Francis Vyvyan Jago Arundell (1780–1846) (fotoğraf: npg.org.uk) |
Günlük- Kara yoluyla İzmir'den Bergama ve Ayvalık'a;
oradan da deniz yoluyla Midilli ve İzmir'e (s.315-329)
AYASMATİ KÖYÜ.Saat yediye çeyrek kala, Ayasmati çayı [Madra çayı] adı verilen, denize doğru akan geniş ama sığ bir nehri geçtik ve kısa süre sonra Ayasmati [Altıova]'ye vardık. Burası sadece yüz Türk ve kırk Rum'un yaşadığı küçük bir yer. M. Choiseul [2], Ayasmati'nin Attea bölgesinde olduğunu varsayıyor: öyle olabilir ama biz, Ayasmati'de antik bir kentin bulunduğu varsayımını haklı çıkaracak camideki birkaç granit sütun ve mezarlıktaki iki veya üç parça dışında hiçbir şey bulamadık. *
Konakları, mezarlığı, Rum kilisesini görerek köyün içinde dolaştık. Kilise muhtemelen güvenlik nedeniyle handaydı ve dairemizden sadece birkaç kapı ötedeydi. Yaşlı rahibi yaklaşık bir düzine kişiyle birlikte ayini söylerken bulduk. Ziyaretimize oldukça alışılmadık ve uygunsuz bir saatte, gece yarısı, yataklarımızdayken karşılık verdi ve ertesi gün, Whitsunday [3] olduğu için büyük bir şölene katılmamız için bize çok baskı yaptı.
* Antik kentin, kıyıya daha yakın olduğundan [dolayı] Attea değil Attalia olduğunu düşünüyorum.
ZEYTİN BÖLGESİ.6 Haziran pazar - Saat dörtten önce kalktık ama atlarımızın o saatte yola çıkmaya hazır olması yönünde kesin emir vermiş olmamıza rağmen, Milcom [saat] altıyı geçinceye kadar hazır değildi. Saat beşte kilise ayinine katıldık ve kadınlar da dahil olmak üzere, her zamanki gibi ayrı ayrı yaklaşık kırk kişi saydık. İçeri giren herkes bir ya da iki parasını tabağın üzerine koyuyor ve yakıldığında perdenin önündeki sehpaya yapışan tapasını alıyordu. Fena halde fakir görünüyorlardı ama kendi tarzlarında dindarlardı; gerçi rahip ara sıra paravanın içinden azarlarken, ayini de dışarıyı da yönetiyordu. Bay Brewer, sataşma tarzındaki bir tuhaflığa dikkat çekti.Saat altı buçukta büyüleyici bir zeytinliğe girdik; ağaçların çoğu büyük ve güzel, ancak çoğu gençti. [Görüntü], Romalılar bölümü on birinci ayetteki, "iyi ve yabani zeytin ağacını ve burada çok verimli bir toprak olmasına rağmen, çakmaktaşı kayalarından çıkan yağı" bize hatırlattı. Yedi buçukta her taraf aydınlanınca oradan ayrıldık ve bir bağın içinden geçtikten sonra tekrar zeytinliklere, ama açık bir araziye girdik. Sağdaki tepelerin tamamı zirveden tabana kadar zeytin ağaçlarıyla kaplıydı.
REFAH İÇİNDE AYVALIK.
Ayrıca Cydonia köyünde olduğumuzu hatırlatan birkaç ayva ağacı da gördük. Önümüzde bulunan çok sayıda yel değirmeni, bir kasabanın çok uzak olamayacağının kanıtıydı, ancak Milcom'un dün gece bizi Ayvalık'ın, Ayasmati'den en az üç buçuk saat uzakta olduğuna dair temin ettiği için ve Ayvalık'ın yakınında da olduğumuzu düşünerek, yavaş yavaş ilerlememize rağmen Ayasmati'den bir buçuk saatten biraz daha fazla bir süre sonra, saat sekizden önce şehre vardık.
Bu ilginç yerin tarihi çok iyi biliniyordur. Devrimin başlangıcında Ayvalık'ın nüfusu kırk bine yakındı. Koleji yabancıların hayranlığını içermekteydi; kasabaya, çevreye ve adalara mensup her yaştan üç yüz elli öğrenci sürekli olarak bulunuyordu. Öğrencilerine güzel yazı, doğa felsefesi, matematik, mantık, retorik ve ahlak felsefesi, eski ve modern Yunanca öğretilirdi. Yönetim, yetenekleri kadar erdemleriyle de tavsiye edilen seçkin profesörler tarafından doldurulmuştu. 13 Haziran 1821'de Ayvalık bir kül yığınına dönüştü. Kolej, hastaneler, kiliseler, hepsi savaşın tahribatıyla yerle bir oldu. *
* Ayvalık veya Haivali'nin, antik Heraklia bölgesinde inşa edildiği sanılıyor; bugünkü adı Türkçe'de Yunanca'da Kydonia, ayva kasabası anlamına geliyor. Yer ve özellikle kolej hakkında çok ilginç bir açıklama Rahip W. Jowett [4] tarafından Akdeniz'deki Hıristiyan Araştırmaları adlı eserinde verilmektedir, s. 58. 1818'de, elbette Yunan devriminden önce ve kalabalık nüfusun gelişip mutlu olduğu bir dönemde oradaydı.Nüfusun daha sonra 25.000 olduğu tahmin ediliyordu. O zamanlar bir kolej, bir kütüphane ve matbaa vardı.
Kolej 1803 yılında inşa edildi. Bay Jowett Ayyvalık'dayken, Gregorius Kilise Tarihi üzerine, Theophilus ise Matematik üzerine dersler verdi.
Bay Jowett, Eutychus'un üst odadaki bir pencereden düşerek ölümünü anlatıyor. Midilli'nin Pyrgoi adı verilen kır evleri bunu şehirdekilerden çok daha mutlu bir şekilde göstermektedir; ve eğer bu evlerin üst odalarını çevreleyen açık Abajur'ların "birçok ışığı" aldığı anlaşılabilseydi, resim tamamlanmış olurdu; ancak Mauradec bu şekilde doğru bir şekilde anlaşılamaz ve Troas'ın, Midilli gibi, ucuz olduğu zeytin bölgesinde yağın ucuz olduğunu söyleyebilemek için, "birçok ışık" kutsal metin tarihinin doğruluğunun kanıtı olacaktır.
AYVALIK'IN ISSIZLIĞI
Kasabanın içinden geçerken her tarafta ortaya çıkan ıssızlığa tanık olmaktan daha yürek parçalayıcı bir şey olamaz; yüksek bir tepenin alt ve üst kısımlarında büyük yer kaplayan evler artık neredeyse yerle aynı hizaya gelmişti. Sekiz yıl önce var olan sayısız yüksekliğe sahip evlerin yerinde, beş ila on beş fit [5] arası çıplak çatısız duvarlar kapamıştı. Nüfus geri dönüyordu ve şu anda (1830) sakinlerin sekiz ila on bin arasında olduğu hesaplanıyor, elbette yıkık evleri yeniden inşa ediliyor. Büyük bir malikane yıkıntıları arasında, siyahlar içinde yaşlı bir kadının tek başına oturduğunu gördüm; başı derin bir düşünceyle iki elinin içine yaslanmıştı. Muhtemelen daha önceki ve daha mutlu günlerin sahnesi aklına geliyordu!
YENİ HAN.
Bugün Whitsunday olduğundan, etrafı saran sefaletin ortasındaki insanların kıyafetlerinde, düzgün ve temiz bir görünüm vardı. Han yeniydi, geniş ölçülerde inşa edilmiş ve çok güzel bir binaydı. Bulduğumuzdan daha fazla konforlu ve temizlik bekliyorduk; boş olan tek oda, Menemen'den gelen çok sayıda koloniyle yeterince doldurulmuştu. Diğer tüm odalar, büyük bir yoksulluk içinde olan, daire fiyatlarının düşük olduğu, ayda beş kuruş (bir şilin altı peni değil) olan ve onları orada yaşamaya davet eden Rum aileler tarafından işgal edilmiş gibiydi.
KOLEJ HARABELERİ.Han neredeyse bir hastane gibiydi. Her tarafımızda çeşitli rahatsızlıklara yakalanmış pek çok zavallı vardı. Edremit'ten gelen zavallı bir delikanlı çok hasta görünüyordu; nabzını kontrol ettim ve biraz hızlı olmasına rağmen görünüşe göre hastalığı yoktu. Bu açıkça aşırı yorgunluk ve açlığın bir sonucuydu! Handaki herkese yabancıydı ve borcunu ödeyecek parası olmamasına rağmen zavallı bir kadının onu özenle emzirdiğini ve ona çorba verdiğini görmek hoştu!
Kahvaltımızı yaptıktan sonra çok sayıda ziyaretçimiz vardı ve diğerlerinin yanı sıra daha iyi durumda olan zeki bir Yunanlı, eski koleji yıkıntılarından yeniden ayağa kaldırmak olmasa da, en azından eğitim için bir şeyler yapmak için çaba gösterme konusundaki görüşümüzü hemen savunmaya başladı. O artık, bu kasabadaki cicerone'umuzdu. Yolculuğumuzun amacını göz önünde bulundurarak, bir başkasının inşası için yer bulmak üzere kiliselerinin ve mevcut okulunu gösterilmesini istedik. Ünlü üniversitenin artık taş yığınlarından ibaret olan, duvarlarının yüksekliği yalnızca beş ila altı feet olan alanı ziyaret ettik. Burada geniş bir alan ve bol malzeme vardı ancak, görüşümüz klasik bir okulun yeniden kurulmasından ziyade, imkanlarımızla orantılı olarak, daha mütevazı bir karaktere sahip, olduğundan daha hoş bir görünüşe sahip olmasıydı. Bu beklentiyle buradan ayrıldık. Kasaba halkının yeniden refaha kavuşmasıyla profesörlerin sandalyeleri bir kez daha dolacaktı.
ST. GEORGE KİLİSESİ.Daha sonra biri, yeni Türkiye için tasarlanan iki hastanenin, karantina hastanesinin kalıntıları bize gösterdi. Artık kiliseleri incelemeye başlamıştık.Görev başındayken bir İngiliz olarak ilk saygılarımızı St. George Kilisesi'ne, Agios Georgios'a [6] sunduk ve arkadaşımın [bu] ulusal azizimizi tamamen reddettiğinden de emin değilim. Belki de bu nedenle St. George'un himaye ettiği ülkeye saygı göstergesi olarak, perdenin arkasına, Yunanlılar tarafından Bomos olarak adlandırılan yere kabul edilmemizi ve her iki kolunda da birer torba asılı olan büyük bir haç gösterilmesini amaçlanmıştı. Bunlardan birinde, hastalara viatica olarak verilmek üzere çok küçük parçalara bölünmüş, küçük bir kutuda saklanan kutsal ekmek bulunuyordu; diğerinde şarap vardı. Masanın üzerinde o gün için kutlanan ve kendi kiliselerimizde olduğu gibi küçük kareler halinde kesilmiş kutsal ekmek vardı.
AYVALIK OKUL MÜDÜRÜ.Rahip, eşsiz bir lütuf işareti olarak, Kutsal perşembe günü patrik tarafından İstanbul'da yapılan ve tüm kiliselere dağıtılan kutsal yağı koklamamız için bize sundu. Kesinlikle mür, aloe ve cassia kadar keskin kokulu değildi. Saygının bir başka işareti de dudaklarımızı saygıyla zengin bir şekilde ciltlenmiş Evangelion'a koymamıza izin vermekti.
Daha sonra Panagia ton Orphanon adı verilen Yetimlerin Meryem'i kilisesini ziyaret ettik ve arkasında okulumuz için iyi olacak, yaklaşık 50'ye 100 feet bir duvarla çevrili bir alan gördük. Bize başkalarını ve son olarak Aziz Demetrius'u da gösterildi. Burada, Ayvalık'taki tek okul müdürüyle sohbet ettik. Az sayıda öğrenci kilisenin girişinde ve eski yöntemle eğitim görüyordu. Listedeki isim sayısı yetmiş ikiyi buluyordu ve ödedikleri ay bazında bir kuruştan elli paraya, üç peniden dört peniye kadar değişiyordu.
Okul müdürü, önerdiğimiz okula istekli ve yatkın görünüyordu. Ama bu ve diğer kiliselerin rahipleri, dostumuz cicerone'un "Ah, onlar kaloi antropoi, iyi insanlardır ve yemek yemeleri ve uyumaları ile meşhurdur" demesine rağmen, plana yürekten katılmış gibi görünmüyorlardı.
FRANSIZ KONSOLOSUHan'a döndüğümüzde rehberimizin arkadaşları olan Ayvalık'ın önde gelen iki adamı bizi ziyaret etti. Bay Brewer onlara; bir okul inşa etme masrafının yarısını karşılamaya ve bir öğretmeninin ücret ödemesini yapmayı, diğer yarısını da kasabanın ödemesi şartıyla hazır olduğumuzu anlattı. Onlar, Yunanlılar gibi, hiçbir şey ödemeye güçlerinin yetmeyeceğini söylüyor gibiydiler. Şehrin ileri gelenlerini bir araya toplayıp istişarede bulunmayı teklif ettiler. Ne yazık ki Geronde'ler, Midilli'ye gitmişlerdi ve bu güne de dönmeyeceklerdi.
Sonra, daha önce her türlü yardımda bulunmak üzere hizmetçisini kibar bir şekilde gönderen Fransız konsolosunun ziyaretinden onur duyduk. İtalya'nın yerlisi olmasına rağmen, gerçek bir Fransız olduğunu kanıtlayacak kadar canlılığa ve hareket kabiliyetine sahipti.
Felaket anında buradaydı ve Türkler çıkarken bayrağını konsolosluk binasının üzerinde sallayarak Musconisi'ye çekildi. Geri döndüğünde, evinin, koruyucu bayrağa bakılmaksızın yakıldığını, daha önce yirmi bin kuruşun yağmalandığını, kendi özel mülkünün yanı sıra kasaba halkına ait devasa mülklerin de yağmalandığını gördü. Fransız ve Avusturya konsolosu olarak güçlü sandığı ve arşivleri de yok edildi. Daha sonra Rodos'a gitti ve görevine ancak son üç hafta önce geri döndü.
Havaların ısınması üzerine Truva gezimizi yarıda bırakıp Milcom'u ve atları İzmir'e yollayarak Midilli'ye geçip deniz yoluyla İzmir'e dönmeye karar verdik. Güneşin ardından biraz dinlenip serinledikten sonra akşam tepenin zirvesine doğru yürüdük. Muhteşem bir panorama olan manzara, Edremit Körfezi'ni de içeriyordu; ve eğer bu kadar geç olmasaydı, belki o kasabayı ve Assos'un kalıntılarını, hatta bir nebze de olsa Truva'yı görebilirdik. Ancak saat geç olduğundan geri dönmek zorunda kaldık ve Türkiye için uzun zamandır güzel bir şehir olmayan bu kadar uzun bir yolu kat etmek çok etkileyiciydi; şimdi köpek havlamaları ve cucuvaia'nın kederli notası dışında hiçbir sesin rahatsız etmediği bir duvar yığını.
KİLİSE BİNASI SAYISI.Bir zamanlar bir Fransız'ın dediği yer olan aşağıya vardığımızda, birçok iyi giyimli kadının Agios Georgios kilisesine doğru aceleyle geldiğini gördük, oraya vardık, bağlılık kiliseye değildi, yalnızca binaya selam vermekten ibaretti. [Bu halk] bir okul kurmak için tek bir para bile bağışlanmazken, tüm kiliselerin yeniden inşası için bu kadar para harcama telaşına kapıldıklarını görmek, bizi çok üzdü ve bizi ziyaret eden Rumlara da [bu düşüncemizi] dile getirdik. [Bu halk] şimdiden sekiz ya da on bini aşmayan bir nüfus için dört kilise restore ediliyor, oysa İzmir'de otuz binden fazlasına üç kilise yetiyor!
Kiliselerin yeniden inşası için aidat toplayan bir rahibin başkanlığındaki bir heyet bizi ziyaret etti. Üzerimize altın ve gümüş dolu bir tabak verip yardımımızı istediler. Bay Brewer, en ufak bir tasarruf bile yapılmamışken, son derece fakir olan az sayıdaki nüfusu bu kadar çok kilisenin yeniden inşasına ve süslenmesine katkıda bulunmanın, utanç verici dememek gerekirse de, buna yakın bir düşünceye sahip olduğunu çok doğru ve kesin bir şekilde ifade etti. Karşılığında bir okul inşa ederek bu yoksul insanlara fayda sağladığını gösterdik. Ve tabii ki bir şey vermeyi reddettik.
7 Haziran pazartesi - Bugün Han'dan kendi isteğimizle ayrılırdık, çünkü handa çok fazla hastalık vardı ve içtiğimiz su da sağlıksız kalitedeydi; ama rüzgar Midilli'ye üstü açık bir tekneyle geçilemeyecek kadar kuvvetli esiyordu.
FRANSIZ KONSOLOSLUĞUNDA ÖĞLEN YEMEĞİFransız konsolos, kendisiyle yemek yememiz için bize o kadar çok baskı yaptı ki, reddedemedik; yemek saati bir buçuktu. Öncekine göre daha mütevazı olan konsolosluk malikanesi üç odadan oluşuyordu, yani: girişin solunda bir mutfak, sağında ise henüz sıvanmamış iki oda bulunuyordu. İstanbul'dan yeni gelen Rus konsolosuyla tanıştık. Ayvalık felaketi sırasında o da burada ikamet ediyordu ve evinin yağmalanması ve yakılmasıyla diğerlerinin kaderini paylaştı. Artık dönüşteydi ve her iki yerde de konsül olarak ve Midilli'yi ikametgah yeri olarak tercih edişinin fermanını ağaya okutmak için bugün buraya gelmiş. Ev küçük olmasına rağmen muhteşem bir şekilde ağırlandık ve yemekten sonra konsolosun bizi Midilli'ye götürmesi için tavsiye ettiği tekneyi görmeye gittik.
KADIN OKULU AÇIN.Erkekler için büyük bir devlet okulu inşa etme planımızın uygulamaya konması açıkça zaman alacağından, Bay Brewer kız çocukları için neler yapılabileceğini denememizi önerdi; Yunan arkadaşımız ve cicerone bizi yeni sisteme göre okul açabilecek durumda olması için tavsiye ettiği iki genç Rum kızının evine götürdü; masrafını Bay Brewer'la paylaşmayı kabul ettim.Her ikisi de çok genç ve zekiydiler; biri sadece on dört yaşındaydı; ilk önce Bay Brewer'ın, ardından da arkadaşım rahip Henry Leves çabalarıyla Suriye'de kurulan yeni okullarda birkaç ay eğitim görmüşlerdi. Oldukça iyi yazıyordu ama eski sistemi öğreten diğeri kadar iyi okuyamıyordu. Onlara ayda otuz para vermeyi ve okul için yer bulmaları için yirmi para daha vermeyi teklif ettik. Tüm akşamımız, İngiltere ve Amerika'ya gönderilecek ve Ayvalık ile Yedi Kilise'deki okulların yeniden kurulması amacı için yardım mektubu hazırlamakla geçti; bu bölüm belki bu derginin sonunda verilecektir [bu mektup taslağı baskıda bulunmamaktadır].
MİDİLLİ'YE GİDİŞ.8 Haziran salı - Bu gece, her türlü süpürme, yıkama ve silkeleme önlemine rağmen, her zamankinden daha huzursuzduk; pireler "endüstriyel" olmaktan öte bir şeydi ve bizi yok etmeye kararlı görünüyorlardı. Onların, düzeni ve iyi ilkeleri yeniden kurma kaygımızı kıskanan Ayvalık'daki ıssız Türklerin huzursuz ruhları olduğunu hayal edebiliyordum. Kaptan bizi erken çağırdı, Yunanlılar gibi bizi Midilli'ye götürmek için yirmi kuruş ya da İzmir'e gidersek yüz kuruş gibi çok kesin şartlar teklif etti. Rüzgârın şiddetinden ve kiremitler, pamuk torbaları vb. ile dolu geminin küçüklüğünden dolayı biraz tereddüt etsek de yola çıktık.
MUSCONISI.Tam bir saat boyunca diğer yolcuları ve onların teskerelerini ya da pamuk çuvallarının izinlerini bekledikten sonra, saat dokuz buçuk civarında yelken açtık. Türk ve Rumlardan oluşan karışık bir kafileydik. Saat onda güçlü ama hafif bir esintiyle Musconisi adasına giden geçidi geçtik ve bu sırada, solda savaşlarla çevrili alçak bir bina olan İzmir'deki Sancak kalesine benzeyen, kare şeklinde bir manastır, sağda ise Musconisi kasabasının oluşturduğu dar geçitteydik. Antik adı Poroselene olan yerleşme, bir tepenin üstü boyunca güzelce inşa edilmiş yüzlerce evden oluşur; bunların çoğu, Ayvalık gibi bir harabe yığını halindedir ve üzerinde çok sayıda kule benzeri bir yapı bulunuyordu. Gemideki antikacılar bunun antik Helen dönemi olduğunu ve yaklaşık on dört ay önce bir depremle kısmen yıkıldığını söylediler. Kasabanın çevresindeki ülke hâlâ zeytinlik bölgesiydi.
(çeviri: Hayri Kaan Köksal)Şimdi, her iki tarafta suya çakılan kazıkların oluşturduğu, hem balıklar için bir bent görevi gören, hem de geçidi işaretlemeye yarayan dar bir açıklıktan geçtik; su her iki tarafta da çok sığdı. O kadar dardı ki, yanından geçerken küçük teknemizin kenarları çizildi.
DİPNOT
1909 Ayvalık hadisesi, Ayvalık tarihi üzerine akademik çalışmalar seçkisi, (ed.) Berrin Akın Akbüber, Ayvalık Belediyesi, s,:68-95, İzmir.
Discoveries in Asia Minor : inculuding a descriptic of the ruins of several ancient cities and especially antioch of Pisidia, c:2, Richard Benettey, Londra.
Anadolu'da Keşifler, Sistem Ofset Yayıncılık, İstanbul.
Küçük Asya'da Keşifler c: 1-2, Arkeoloji Sanat Yayınları, İstanbul.
Christian researches in the Mediterranean, from MDCCCXV to MDCCCXX, in furtherance of the objects of the Church Missionary Society, Londra.
Köksal, H.K. (2019).
William Jowett'ın Ayvalık'taki 4 Günü... son erişim tarihi: 26 Ağustos 2023, cumartesi.
Öktem. A.Z. (1949).
İzmir hakkında tarih araştırmaları ve incelemeleri, İzmir Halkevi Tarih ve Müze Kolu Yayınla, İzmir.
Vingopoulou, I.(20xx).
Aikaterini Laskaridis Vakfı : ARUNDELL, Francis Vyvyan Jago,
https://tr.travelogues.gr/travelogue.php?view=97&creator=984303&tag=12618, son erişim tarihi: 26 Ağustos 2023, cumartesi.