlik hareketi,  o ulusun kendisine oy vermesini sağlayamıyorsa veya bir sınıfsal dayanışma hareketi gücünü hala arttıramıyorsa, artık farklı bir durum var demektir. 

Bu “bireyleşme” ve “ikna olmadan adım atmama” eğilimi yepyeni bir yerel/ulusal/dünyasal bir örgütlenme projesinin “dünyaya gelmek istiyorum meydan okumasıdır”. 

Önümüzdeki günlerde özne de, eylem de değişecektir.
Bu projeyi ancak bizler üretebilirsek içinde ne polis, ne lacivert takım elbiseli bürokrasi ve ne de kesilen ağaçlardan üretilmiş kağıtlara basılan “ağaçları kesmeyin” afişleri olmayacaktır. Ne de “devletin güvenliği için kurulmuş -big brother- denetim ağları”. 

Bu yeni proje, sahip olunan tüm toplumsal servetin envanterini, “güvenlik nedeniyle bu bilgileri veremeyeceğiz” diyen ve tüm bilgileri kontrolü altında tutarak, ciddi manipülasyonlar kurgulayan devletin engellemeleri olmaksızın alenileştirilebilecektir. Alenileştirilen ve bize ait olan bu bilgiler üzerinde kurulacak yepyeni, ciddi ve gerçek bir “toplumsal mutabakat”, yepyeni tezler üretebilecektir. 

Yeni toplum projesinin bir diğer açılımı “tüm ayrılıklarımızla birlikte ama bir arada olmak” olacaktır. 

BU MEYDAN OKUMANIN ARA SONUÇLARI:
Yeni bin yılın meydan okuması sadece insani değerler alanında değil,  gündelik yaşamı tanımlama ve dönüştürme sanatı olan politika alanında da kendisini gösterecektir. Önümüzdeki yıllarda hiç bir delege simsarı temsilci, bu temsilcilerin seçtiği sultanlar yönetici, hiç bir sultanın sunduğu açılımlar da program olamayacaktır.

3.bin yılın toplumsal projesi, ciddi olarak örgütlenme hakkının kullanılması kararlılığı ile kendisini dayatacaktır. Ama bu örgütlenme basit bir parti, dernek, sendika veya oda üyeliği olarak gerçekleşmeyecektir. Bu örgütlenme bizzat kararın “üretilmesine” paydaş olmayı talep eden bir örgütlenme, ağ tipi bir örgütlenme olarak karşımıza çıkacaktır. Belediyeden, vergi dairesine, ticaret odasından, futbol kulübüne kadar tüm örgütlenmeler bu meydan okuma ile karşı karşıya kalacak ve bunu görmeyen tüm örgütlenmeler tarih olacaklardır.

Özet olarak, 3.bin yılın değişen insani değerlerinin meydan okuması, her konuda bilgi sahibi olmak isteyen bir yurttaş kimliğinin ortaya çıkması ile karşımıza gelecektir. Artık hiç bir kapı “kapalı”,  hiç bir bilgi “gizli” ve hiç bir karar “bizim mutluluğumuz için” alınamayacak, yapılsa bile yaşama geçemeyecek, geçse bile uyulmayacak, uyulsa bile muhalif olanlar sönümlendirilemeyecektir.

Yaşanabilir kent talebinin meydan okuması
Geçen yüzyılın son yirmi yılından bu yana tüm dünya kentlerinde ortak bir felaket yaşanıyor. 

Bu felaket, kent merkezlerinin ciddi olarak nitelik kaybına uğraması ve kurulan tüm altyapı tesislerinin, artan kentsel nüfus, günlük yaşantıdaki nitelik yükselmesi istemleri nedeniyle tam anlamıyla felç olmasında yaşanmaktadır. 

Otomobilleştirilmiş yaşam biçimi ile otoparklar yetersizleşmiş, ulaşım süreleri uzamış ve yeşil alanlar yok edilmişti. Değişen iletişim sistemlerine uygun olmayan sabit aktarım tesisleri işlevsiz, temiz ve kirli su dağıtım ve toplama servisleri yetersiz, kentsel güvenlik birimleri aciz,  kültür,  sağlık,  eğitim ve eğlence kurumları ise marjinal kalmıştı.

Ülkemizde olduğu gibi tüm dünyada da, yüzyılların en farklı göç hareketleri yaşandı. İktisadi,  siyasi ve askeri nedenlerle ülkeler arası göç etme, yerini yerleşmeler arası göçe bıraktı. Ve geçen yüzyılın son günlerinde yeni bir “iç göç” tanımı ortaya çıktı. 

Eskiden ülkesinden ayrılan veya ülkesi içindeki köyünden ayrılan kişi göçmen iken, şimdi geometrik olarak büyümüş kentin bir yerinden ayrılan göçmen sayılmakta. Ve yeni tür bir azınlık kavramı tüm dünyayı sarmaktadır.

Otomobil, geçen yüzyılın son çeyreğine damgasını ciddi olarak vurmuş bir ulaşım aracı olmuştu. Giderek konforu yükseltilen ve kentsel planlamadan mimari tasarıma belirleyici bir veri olarak giren otomobil, bu bin yılın da önemli bir öğesi olacağı kesindir. Artık kentler otomobille ulaşılabilirlik çapları çizilerek tasarlanmaktadır. 

Otomobilleştirilmiş kent kullanımı, kentin uzak ama ucuz arsalarının yerleşmelere dönüşmesini ve böylece de giderek kentsel lekenin bir yağ lekesi gibi büyümesine neden olmakta ve aynı zamanda da kendi felaketini de hazırlamaktadır. Bugün Ankara ve İstanbul’un kentler arası yollarına serpiştirilen ve her birinde on bin ila yüz bin arasında değişen otomobilli insanın yaşadığı bölgelerden işe gitmek demek, geniş ve standardı oldukça yüksek şehirler arası yolların, ilk bakışta bir otopark görüntüsüne bürünmesine neden olmaktadır. Ve bu otomobilli yaşamın yarattığı trafik gerginliğini, özel radyo şirketleri önemli bir veri olarak kabul etmekte, daha çok dinlenilen kanal olabilmek için bu saatlerde sürekli olarak “itidal müzikleri" yayınları yapmaktadırlar. 

Harcanan enerji, zaman, sinir gerginlikleri 3.bin yılda, yeni bir tür yaşanabilir kentler yaratılmasını dayatmaktadır. Bu duruma yönelik bir dizi karşı koyma projesi de oluşacaktır.

BU MEYDAN OKUMANIN ARA SONUÇLARI:
İlk akla gelen kent dışında yaşayanların işyerlerine yakın bölgelere geri gelmeleridir. Zaten yetersiz olan kentsel kalitenin bulunduğu bu bölgelerdeki yoğunluğun artması nedeniyle, oranın eski sakinleri, gelenlere direneceklerdir. Kent topraklarından vurgunculuk sağlamayı düşünen bir kesim ise bu gelişten yararlanmak isteyecek ve geri dönmeyi cazipleştireceklerdir. 

Buna karşın inanılmaz bir kent dışı boş konut stoku oluşacak, konutlarını satamayan sayısız mal sahibi ortaya çıkacak, belediye gelirlerindeki ciddi gerileme kent içi ile de ilişkili olan belediyelerin düşen kalite karşısında daha da aciz kalmalarına neden olacaktır. Bu ucuz topraklardan yararlanmak için kollarını sıvamış sayısız yüklenici ile profesyonel kooperatifçi iş yapamayacak ve ayrıca böylesine bir yaşam biçimine göre tasarlanmış sayısız kent dışı mağaza bu duruma direnecektir. 

Öyleyse olacakmış gibi gözüken diğer bir olasılık, yani kent dışlarındaki gündelik yaşamla iş yerlerinin aynı bölge içine alınması olasılığı gündeme gelmesidir. Ciddi bir yanlışlığı da içeren bu teslimiyetçi yöneliş ile kent içinde sayısız kent odakları üreyecek ve kent içinde “uzmanlık bölgeleri” oluşacaktır. Bu Fransa ve ABD’de denenmiş, ülkemize ise son iki yıldır yeni bir cila çekilerek önerilmektedir. 

Bu krizin çözümü ancak işyeri kavramının yeniden üretilmesi ile olanaklıdır. Büro otomasyonu ve bu aparatlara hükmedebilen evcil bilgisayarlar yardımıyla “ev-ofisler” oluşabilecek gibi gözükmektedir. 

Bunlardan ciddiye alınarak izlenebilecek bir deneyim, ülkemizdeki bir petrol şirketince bundan bir süre önce denenmeye başlanmıştır. Firma bu geleceği yüksek bir olasılık olarak görmüş ve yaklaşık dört yıl önce denemenin yapılacağı birimdeki tüm sekreterlerinin ve büro işçilerinin işlerine son vererek, bir ev-ofis sistemini kurmuştur. Şirket önce tüm üst düzey yöneticilerine ileri iletişim olanakları sağlayan aparatlarla donatmış, tüm taşıma araçlarını kullanan şoförlere telefonlar dağıtmış ve kriz noktalarda ufak ve tabi ki sayısal olanaklarla donatılmış “mikroofisler” açarak sayısal bir şebekeyi inşa etmiştir.

Bu arayışlar meslek alanımızda da sürmektedir. Bugün Ankara ve İstanbul’da birçok mimarlık bürosu,  statikçisi,  elektrikçisi,  tesisatçısı ile sayısal olarak iletişim kurmakta, BDT ortamında üretilen projeleri internet hatları ile bir diğerine göndermektedir. Bu sayısal iletişim olanakları 3.bin yılda insan emeğinin kurtuluşu için olağanüstü bir “açık” anlamına da gelmektedir. 

Bu ev-ofis sistemleri, ilk anda bir ortaçağ zanaatkârının atölyesini andırsa da,  bir yandan bilginin son derece hızlı olarak edinilmesini, yorumlanmasını, kullanılmasını, kopyalanmasını, bir diğerine iletilmesini ve yeniden üretilmesini sağlarken öte yandan da, klasik anlamdaki “iş saati kavramını” değiştirecek ve olağanüstü bir boş zaman karşımızda duracaktır. Bu da yurttaşların yeni kentsel servis taleplerini beraberinde getirecektir.

Yaşanabilir kentlerin barınma, ulaşma gibi en önemli öğelerinden birisi de eğitim olacaktır. 
Geçen yüzyıl boyunca demokratik özerk bir eğitimin felsefesi aranmış ve birçok ulus bu arayışına uygun çağdaş eğitim modelleri geliştirmişti. Ancak birinci ve ikinci teknoloji devriminin analizi ile geliştirilen bu eğitim modelleri,  üçüncü teknolojik devrimini sadece bir girdi olarak kabul etmiş ve bu devrimin harika ürünü bilgisayarı dersliklere sokmakla yetinmişti. 3.teknoloji devrimini önemsemeyen uluslar, hala mekanik mühendisi yetiştirmek çabasını sürdürmektedirler. 

Mekanik ağırlıklı eğitim modeli nedeniyle, işçiler kendilerini yan eğitim sistemleri ile besleyerek geliştirmişler ve geçen bin yıl kapanırken bir işi olan yurttaş olarak yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Ancak içinde yol aldığımız 3.binyılın egemen üretim araçları, içinde çark ve dişlinin neredeyse olmadığı süreçler olacaktır. Bu nedenle 3.bin yıla adım atmakla yetinmeyerek yaşamak isteyen her işletme son teknoloji devriminin analizi ile geliştirilecek bir eğitim programını tasarlamak ve işçilerine bu programı vermekle karşı karşıyadır. 

Yukarıda özetle anlatılan ve akla ilk olarak gelen bu gelişmelerin bir de bileşkesi olacaktır. Bu bileşke de son derece karmaşıklaşmış bir sosyal çeşitlilik olarak karşımızda duracaktır. Bu “ayrılıklarımızla ama bir arada” bulunacağımız bir demokrasiyi inşa etmek görevidir. Egemen etnik köken, iktisadi sınıf,  dini yapı, etik tercihin ortadan kaldırılabileceği bir bin yıl kentlerden başlayarak tüm yerküreyi sarabilecek gibi gözükmektedir.

VE ODA 
Yeni üretim araçlarını kullanarak yeni işlevlerle donanan mimar, yeni bir üretim ilişkisinin de doğmasına bizzat yardım etmektedir. Feodalizmin zanaatkârı nasıl kapitalizmi doğuran üretim araçlarını kullandıysa mimar da, yeni bir üretim ilişkisini bilmeden yaşama sokmuştur. Ve üretim araçları ile üretim ilişkisinin şiddetli uyumsuzluğu bilinir ki yeni bir yapısal ilişkinin doğmasını sağlar. 

Bugün için incelendiğinde Oda, 1960’lı yılların “parsel ölçekli üretim ilişkisi” üzerinde kendisini tanımlamaktadır. 

60’lı yıllardaki yap-sat üretim ilişkisinin en üst talebi olabilecek mesleki üretim biçimi “serbest büroculuk” olmuştur. Dönemin mimarları bu talebi kolayca yanıtlamış ve “serbest mimarlık büroları” ülkenin her yanına kısa sürede yayılmıştır. İmar Yasası değişiklikleri, yeni kapitalize olmaya başlayan kent küçük burjuvazisinin “Avrupa-i yaşam” arayışları ile başlayan apartmanlaşma, Cumhuriyet ardından başlatılan imar plan ve programlarının değiştirilmeye başlanması köylerden başlayan şiddetli göç dalgası, bir yandan "yap-satçıyı”, öte yandan da serbest mimarlık büroculuğunu beslemeye yetmiştir. 

Bu dönemde, mimarların ve doğal olarak da örgütlenmeleri olan Oda’nın “ilerici/solcu” konumlanışı böylesi bir tarihsellik içinde bakıldığında tamamen bir rastlantı sonucudur. Bu rastlantı,  27 Mayıs sonucunda görece özgürleşen sol tezlerin, üniversiteler aracılığı ile tüm yurda yayılmaya başlamasında ve mimarların da bu ortamlarda yetişmesinden kaynaklanmaktadır. Böylesi bir tarihi dönem sonucunda da Oda kendiliğinden sol olmuştur. 

Bugün egemen olarak mesleği icra etme biçimi olan serbest büro kavramı 3.bin yılda ancak “taşrada” yaşayan bir modele dönüşecektir. Yık-yap-sat sürecini 1980’den bu yana kontrolü altında tutan ve her türlü yasadışı durumlar ile ilişkilenmiş bulunan şirketler bu bin yıla damgasını vuracak gibi gözükmektedir. 

Oda, bu mesleki pratik alanındaki şiddetli değişime kafa yormadığı takdirde bir dizi gerilim ile baş başa kalacak ve çözüm yolları üretemediği her alan kendisinden kopmuş bir organ olarak ve kendi başına yaşayacaktır.

Bu gerilim alanlarının şunlar olacağını düşünmekteyim;
1.Dikeyleşmiş sermaye şirketlerinin örgütsel güçleri nedeniyle serbest iş yapma olanaklarını giderek kaybeden mimarlık bürolarının önce taşraya göç etmeleri ve ardından da kalitede rekabet yerine maliyetlerde rekabet arayışları sonucunda Oda kurallarından kopmaları.
2.Mesleki eylemliliğin köklü değişimlere uğraması sonucunda, tasarım firması içi veya firmanın bütünü olarak bir alanda uzmanlaşmanın başlaması ve bunların Oda’dan servis talep etmeleri veya Oda kurallarından hızla kopmaları.
3.Sermaye şirketine dönüşen SMB anlayışının kar rasyoneli ile ortaya çıkan bu yeni biçiminin Oda kuralları ile çatışmaya başlaması veya bu yeni biçim nedeniyle çelişkileri olan bir diğer üye grubunun, o üye grubuna karşı servis talep etmeleri veya her iki grubun da Oda kurallarından hızla kopmaları.
4.Ulusüstü ilişkilere girmiş veya yerli kara para ilişkileri ile güçlenmiş sermayeleri olan yapı/tasarım şirketlerinin Oda kurallarına meydan okuması -ve hatta genel kurullarla yönetime gelen dönüştürücü üyelerin Oda içinde bir güç odağı haline gelmesi-
5.Bilgisayar teknolojilerinin yardımı ile ortaya çıkan teknolojik meydan okumalar, 
6.Yeni döneme uyum sağlayamayan üyelerin içinde yer aldığı işsiz üyelerin Odadan servis talepleri, 
7.Taşra/metropol mimarlık eylemlerinin karşı karşıya gelmesi sonucunda ortaya çıkacak Oda içi yeni siyasi ittifak arayışları ve bunların yaratacağı dönüşümler.

Buraya kadar yazdıklarımızı bir girizgah olarak kabul etsek bile karşımızda duran ciddi görevin ARAMA/BULMA/KURTARMA/KULLANMA görevinin bizleri beklediğini söylememiz gerekir.

Bu anlamıyla TMMOB Mimarlar Odaı Ankara Şubesi, GELECEK GELDİ kabulü ile hazırlanacak bir eylem dönemini başlatmak zorundadır.

Dostluk ve Saygılarımla