William Jowett etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
William Jowett etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ağustos 2023 Pazartesi

ARUNDELL'in AYVALIK'ta GEÇİRDİĞİ 3 GÜN: 5-7 Haziran 1834


Francis Vyvyan Jago Arundell 
(
1780–1846)
(fotoğraf: npg.org.uk
)

Francis Arundell [1]; İngiliz antikacı, Anglikan din adamı ve doğulu bir gezgindir. 1822 yılında Levant Şirketi'ne papaz olarak seçildi ve 1834 yılına kadar İzmir'de ikamet ederek, Osmanlı coğrafyasını gezdi. Mart-Eylül 1826 tarihlerini içeren 7 ay boyunca yedi kilise  [Efes, İzmir, Bergama, Thyateira (Akhisar), Sard, Filadelfeia (Alaşehir), Laodikya (Denizli)] ve antik Pisidia gezileri ile 1834 yılında yaptığı Filistin gezilerini değişik kitaplarında yayımladı.

Arundell, kitabının 2 cildi ek bölümlerinde, Anadolu (Asia Minor)'da yaptığı üç geziyi de yazdı. Bunlardan birisi ek bölüm 2'de yer alan "Günlük- Kara yoluyla İzmir'den Bergama ve Ayvalık'a; oradan da deniz yoluyla Midilli ve İzmir'e" (Journal- From Smyrna to Pergamus and Aivali by land; and thence by sea to Mitylene and Smyrna) adlı bölümüdür (Arundelll,1834:287-386).

Bu bölümünün 5/8 Haziran 1834 günleri (8 Haziran günü sabah saat 9:30'a kadar): Ayazmati (Altınova) köyünde, Ayvalık ve Mosconisi (Alibey adası)'de geçer (Arundell,1834:315-329).

Burada Arundell Ayvalık'ı, rahip Jowett'ın 1818 izlenimlerini yazdığı makalesi ile kıyaslar ancak, makaleyi de doğru hatırlamıyordur (Jowett,1822; Köksal,2019). 

Bir diğer dikkat çekici konu ise, Arundell'in bir din adamı olmasına karşın "Ayvalık insanını aşırı dindar" bulduğu bölümlerdir. 

Bu konuda, yani mealen; "Ayvalık tarihi araştırmalarında Atos Dağı (Aynaroz) rahipleri ile Efes Metropolitliği kavgası seküler bir gözle araştırılmamıştır" konusunu, daha önceki bloglarımda da tartışmıştım. Rahmetli Zeki Arıkan'a göre, 1909 olaylarının altında bile yatan bu konudur (Arıkan,2022:68-95).

Ben bu blog ile yorum yapmadan oluşturduğum bölüm çevirisini, Ayvalık araştırmacılarının kullanımına sunmak istedim. 
-- * --
Anadolu'da Keşifler, c:2
Günlük- Kara yoluyla İzmir'den Bergama ve Ayvalık'a;
oradan da deniz yoluyla Midilli ve İzmir'e (s.315-329)
...
AYASMATİ KÖYÜ.
Saat yediye çeyrek kala, Ayasmati çayı [Madra çayı] adı verilen, denize doğru akan geniş ama sığ bir nehri geçtik ve kısa süre sonra Ayasmati [Altıova]'ye vardık. Burası sadece yüz Türk ve kırk Rum'un yaşadığı küçük bir yer. M. Choiseul [2], Ayasmati'nin Attea bölgesinde olduğunu varsayıyor: öyle olabilir ama biz, Ayasmati'de antik bir kentin bulunduğu varsayımını haklı çıkaracak camideki birkaç granit sütun ve mezarlıktaki iki veya üç parça dışında hiçbir şey bulamadık. *

Konakları, mezarlığı, Rum kilisesini görerek köyün içinde dolaştık. Kilise muhtemelen güvenlik nedeniyle handaydı ve dairemizden sadece birkaç kapı ötedeydi. Yaşlı rahibi yaklaşık bir düzine kişiyle birlikte ayini söylerken bulduk. Ziyaretimize oldukça alışılmadık ve uygunsuz bir saatte, gece yarısı, yataklarımızdayken karşılık verdi ve ertesi gün, Whitsunday [3] olduğu için büyük bir şölene katılmamız için bize çok baskı yaptı.

* Antik kentin, kıyıya daha yakın olduğundan [dolayı] Attea değil Attalia olduğunu düşünüyorum.

ZEYTİN BÖLGESİ.
6 Haziran pazar - Saat dörtten önce kalktık ama atlarımızın o saatte yola çıkmaya hazır olması yönünde kesin emir vermiş olmamıza rağmen, Milcom [saat] altıyı geçinceye kadar hazır değildi. Saat beşte kilise ayinine katıldık ve kadınlar da dahil olmak üzere, her zamanki gibi ayrı ayrı yaklaşık kırk kişi saydık. İçeri giren herkes bir ya da iki parasını tabağın üzerine koyuyor ve yakıldığında perdenin önündeki sehpaya yapışan tapasını alıyordu. Fena halde fakir görünüyorlardı ama kendi tarzlarında dindarlardı; gerçi rahip ara sıra paravanın içinden azarlarken, ayini de dışarıyı da yönetiyordu. Bay Brewer, sataşma tarzındaki bir tuhaflığa dikkat çekti.

Saat altı buçukta büyüleyici bir zeytinliğe girdik; ağaçların çoğu büyük ve güzel, ancak çoğu gençti. [Görüntü], Romalılar bölümü on birinci ayetteki, "iyi ve yabani zeytin ağacını ve burada çok verimli bir toprak olmasına rağmen, çakmaktaşı kayalarından çıkan yağı" bize hatırlattı. Yedi buçukta her taraf aydınlanınca oradan ayrıldık ve bir bağın içinden geçtikten sonra tekrar zeytinliklere, ama açık bir araziye girdik. Sağdaki tepelerin tamamı zirveden tabana kadar zeytin ağaçlarıyla kaplıydı.

REFAH İÇİNDE AYVALIK.
Ayrıca Cydonia köyünde olduğumuzu hatırlatan birkaç ayva ağacı da gördük. Önümüzde bulunan çok sayıda yel değirmeni, bir kasabanın çok uzak olamayacağının kanıtıydı, ancak Milcom'un dün gece bizi Ayvalık'ın, Ayasmati'den en az üç buçuk saat uzakta olduğuna dair temin ettiği için ve Ayvalık'ın yakınında da olduğumuzu düşünerek, yavaş yavaş ilerlememize rağmen Ayasmati'den bir buçuk saatten biraz daha fazla bir süre sonra, saat sekizden önce şehre vardık.

Bu ilginç yerin tarihi çok iyi biliniyordur. Devrimin başlangıcında Ayvalık'ın nüfusu kırk bine yakındı. Koleji yabancıların hayranlığını içermekteydi; kasabaya, çevreye ve adalara mensup her yaştan üç yüz elli öğrenci sürekli olarak bulunuyordu. Öğrencilerine güzel yazı, doğa felsefesi, matematik, mantık, retorik ve ahlak felsefesi, eski ve modern Yunanca öğretilirdi. Yönetim, yetenekleri kadar erdemleriyle de tavsiye edilen seçkin profesörler tarafından doldurulmuştu. 13 Haziran 1821'de Ayvalık bir kül yığınına dönüştü. Kolej, hastaneler, kiliseler, hepsi savaşın tahribatıyla yerle bir oldu. *

* Ayvalık veya Haivali'nin, antik Heraklia bölgesinde inşa edildiği sanılıyor; bugünkü adı Türkçe'de Yunanca'da Kydonia, ayva kasabası anlamına geliyor. Yer ve özellikle kolej hakkında çok ilginç bir açıklama Rahip W. Jowett [4] tarafından Akdeniz'deki Hıristiyan Araştırmaları adlı eserinde verilmektedir, s. 58. 1818'de, elbette Yunan devriminden önce ve kalabalık nüfusun gelişip mutlu olduğu bir dönemde oradaydı.

Nüfusun daha sonra 25.000 olduğu tahmin ediliyordu. O zamanlar bir kolej, bir kütüphane ve matbaa vardı.

Kolej 1803 yılında inşa edildi. Bay Jowett Ayyvalık'dayken, Gregorius Kilise Tarihi üzerine, Theophilus ise Matematik üzerine dersler verdi.

Bay Jowett, Eutychus'un üst odadaki bir pencereden düşerek ölümünü anlatıyor. Midilli'nin Pyrgoi adı verilen kır evleri bunu şehirdekilerden çok daha mutlu bir şekilde göstermektedir; ve eğer bu evlerin üst odalarını çevreleyen açık Abajur'ların "birçok ışığı" aldığı anlaşılabilseydi, resim tamamlanmış olurdu; ancak Mauradec bu şekilde doğru bir şekilde anlaşılamaz ve Troas'ın, Midilli gibi, ucuz olduğu zeytin bölgesinde yağın ucuz olduğunu söyleyebilemek için, "birçok ışık" kutsal metin tarihinin doğruluğunun kanıtı olacaktır. 

AYVALIK'IN ISSIZLIĞI
Kasabanın içinden geçerken her tarafta ortaya çıkan ıssızlığa tanık olmaktan daha yürek parçalayıcı bir şey olamaz; yüksek bir tepenin alt ve üst kısımlarında büyük yer kaplayan evler artık neredeyse yerle aynı hizaya gelmişti. Sekiz yıl önce var olan sayısız yüksekliğe sahip evlerin yerinde, beş ila on beş fit [5] arası çıplak çatısız duvarlar kapamıştı. Nüfus geri dönüyordu ve şu anda (1830) sakinlerin sekiz ila on bin arasında olduğu hesaplanıyor, elbette yıkık evleri yeniden inşa ediliyor. Büyük bir malikane yıkıntıları arasında, siyahlar içinde yaşlı bir kadının tek başına oturduğunu gördüm; başı derin bir düşünceyle iki elinin içine yaslanmıştı. Muhtemelen daha önceki ve daha mutlu günlerin sahnesi aklına geliyordu!

YENİ HAN.
Bugün Whitsunday olduğundan, etrafı saran sefaletin ortasındaki insanların kıyafetlerinde, düzgün ve temiz bir görünüm vardı. Han yeniydi, geniş ölçülerde inşa edilmiş ve çok güzel bir binaydı. Bulduğumuzdan daha fazla konforlu ve temizlik bekliyorduk; boş olan tek oda, Menemen'den gelen çok sayıda koloniyle yeterince doldurulmuştu. Diğer tüm odalar, büyük bir yoksulluk içinde olan, daire fiyatlarının düşük olduğu, ayda beş kuruş (bir şilin altı peni değil) olan ve onları orada yaşamaya davet eden Rum aileler tarafından işgal edilmiş gibiydi.

KOLEJ HARABELERİ.
Han neredeyse bir hastane gibiydi. Her tarafımızda çeşitli rahatsızlıklara yakalanmış pek çok zavallı vardı. Edremit'ten gelen zavallı bir delikanlı çok hasta görünüyordu; nabzını kontrol ettim ve biraz hızlı olmasına rağmen görünüşe göre hastalığı yoktu. Bu açıkça aşırı yorgunluk ve açlığın bir sonucuydu! Handaki herkese yabancıydı ve borcunu ödeyecek parası olmamasına rağmen zavallı bir kadının onu özenle emzirdiğini ve ona çorba verdiğini görmek hoştu!

Kahvaltımızı yaptıktan sonra çok sayıda ziyaretçimiz vardı ve diğerlerinin yanı sıra daha iyi durumda olan zeki bir Yunanlı, eski koleji yıkıntılarından yeniden ayağa kaldırmak olmasa da, en azından eğitim için bir şeyler yapmak için çaba gösterme konusundaki görüşümüzü hemen savunmaya başladı. O artık, bu kasabadaki cicerone'umuzdu. Yolculuğumuzun amacını göz önünde bulundurarak, bir başkasının inşası için yer bulmak üzere kiliselerinin ve mevcut okulunu gösterilmesini istedik. Ünlü üniversitenin artık taş yığınlarından ibaret olan, duvarlarının yüksekliği yalnızca beş ila altı feet olan alanı ziyaret ettik. Burada geniş bir alan ve bol malzeme vardı ancak, görüşümüz klasik bir okulun yeniden kurulmasından ziyade, imkanlarımızla orantılı olarak, daha mütevazı bir karaktere sahip, olduğundan daha hoş bir görünüşe sahip olmasıydı. Bu beklentiyle buradan ayrıldık. Kasaba halkının yeniden refaha kavuşmasıyla profesörlerin sandalyeleri bir kez daha dolacaktı.

ST. GEORGE KİLİSESİ.
Daha sonra biri, yeni Türkiye için tasarlanan iki hastanenin, karantina hastanesinin kalıntıları bize gösterdi. Artık kiliseleri incelemeye başlamıştık.

Görev başındayken bir İngiliz olarak ilk saygılarımızı St. George Kilisesi'ne, Agios Georgios'a [6] sunduk ve arkadaşımın [bu] ulusal azizimizi tamamen reddettiğinden de emin değilim. Belki de bu nedenle St. George'un himaye ettiği ülkeye saygı göstergesi olarak, perdenin arkasına, Yunanlılar tarafından Bomos olarak adlandırılan yere kabul edilmemizi ve her iki kolunda da birer torba asılı olan büyük bir haç gösterilmesini amaçlanmıştı. Bunlardan birinde, hastalara viatica olarak verilmek üzere çok küçük parçalara bölünmüş, küçük bir kutuda saklanan kutsal ekmek bulunuyordu; diğerinde şarap vardı. Masanın üzerinde o gün için kutlanan ve kendi kiliselerimizde olduğu gibi küçük kareler halinde kesilmiş kutsal ekmek vardı.

AYVALIK OKUL MÜDÜRÜ.
Rahip, eşsiz bir lütuf işareti olarak, Kutsal perşembe günü patrik tarafından İstanbul'da yapılan ve tüm kiliselere dağıtılan kutsal yağı koklamamız için bize sundu. Kesinlikle mür, aloe ve cassia kadar keskin kokulu değildi. Saygının bir başka işareti de dudaklarımızı saygıyla zengin bir şekilde ciltlenmiş Evangelion'a koymamıza izin vermekti.

Daha sonra Panagia ton Orphanon adı verilen Yetimlerin Meryem'i kilisesini ziyaret ettik ve arkasında okulumuz için iyi olacak, yaklaşık 50'ye 100 feet bir duvarla çevrili bir alan gördük. Bize başkalarını ve son olarak Aziz Demetrius'u da gösterildi. Burada, Ayvalık'taki tek okul müdürüyle sohbet ettik. Az sayıda öğrenci kilisenin girişinde ve eski yöntemle eğitim görüyordu. Listedeki isim sayısı yetmiş ikiyi buluyordu ve ödedikleri ay bazında bir kuruştan elli paraya, üç peniden dört peniye kadar değişiyordu.

Okul müdürü, önerdiğimiz okula istekli ve yatkın görünüyordu. Ama bu ve diğer kiliselerin rahipleri, dostumuz cicerone'un "Ah, onlar kaloi antropoi, iyi insanlardır ve yemek yemeleri ve uyumaları ile meşhurdur"  demesine rağmen, plana yürekten katılmış gibi görünmüyorlardı.

FRANSIZ KONSOLOSU
Han'a döndüğümüzde rehberimizin arkadaşları olan Ayvalık'ın önde gelen iki adamı bizi ziyaret etti. Bay Brewer onlara; bir okul inşa etme masrafının yarısını karşılamaya ve bir öğretmeninin ücret ödemesini yapmayı, diğer yarısını da kasabanın ödemesi şartıyla hazır olduğumuzu anlattı. Onlar, Yunanlılar gibi, hiçbir şey ödemeye güçlerinin yetmeyeceğini söylüyor gibiydiler. Şehrin ileri gelenlerini bir araya toplayıp istişarede bulunmayı teklif ettiler. Ne yazık ki Geronde'ler, Midilli'ye gitmişlerdi ve bu güne de dönmeyeceklerdi.

Sonra, daha önce her türlü yardımda bulunmak üzere hizmetçisini kibar bir şekilde gönderen Fransız konsolosunun ziyaretinden onur duyduk. İtalya'nın yerlisi olmasına rağmen, gerçek bir Fransız olduğunu kanıtlayacak kadar canlılığa ve hareket kabiliyetine sahipti.

Felaket anında buradaydı ve Türkler çıkarken bayrağını konsolosluk binasının üzerinde sallayarak Musconisi'ye çekildi. Geri döndüğünde, evinin, koruyucu bayrağa bakılmaksızın yakıldığını, daha önce yirmi bin kuruşun yağmalandığını, kendi özel mülkünün yanı sıra kasaba halkına ait devasa mülklerin de yağmalandığını gördü. Fransız ve Avusturya konsolosu olarak güçlü sandığı ve arşivleri de yok edildi. Daha sonra Rodos'a gitti ve görevine ancak son üç hafta önce geri döndü.

Havaların ısınması üzerine Truva gezimizi yarıda bırakıp Milcom'u ve atları İzmir'e yollayarak Midilli'ye geçip deniz yoluyla İzmir'e dönmeye karar verdik. Güneşin ardından biraz dinlenip serinledikten sonra akşam tepenin zirvesine doğru yürüdük. Muhteşem bir panorama olan manzara, Edremit Körfezi'ni de içeriyordu; ve eğer bu kadar geç olmasaydı, belki o kasabayı ve Assos'un kalıntılarını, hatta bir nebze de olsa Truva'yı görebilirdik. Ancak saat geç olduğundan geri dönmek zorunda kaldık ve Türkiye için uzun zamandır güzel bir şehir olmayan bu kadar uzun bir yolu kat etmek çok etkileyiciydi; şimdi köpek havlamaları ve cucuvaia'nın kederli notası dışında hiçbir sesin rahatsız etmediği bir duvar yığını. 

KİLİSE BİNASI SAYISI.
Bir zamanlar bir Fransız'ın dediği yer olan aşağıya vardığımızda, birçok iyi giyimli kadının Agios Georgios kilisesine doğru aceleyle geldiğini gördük, oraya vardık, bağlılık kiliseye değildi, yalnızca binaya selam vermekten ibaretti. [Bu halk] bir okul kurmak için tek bir para bile bağışlanmazken, tüm kiliselerin yeniden inşası için bu kadar para harcama telaşına kapıldıklarını görmek, bizi çok üzdü ve bizi ziyaret eden Rumlara da [bu düşüncemizi] dile getirdik. [Bu halk] şimdiden sekiz ya da on bini aşmayan bir nüfus için dört kilise restore ediliyor, oysa İzmir'de otuz binden fazlasına üç kilise yetiyor!

Kiliselerin yeniden inşası için aidat toplayan bir rahibin başkanlığındaki bir heyet bizi ziyaret etti. Üzerimize altın ve gümüş dolu bir tabak verip yardımımızı istediler. Bay Brewer, en ufak bir tasarruf bile yapılmamışken, son derece fakir olan az sayıdaki nüfusu bu kadar çok kilisenin yeniden inşasına ve süslenmesine katkıda bulunmanın, utanç verici dememek gerekirse de, buna yakın bir düşünceye sahip olduğunu çok doğru ve kesin bir şekilde ifade etti. Karşılığında bir okul inşa ederek bu yoksul insanlara fayda sağladığını gösterdik. Ve tabii ki bir şey vermeyi reddettik. 

7 Haziran pazartesi - Bugün Han'dan kendi isteğimizle ayrılırdık, çünkü handa çok fazla hastalık vardı ve içtiğimiz su da sağlıksız kalitedeydi; ama rüzgar Midilli'ye üstü açık bir tekneyle geçilemeyecek kadar kuvvetli esiyordu. 

FRANSIZ KONSOLOSLUĞUNDA ÖĞLEN YEMEĞİ
Fransız konsolos, kendisiyle yemek yememiz için bize o kadar çok baskı yaptı ki, reddedemedik; yemek saati bir buçuktu. Öncekine göre daha mütevazı olan konsolosluk malikanesi üç odadan oluşuyordu, yani: girişin solunda bir mutfak, sağında ise henüz sıvanmamış iki oda bulunuyordu. İstanbul'dan yeni gelen Rus konsolosuyla tanıştık. Ayvalık felaketi sırasında o da burada ikamet ediyordu ve evinin yağmalanması ve yakılmasıyla diğerlerinin kaderini paylaştı. Artık dönüşteydi ve her iki yerde de konsül olarak ve Midilli'yi ikametgah yeri olarak tercih edişinin fermanını ağaya okutmak için bugün buraya gelmiş. Ev küçük olmasına rağmen muhteşem bir şekilde ağırlandık ve yemekten sonra konsolosun bizi Midilli'ye götürmesi için tavsiye ettiği tekneyi görmeye gittik.

KADIN OKULU AÇIN.
Erkekler için büyük bir devlet okulu inşa etme planımızın uygulamaya konması açıkça zaman alacağından, Bay Brewer kız çocukları için neler yapılabileceğini denememizi önerdi; Yunan arkadaşımız ve cicerone bizi yeni sisteme göre okul açabilecek durumda olması için tavsiye ettiği iki genç Rum kızının evine götürdü; masrafını Bay Brewer'la paylaşmayı kabul ettim.

Her ikisi de çok genç ve zekiydiler; biri sadece on dört yaşındaydı; ilk önce Bay Brewer'ın, ardından da arkadaşım rahip Henry Leves çabalarıyla Suriye'de kurulan yeni okullarda birkaç ay eğitim görmüşlerdi. Oldukça iyi yazıyordu ama eski sistemi öğreten diğeri kadar iyi okuyamıyordu. Onlara ayda otuz para vermeyi ve okul için yer bulmaları için yirmi para daha vermeyi teklif ettik. Tüm akşamımız, İngiltere ve Amerika'ya gönderilecek ve Ayvalık ile Yedi Kilise'deki okulların yeniden kurulması amacı için yardım mektubu hazırlamakla geçti; bu bölüm belki bu derginin sonunda verilecektir [bu mektup taslağı baskıda bulunmamaktadır].

MİDİLLİ'YE GİDİŞ.
8 Haziran salı - Bu gece, her türlü süpürme, yıkama ve silkeleme önlemine rağmen, her zamankinden daha huzursuzduk; pireler "endüstriyel" olmaktan öte bir şeydi ve bizi yok etmeye kararlı görünüyorlardı. Onların, düzeni ve iyi ilkeleri yeniden kurma kaygımızı kıskanan Ayvalık'daki ıssız Türklerin huzursuz ruhları olduğunu hayal edebiliyordum. Kaptan bizi erken çağırdı, Yunanlılar gibi bizi Midilli'ye götürmek için yirmi kuruş ya da İzmir'e gidersek yüz kuruş gibi çok kesin şartlar teklif etti. Rüzgârın şiddetinden ve kiremitler, pamuk torbaları vb. ile dolu geminin küçüklüğünden dolayı biraz tereddüt etsek de yola çıktık.

MUSCONISI.
Tam bir saat boyunca diğer yolcuları ve onların teskerelerini ya da pamuk çuvallarının izinlerini bekledikten sonra, saat dokuz buçuk civarında yelken açtık. Türk ve Rumlardan oluşan karışık bir kafileydik. Saat onda güçlü ama hafif bir esintiyle Musconisi adasına giden geçidi geçtik ve bu sırada, solda savaşlarla çevrili alçak bir bina olan İzmir'deki Sancak kalesine benzeyen, kare şeklinde bir manastır, sağda ise Musconisi kasabasının oluşturduğu dar geçitteydik. Antik adı Poroselene olan yerleşme, bir tepenin üstü boyunca güzelce inşa edilmiş yüzlerce evden oluşur; bunların çoğu, Ayvalık gibi bir harabe yığını halindedir ve üzerinde çok sayıda kule benzeri bir yapı bulunuyordu. Gemideki antikacılar bunun antik Helen dönemi olduğunu ve yaklaşık on dört ay önce bir depremle kısmen yıkıldığını söylediler. Kasabanın çevresindeki ülke hâlâ zeytinlik bölgesiydi.

Şimdi, her iki tarafta suya çakılan kazıkların oluşturduğu, hem balıklar için bir bent görevi gören, hem de geçidi işaretlemeye yarayan dar bir açıklıktan geçtik; su her iki tarafta da çok sığdı. O kadar dardı ki, yanından geçerken küçük teknemizin kenarları çizildi. 

(çeviri: Hayri Kaan Köksal)

---
DİPNOT
[1] Francis Vyvyan Jago Arundell (1780–1846) İngiliz antikacı, Anglikan din adamı ve doğulu gezgindir. Temmuz 1780'de Launceston'da doğdu ve Liskeard Gramer Okulu'nda ve Oxford'daki Exeter College'da eğitim gördü ve burada 1809'da yüksek lisans derecesini aldı ve memleketindeki Antony'de papazlık yaptı. Genç yaştan beri büyük bir tutkuyla arkeolojik araştırmalara yöneldi ve 1811'den itibaren 28 yıl süreyle Society of Antiquaries of London cemiyetinin üyesi olur. 1817 yılında Archæologia dergisinin bir sayısında, son Bizans imparatoru Palaiologos'un soyundan gelen ve 1637'de Landulph'da ölüp gömülen Theodore Palaeologus hakkında bir makale yayımladı. 1815 yılında İstanbul'da İngiltere konsolosunun kızıyla evlendikten sonra ilgisi Doğu'ya yönlendi, böylece kendi talebi üzerine İzmir'de Levant Şirketi'ne papazı olarak atadı ve İzmir'de 14 yıl kaldı. 1826 yılında Mart-Eylül aylarında Anadolu'nun yedi kilisesini ve antik Pisidya'yı (Yalvaç) kapsayan iyi düzenlenmiş bir gezi yaptı. Seyahatnamesi okurlar tarafından çok olumlu bir şekilde karşılandı. Bu başarı ona cesaret verdi ve 1833 yılında yeniden antik Pisidya'yı ve Avrupalılar tarafından pek bilinmeyen yerleri gezmek için yola çıktı. Bu gezinin seyahatnamesini 1834 yılında iki ciltlik  "Discoveries in Asia Minoryayımladı. 1835 ve 1836'da ise Filistin'e seyahat etti. Arundell İzmir'e yerleştiğinden beri arkeolojik eser, sikke ve elyazmalarından meydana gelen çok büyük bir koleksiyon yaptı. İngiltere'ye döndükten sonra sikkelerini British Museum'a sattı. İzmir ve memleketi Launceston için topladığı tarihi materyaller ise hiç kullanılmadı ve muhtemelen kayboldu. 5 Aralık 1846'da Landulph'ta öldü. (Vingopoulou,20xx)

[2] Auguste de Choiseul-Gouffier  (27 Eylül 1752-20 Haziran 1817), Choiseul ailesinin Gouffier kolundan bir Fransız diplomat ve aristokrattı. Académie française'nin bir üyesi olup, 1784'ten Fransız monarşisinin yıkılışına kadar Osmanlı İmparatorluğu'nda Fransa'nın büyükelçisi ve Antik Yunan bilimcisi olarak görev yapmıştır. 

College d'Harcourt'taki eğitiminden itibaren antikalara karşı bir tutkusu vardı. Kuzeni Dük de Choiseul'un evinde tanıştığı Voyage d'Anarcharsis'in yazarı Jean-Jacques Barthélemy ile sık sık yaptığı görüşmeleri özellikle dikkat çekti. Diğer bir arkadaşı ise saray entrikalarına birlikte katıldığı ve dini hayata başlamaktan onu caydırdığı Talleyrand'dı. 1776'da astronomiyle ilgilenen Chabert markisi Joseph Bernard de Chabert'in komutasındaki Atalante firkateyniyle Yunanistan'a doğru yola çıktı. Choiseul-Gouffier, ressamlar ve mimarlarla birlikte güney Mora Yarımadası'nı, Kiklad Adaları'nı ve diğer Ege adaları'nı ziyaret etti, ardından Küçük Asya'ya geçti. Yolculuğun aynı zamanda siyasi bir amacı da vardı: Ege'de Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya İmparatorluğu arasındaki durumu açıklamak. Dönüşünde, büyük bir başarı elde eden ve entelektüel ve politik kariyerini kolaylaştıran Voyage pittoresque de la Grèce'in ilk cildini yayınladı. 1782'de Académie des inscriptions et belles-lettres'in üyesi oldu. Daha sonra 1783'te Académie française'nin üyeliğine seçildi. 1784'ten 1791'e kadar İstanbul büyükelçisi oldu ve bu fırsattan yararlanarak Yunanistan'ı keşfetme fırsatı buldu. Fransız Devrimi hayatının gidişatını değiştirdi. Fransa'daki mallarına el konuldu ve yerine başka bir elçi gönderildi. Choiseul Gouffier, elçilikte kuşatma altında geçen bir yılın ardından 1792'de, Rusya'ya göç etti ve burada Academy of Arts ve Imperial Public Library of Russia müdürü olarak atandı. İmparatoriçe Catherine onunla arkadaş oldu ve ona şimdiki Litvanya'da topraklarından bir alan verdi. Fransa'ya ancak 1802'de, Napolyon'un sürgündeki soylulara yönelik affı üzerine döndü. Arkadaşı Talleyrand'ı bulunca İmparatorluk hükümetine katılmayı reddetti ve XVIII. Louis'e sadık kaldı. 

1782'de Voyage pittoresque en Grèce birinci cildini, 1809'da ise ikinci cildini yayımladı. Ölümünden sonra da 1823'te, Voyage pittoresque de la Grèce'in üçüncü cildi yayımlandı.

[3] Whitsunday (aynı zamanda Whitsun veya Whit Sunday de denir), Birleşik Krallık'ta ve diğer ülkelerde Anglikanlar ve Metodistler arasında kutlanan, Hıristiyanların kutsal Pentecost günü için kullandıkları addır. Paskalya'dan sonraki yedinci pazar gününe denk gelir ve Kutsal Ruh'un, Mesih'in öğrencilerine inişi anısına kutlanır.

[4] William Jowett, 1787 yılında, Londra'nın eski yerleşim yerlerinden olan Newington'da doğdu. Babası John Jowett, dericilikle uğraşan bir tüccardı ve aynı zamanda Kilise Misyonerleri Cemiyeti'nin ilk üyelerindendi. İlk eğitimini peder Henry Jowett'tan aldı ve 1806'da Cambridge St. John Koleji'ne başladı. 1810 yılında lisans eğitimini tamamladı ve 1813 yılında master derecesi alarak mezun oldu. 1816 yılına kadar St. John Koleji'nin akademik kadrosunda yer aldı. 1813 yılında Kilise Misyonerleri Derneği'ne katıldı ve misyonun yurtdışı görevine giden ilk Anglikan oldu. 1815-1820 yılları arasında Akdeniz bölgesinde çalıştı. 1816 yılında Malta'da The Christian Observer adında bir gazete kurdu, aynı yıllarda The Baptist Magazine dergisinde de Misyon adına muhabirlik yaptı. Akdeniz'deki ilk beş yılı daha çok Malta'da geçse de, bir süre Korfu adasında ve iki defa da Mısır'da bulundu. 1815'te, Norfolk'lu John Whiting'in kızı Martha ile evlendi ve çiftin yedi çocuğu oldu. Martha, kocasıyla birlikte misyoner olarak görev yaptı ve 24 Haziran 1829'da öldü.

[5] 1 feet = 30.48 cm.

[6] Bugünkü Alibey cami (Çınarlı camii)'nin, mimar Emmannuel Kouna tarafından yeniden yapılması öncesinden bahsedilmekte. 

---
KAYNAKÇA
Arıkan, Z (2022).
1909 Ayvalık hadisesi, Ayvalık tarihi üzerine akademik çalışmalar seçkisi, (ed.) Berrin Akın Akbüber, Ayvalık Belediyesi, s,:68-95, İzmir.

Arundell, F.V.J. (1834).
Discoveries in Asia Minor : inculuding a descriptic of the ruins of several ancient cities and especially antioch of Pisidia, c:2, Richard Benettey, Londra.

ArundellF.V.J. (2014).
Anadolu'da Keşifler, Sistem Ofset Yayıncılık, İstanbul.

ArundellF.V.J. (2016).
Küçük Asya'da Keşifler c: 1-2, Arkeoloji Sanat Yayınları, İstanbul.

Jowett, W. (1822).
Christian researches in the Mediterranean, from MDCCCXV to MDCCCXX, in furtherance of the objects of the Church Missionary Society, Londra.

Köksal, H.K. (2019).
William Jowett'ın Ayvalık'taki 4 Günü... son erişim tarihi: 26 Ağustos 2023, cumartesi.

Öktem. A.Z. (1949).
İzmir hakkında tarih araştırmaları ve incelemeleri, İzmir Halkevi Tarih ve Müze Kolu Yayınla, İzmir.

Vingopoulou, I.(20xx).
Aikaterini Laskaridis Vakfı : ARUNDELL, Francis Vyvyan Jago,
https://tr.travelogues.gr/travelogue.php?view=97&creator=984303&tag=12618, son erişim tarihi: 26 Ağustos 2023, cumartesi.

18 Nisan 2019 Perşembe

William Jowett'ın Ayvalık'taki 4 Günü...


Ayvalık'ın ve özellikle Ayvalık Akademisi'nin 1821 isyanı öncesi dönemine dair bilgiler içeren önemli bir kaynak: misyoner rahip William JOWETT'ın, 1815-1820 yılları arasındaki faaliyetlerini anlattığı "Christian researches in the Mediterranean".

JOWETT'ın tuttuğu günlükler ilk olarak rahip James CONNOR tarafından çıkartılan derginin eki olarak, 1820 yılında yazı dizisi olarak yayınlanmış ardından, 1822 yılında Kilise Misyonerleri Cemiyeti tarafından "Christian researches in the Mediterranean from MDCCCXV to MDCCCXX in Furtherance of the Objects of the Church Missionary Society" adıyla geliştirilerek tekrar basılmıştır.

Kitabın 58-68 sayfaları Ayvalık üzerinedir. Bu bölümde JOWETT, 20 Mayıs 1818 - 23 Mayıs 1818 tarihleri arasında, Ayvalık'ta geçirdiği 4 gün boyunca kurduğu ilişkileri ve gezdiği mekanları detaylı şekilde anlatmıştır.

Bu belge ayrıca, araştırmacılara Protestan misyonerliğinin, XIX. yüzyılda Anadolu'daki faaliyetleri konusunda da önemli bilgiler vermekte. 

Bu dört güne dair çeviriye geçmeden önce, rahip William JOWETT ve misyonu hakkında özet bilgiler vermeliyiz:

JOWETT'ın HAYATı ve MİSYONU
William Jowett, 1787 yılında, Londra'nın eski yerleşim yerlerinden olan Newington'da doğdu. Babası John Jowett, dericilikle uğraşan bir tüccardı ve aynı zamanda Kilise Misyonerleri Cemiyeti'nin ilk üyelerindendi. İlk eğitimini Peder Henry Jowett'tan aldı ve 1806'da Cambridge St. John Koleji'ne başladı. 1810 yılında lisans eğitimini tamamladı ve 1813 yılında master derecesi ile mezun oldu. 1816 yılına kadar St. John Koleji'nin akademik kadrosunda yer aldı. 1813 yılında Kilise Misyonerleri Derneği'ne katıldı ve misyonun yurtdışı görevine giden ilk Anglikan oldu. 1815-1820 yılları arasında Akdeniz bölgesinde çalıştı. 1816 yılında Malta'da The Christian Observer adında bir gazete kurdu, aynı yıllarda The Baptist Magazine dergisinde de Misyon adına muhabirlik yaptı. Akdeniz'deki ilk beş yılı daha çok Malta'da geçse de, bir süre Korfu adasında ve iki defa da Mısır'da bulundu. 1815'te, Norfolk'lu John Whiting'in kızı Martha ile evlendi ve çiftin yedi çocuğu oldu. Martha, kocasıyla birlikte misyoner olarak görev yaptı ve 24 Haziran 1829'da öldü.

Jowett, 1818'de İzmir üzerinden Ayvalık'a geldi ve burada 4 gün geçirdi. Bu dört gün hakkında tuttuğu notlar üzerinden Ayvalık hakkında çok detaylı bilgilere sahibiz. Özellikle Ayvalık Akademisi'nin 1821 öncesi dönemine dair verdiği bilgiler oldukça önemlidir.

Malta'dan sonra 1820 yılında İngiltere'ye döndü. Üç yıl sonra, 1823-1824 yılları arasında Suriye ve Filistin misyonlarında çalıştı, Kudüs'ü de ziyaret etti. Jowett, 20 Şubat 1855'de Kuzey Londra, Clapham'da öldü.

KİTAP HAKKINDA BİBLİYOGRAFİK BİLGİ (APA):
1.basım:
Jowett, W., Connor, R. James. (1822). Christian researches in the Mediterranean, from MDCCCXV to MDCCCXX, in furtherance of the objects of the Church Missionary Society. Londra: R. Watts Matbaası, yayına hazırlayan: Dernek adına L. B. Seeley, ve J. Hatchard.
[viii, 454 s. : rnkl. hrt. ; 22 cm. ; deri ciltli ; dili: İngilizce ; isbn: -]

2.basım:
Jowett, W., Connor, R. James. (1822). Christian researches in the Mediterranean, from MDCCCXV to MDCCCXX, in furtherance of the objects of the Church Missionary Society. Londra: R. Watts Matbaası, yayına hazırlayan: Dernek adına L. B. Seeley, ve J. Hatchard.
[viii, 454 s. : rnkl. hrt. ; 22 cm. ; deri ciltli ; dili: İngilizce ; isbn: -]

3.basım:
Jowett, W. (1824). Christian researches in the Mediterranean, from MDCCCXV to MDCCCXX: In furtherance of the objects of the Church Missionary Society. With an appendix, containing the journal of the Rev. James Connor, chiefly in Syria and Palestine. Londra: L. B. Seeley and Son..
[viii, 454 s. : s.b. hrt. ; 22 cm. ; deri ciltli ; dili: İngilizce ; isbn: -]

sonraki basımlar:
Jowett, W. (2010). Christian researches in the Mediterranean from 1815 to 1820: In furtherance of the objects of the church Missionary Society (Yeniden Basım). Memphis,Tennessee : General Books LLC.
[226 s. ; 23 cm. ; kuşe kapak dili: İngilizce ; isbn: 978-1-154-66267-2]

Jowett, W. (2018). Christian researches in the Mediterranean from 1815 to 1820: In furtherance of the objects of the church Missionary Society (Yeniden Basım). ?? : HardPress.
[507 s. : 5090 Kb ; sayısal yayın ; dili: İngilizce ; isbn: -]

Jowett, W. (2019). Christian Researches in the Mediterranean, from MDCCCXV to MDCCCXX, in Furtherance of the Objects of the Church Missionary Society. Londra: Forgottan Books.
[532 s. : 23 cm. ; karton kapak ; dili: İngilizce ; isbn: 978-0-483-47935-7]

ÇEVİRİSİ
Kilise Misyonerleri Cemiyeti'nin Amaçları Doğrultusunda
1815'den 1820'ye KADAR AKDENİZ'de HIRİSTİYANLIK ARAŞTIRMALARI 
Muhterem William Jowett 
Cemaat Temsilcilerinden ve Cambridge St. John Koleji Eski Akademisyenlerinden  

AYVALIK'ta RUMLAR
Yazar 1818 yılında İzmir'de iken, bugünkü sorunların yaşanmadığı günlerde, Ayvalık ve Sakız'da bulunan Yunan Kolejlerinin en önemlilerinden ikisini ziyaret etti. Aşağıdaki alıntılar, onun gezi günlüğündeki önemli konulardan yaptığımız okumalardır: 

19 Mayıs 1818, salı 
İki Rum gemicinin de bulunduğu bir kayığın içinde, gece yarısı İzmir'den ayrıldık, bu sabah, İzmir Körfezi'nde bir hayli yol almıştık. 

Son derece boğucu bir günün ardından, gün batımına doğru, kayıkçılar sahile yanaştılar. Sarı katır tırnakları ve mersin bitkisi ile çevrelenmiş bir alandaki su kaynağına kadar adamlardan birine eşlik ettim. Yolumuz üzerinde bir tarla bulunuyordu ve içinde yürürken bir miktar buğday başağı koparttım. Sebze ve meyve toplamayı unutmuş olsam da bununla ne hoş ekmek yapılır. 

Kayığımıza döndüğümüzde İncil'den bir bölüm okumayı önerdim. Adamlar memnun oldular. John İncili 1-14 arasını okudum ve açıkladım. ... (İncil'deki bölümü okuyor ve açıklıyor.) ... 

Güneş artık gruba dönüyordu ve mükemmel bir dolunay sağ tarafımızdaki tepeler üzerinden yükseliyordu – rüzgar neredeyse sakindi -  bitkilerin kokuları havaya yayılıyordu, kürek sesleri dışında kulağa tek bir ses gelmiyordu ve [deniz] fosfor, kıvılcım gibi parıldıyordu. Kanımca; deniz üzerinde böyle büyüleyici bir akşamı, hayatım boyunca geçirmedim. Sahnenin mükemmel çekiciliği ve güzelliği, sakinleşmek için çok uygun; Kutsal Geçit'i henüz okumuştuk; ve bir mütevazı çaba ile yaradılış mucizesini, Yunanca vaaz edişim – zihnimi sakinleştirmiş ve kutsal duygularımı yükseltmişti. 

Saat dokuza doğru,  küçük bir mağara önünde demirledik ve on ikiye kadar uyudum. 

20 Mayıs 1818, çarşamba 
Gece yarısından sonra uyandık. Rehberimiz kuzeye doğru baktı ve Sanderti Körfezi'ni geçmenin şu an için güvenli olmadığını söyledi: gökyüzü kızgın ve rüzgar sert esiyor. Bir süre sonra saat birde tekrar yola çıktık. Saat dokuz olmuştu, ben de Act. Viii 36-40 arasını okuyup açıkladım. ... (İncil'deki bölümü okuyor ve açıklıyor.) ... Saat onda, Midilli'nin kuzey doğusuna vardık. Saat birde, kentin yaklaşık iki mil güneyinde indik ve ben biraz şarap ve marul aldım. Ayvalık, akşam olduğunda, dingin bir sakinlik içinde karşımızda duruyordu. Matt. viii. 1 — 13 arasını okudum, fakat adamlar çok yorgun olduklarından önemsemediler. Saat onda demirledik ve beşe kadar uyuduk. Saat yediye doğru Ayvalık'a varmıştık. 

Ayvalık Limanı çok sığdır. Gemiler sekiz milden daha fazla yaklaşamazlar ve ancak bu mesafeden tekneler vasıtasıyla yükleme ve boşaltma yapmak zorundadırlar. Girişi çok dardır, aynı anda sadece bir gemi geçebilir: burası kent merkezine yaklaşık üç mil uzaklıktadır. 

21 Mayıs 1818, perşembe 
Önce Konsolos yardımcısına gittim. Bir saat kadar dinlendikten sonra, Okula kadar bana eşlik etti. Okul müdürü Gregorius'un odasına girdik. Ben, İzmir Piskoposunun verdiği mektubu sundum ki o; çok uzun birisiydi. Bitirdiğinde elini hafifçe göğsüne getirerek “Hoşgeldiniz! Sizi gördüğüme memnun oldum” dedi. Tütün, şekerleme ve kahve ikramında bulundu, ben de isteklerimin yerine getirilmesi için zamanımın müsait olduğunu söyledim. Hep birlikte müdür yardımcısı Theophilus'un odasına gittik, burada da aynı nezaketle kahve ve şekerleme ikram edildi. Daha sonra bana, tüm Yunan klasiklerinin de içinde olduğu 700-800 cilt kitabın bulunduğu Kütüphane'yi gösterdiler. Burada, birçok astronomi ve diğer doğa bilimleri aletleri de bulunmaktaydı. Yardımcı öğretmen de bize katıldı: adı  Eustratius idi. 

Yaklaşık 140 feet uzunluğunda ve 90 feet genişliğinde, büyükçe dikdörtgen bir yapı olan Kolej'in çevresini dolaştım. Binanın üç tarafı, uzak yerlerden gelen öğrencilerin kalabildiği küçük odalar ile çevrelenmişti. Şu anda, yüz kadar kasabadan ve sanırım yüz kadar da başka bölgelerden gelen öğrenci bulunmakta. 72 tane de oda bulunmakta. Burada kalan öğrenciler barınmak ve derslere katılmak için ödeme yapmaz, kitap, gıda ve kıyafet için para öderler. Bina iki katlı: üst katta konferansların verildiği geniş bir dairesel oda ve Yardımcı öğretmen ile asistanlar için de büyük bir dikdörtgen oda bulunmakta. Binanın ortasında, bakımlı bir bahçe ile iki veya üç yetişkin badem ağacı olan bir dikdörtgen avlu bulunmakta. Kolejin bir duvarını ise deniz yalıyor.

22 Mayıs 1818, cuma
Bu sabah derse katılmak üzere Koleje geldim. Gregorius'un çevresinde yaklaşık elli kadar öğrenci oturuyordu ve o bilimsel açıdan Yunan grameri dersini veriyordu. Ders anlatımı sonrasında, sınıfındaki yabancı öğrencilere kısa övgüler söylediğini duymak beni çok şaşırttı. Onun öğrencilerine, övgünün ve teşvikin her ikisinin de ne kadar gerektiğini göstermesi, eski zamanlarda olduğu gibi böyle uzak yerlerden gelen öğrenciler tarafından da görülmesi, aralarındaki bir durumdu - şimdi, mutsuz, çürüme içine çoktan düşmüş, başlangıcı canlandırmak için olsa gerek. Ben mahcubiyet duymaksızın düşüncelere dalmış iken, Gregorius, herhangi bir cevap beklemeksizin nazik konuşmasını sonuca bağladığında, gösterilebilecek saygının en iyi ifadesi olarak sessizce dinleniyordu – o bunun üzerine sessizce ayrıldı. 

Bir sonraki ders Theophilus'un du. Yaklaşık otuz kişilik mevcut vardı ve onun Newton'un onbirinci bölümünü anlatması benim için sürpriz oldu. Dersini dinleyenlerin tümü onu anlayamadı. O büyük bir kara tahta üzerinde, çok bilinen astronomik gezegenleri tebeşirle işaretleyerek seçti. Bunu yaparken, araya yerleştirdiği sorularını soran uygulamasını sevdim. 

Bundan sonraki ders için [dersi verecek] öğretmen ile uzun süre oturduk, planlarını yaptı ve onlara benden bahsetti. Yunanistan'da eğitim vermek söylentisi şudur: Yaklaşık yüz yıl kadar önce, Meletius'den itibaren (Yunan Coğrafyası'nın yazarı değildir) Yannina'da öğretilirdi. Elli yıl kadar önce, ünlü öğretmen  Methodius idi ve daha çok Yannina'da – aslında Yunanistan'ın tümünde olmasa da diğer yerlerde de, yeniden diriliş dönemi hakkında genel hatları ile konuşuluyordu. 

Daha sonraki zamanlarda, öğrenim Yannina'da çok fazla gelişmedi. Aslında hala okullar vardır. Bunlardan birisi de Psalida'daki yerdir ve eski itibarı sağlamaya çalışmaktaydı. Bir Yunan Beyefendisi bana, onun öğrencilerinin Psalida'yı nasıl değiştirdiklerini anlattı. İki ya da üç genç çocuğa dikkat çekti: “Bugün” dedi, “para var – yarın buna sahip olunup olunmayacağını bilmiyorum: ama onlar Homer okuyorlar. Her an çekişme ve bir anlaşmazlık olabilir.” Methodius'dan hemen sonra, Athos Modern Yunanca yazarları arasındaki en ünlüleriydi. 

Yaklaşık 1770'de, Patmos'lu Daniel sistematik dilbilgisi öğretilen tanınmış ünlü okulunu kurdu. Gregorius onun bir öğrencisi idi. Okul bunun üzerine eski ününe kavuştu; ama birkaç iyi eğitimcisini dışarı gönderdi. 

Bunun üzerine, Yunanistan'ın farklı bölgeleri arasında edebi türden küçük yazışmalar yapıldı. Gregorius Patmos'a geldiğinde, Ayvalık'tan geldiğini söyleyince ona, geldiği yerin nereye bağlı olduğu sordular böyle bir yerin varlığından habersizlerdi. O, Moschonesus'a yakın bir yer olduğunu söyledi. Strabon'a baş vurdular ve onun Coğrafya'sından – bugün de aynı adı taşıyan -  belirtilen bu adayı buldular ve böylece Ayvalık ile ilk defa tanışmış oldular. 

Bu Kolej, okul müdürleri bir süredir burada oldukları halde daha inşa edilmemişti. Urla'lı Eugenius, Meryem Ana Kilisesi yakınında bir okulda idi, bir süre sonra  Benjamin ve Gregorius da bu okula katıldılar, 1803 yılında Kolej inşa edildi. 

En yeni öğretmen Theophilus'tur: o iki yıl Paris'de ve üç yıl da Pisa'da eğitim aldı. Üç yıl süren Matematik ve Felsefe Kuramı derslerinin olması, Theophilus'un projesidir. Onun bu ilk üç yıllık dersleri henüz tamamlıyor. Rumlardaki eğitimin bilimsel bölümü açıkça daha emekleme döneminde. 

İngiliz eğitim sisteminin bir özelliğine sahipler. Şaşkınlığımı dile getirmeliyim, burada 200*  öğrenciye karşılık çok az öğretmen var, daha büyük öğrenciler küçükleri eğitiyor ve bunlardan bazıları çok uzak bölgelerden geliyorlar, böylece onların giderlerini üstlenenlere yönelik daha tutumlu olunuyor. Onların küçük odalarının içine baktığımda bunun böyle olduğunu gördüm.

Donanımını Yunanistan'da oluşturmuş kaç okul olduğunu sordum. Çeşitli kasaba ve adalarda bulunan yaklaşık oniki okul saydılar. Bunlar küçük, ama umut verici bir işarettir. Bir tanesi Karadeniz sahillerinin güneyindedir. Kolej'de tatil 15 Haziran-31 Ağustos arasındadır. Bir ay sonra gelseydim,  çok az ya da hiçbir şey göremeyecektim. Akşamları disiplin, Kolej kapısını kilitleyerek korunuyor.

* Sadece dört öğretmen var; ve müzik öğretmeni Kilise ilahileri öğretiyor. 

23 Mayıs 1818, cumartesi
Bu sabah Gregorius'un, Kilise Tarihini anlattığı derse katıldım. Büyük bir zevkle izledim, bu derece faydalı konferansa gösterilen ilgi ve ondan yararlanılmasından büyük bir zevk duydum ve çok etkilenerek duygularımı tutamadım. İlk yüzyılın sonuna kadar anlattı. Vahiy Kitabı'na sözü getirdi, Patmos'da gördüğü mağaradan bahsetti, gelenekleri anlatırken St. John'un Apocalyptic Vision'unu izleyebildim. ... (İncil'deki aktarım yapıyor.) ...  Bu sunumu ile yaptığı hizmetlerden yola çıkarak, Gregorius'un ne kadar kararlı olduğunu anlıyorum. 

Bundan sonra, Theophilus'un matematik dersine katıldım. Otuz kadar dinleyeni vardı: bunlardan onbeşi dikkatli ve zeki görünüyordu onlardan biri de yaşlı bir adamdı. 

Sonuç olarak, öğretmen ile alışılmış türden uzun bir sohbet ettik. Athos Dağı “Aγιον Ορος” ve rahip topluluğu üzerine konuştuk. Onların burada okulu yok. Sadece dün Kolej'de okumak için, on üç gün süren uzun bir yolculuktan sonra, iki genç adam gelmişti. Onları görmeyi merak ediyordum. Bunlar, kilise disiplininin ciddiyetiyle eğitim almışlar, ona uygun davranış ve tavır sergilediler. Mütevazı bir tavırla, mütevazı bir mesafede bir yere oturdular. Athos Dağı'ndaki yaşamlarına dair sorduğum sorulara cevaplar verdiler. Altı bin kadar ödeme yaptıkları halde, “dinlerinden” dolayı bunun yarısı kadar da Türklere haraç vermiş olabilirler.

Athos Dağı'nda beş makam vardır. Bunlardan en katı olanı inzivaya çekilmiş olan “Hermit (ç.n. münzevi) -ερημιται-”lerdir. İkinci ağırlıklı grup ασκηται diye adlandırılan “Ascetic (ç.n. sofu)”lardır: onlar Hermitler kadar aşağılanmazlar. Üçüncü grup κοινοβιοι (ç.n. komün) olarak adlandırılır, onların her şeyleri ortaktır. Dördüncü grubun adı ιδιορνθμοι (ç.n. garip) tir, kendi zihin dünyalarında ve sözcüklerinde yaşarlar. Beşinciler κελλειωται olarak adlandırılır, onların kendilerine ait κελλειον “hücre” adı verilen konforlu bir odaları vardır. 

Athos Dağı'nda yirmi dört manastır vardır; bunlardan üçü yıkıntı durumundadır ve dördü de değişmemiş, görkemini korur haldedir. Bu dördü; Λαυρα (Lavra), Ιβηρον (Iberya), Βατοπαιδι (Vatopedi) ve του Παντοκρατορος (Pantokratoros) dur. 

Bir süre Athos Dağı'nda yaşayan ve bir ιδιορυθμος (ç.n. garip) olan Gregorius, Konstantinople* Patriğince sürüldü, yazlığı Laura'da ve kışlığı ise Iberon'dadır. Athos Dağı ile çok az ticaret yapılır: ne yazık ki, Türk Ağa İstanbul'a onları bildirdi ve hemen vergi toplamaya bir ajan gönderildi. Ayvalık'ın eteklerinde, bir Moriotes Cemaati vardır; ki onlar, Rusya'nın Mora'da neden olduğu olaylar nedeniyle uğradıkları talihsizlikler nedeniyle yaklaşık kırk yıldan beri burada yaşamaktadırlar. Onlar diğerlerinden ayrı yaşamayı tercih ederler ve elbiseleriyle farklılıklarını korurlar. 

* Ki o, 1821 Paskalyasından sonra İstanbul'a gitti.

Bunlar dışında deniz tarafında, iki hastaneleri vardır; bunlardan biri genel amaçlıdır: kurulalı ancak, üç hafta olmuştur ve düzgün bir dispanseri de vardır. Cüzzamlılar için olan diğer hastane üzerinde biraz durmalıyız: bir cüzzamlı tarafından kurulmuştur. Etkileri çok rahatsız edici olan fil hastalığı nadir görülmeyen bir durumdur: bacakları ve parmakları sürekli zayıflayan ve sıkı sıkıya sarılmış yoksul erkekler ve kadınlar gördüm. Naaman'ın durumunu anımsadım ve ondan daha çok, Rabbin Ruhu onları iyileştirmek için mevcut iken o, böyle aciz halk yığınlarınca çevriliydi. Her bir hastanede çok küçük bir Şapel vardır ve bir rahip bulunmaktadır. 

Bir meyve bahçesinin içinden geçerken, bir tek ayva ağacı buldum. Daha önce bu söylendi, kasaba inşa edilmeden önce (bu yaklaşık 200 yıl önce) burada yabani olarak yetişen bol miktarda vardı ve – Ayvalık ve Kidonya anlamındaki adı bu verdi: Türkçe ve Yunanca aynı manadaki, Ayva Kasabası. 

Ayvalık, Türk vali'den satın aldıkları özgürlükle yaşıyor. Buna duyulan ihtiyaçta bu nedenle ortaya çıktı: Yunanlılar kendi aralarındaki anlaşmazlıkları çözümlemek için çaba harcadılar ancak isteyen davacı Türk kadı'ya da her zaman başvurabilirdi. Şayet bir Türk valisi olsaydı, onların yurt dışına seyahat etmelerine engel olacaktı: onlar bu nedenle vali'ye formalite icabı bir ödeme yaptılar. Burada on civarında Türk bulunuyor – sembolik bir muhafız. Cami yoktur. Nüfusu 25.000 olabilir. 

Rumların toplumsal yapısı şu nitelikleri taşımaktadır: şehir üç bölgeye ayrılmıştır, üç ephor ve üç senatör vardır, bu altıya başka altı kişi daha eklenir ve onikiler denilen yapı ortaya çıkar ve kendi aralarında yaptıkları özgür seçim sonucu en çok oy alan bunlardan üçü  yönetici olur. Bu hesabı uzun süre sordum ama sonunda anladım. Bu, Blackst biri olarak o kadar dolu ve net değil: ancak Türkiye'nin bir bölgesidir [burası] ve hukuk teorisi uygulaması üzerinde de az bir etkisi vardır. Tek bir bireyin davranışları buradaki güç dengesini bozabilir: yaklaşık otuz yıl önce olduğu gibi, aralarında neredeyse bir monarşi vardı, ve o zaman, bir arkadaşım (ona inanamıyorum), daha az entrika ve kavga olduğu halde daha iyi şeylerin yitip gittiğini anlattı. Burada hiçbir Yahudi yoktur. Kısa sürede bir matbaa kurulması bekleniyor. Bir kişi bu amaç için Paris'e, geçen Eylül ayında, gönderildi. 

Kolej, kütüphane, matbaa ve bu tür şeylerin maliyetleri, Ayvalık halkı tarafından cömertçe desteklenmektedir. Rum halkının milli ruhu büyük bir övgüyü hak ediyor.*... (İncil'deki aktarım yapıyor.) ... 

Kaldığım evin giriş kapısı, tamamen bir depo olarak kullanılan birinci katta bulunmakta: zengin memleketin ürünü için büyük zeytinyağı fıçıları bulunmakta: yeni gelen birisinin ilk bakışıyla, merdivenin ilk basamağındaki kapıdan itibaren, yağ damlaları ile kirlenmiş olduğundan dolayı temiz bir zemin bulması mümkün değil. Yukarıdaki birinci kata ulaştık, mütevazı biçimde dizilmiş yüksek olmayan odalardan ibaret: burası onların günlük hayatları için, ailesi tarafından kullanılmaktadır. 

* Kolayca anlaşılabileceği gibi, bu keder ve korku ifadelerini yazar, Ayvalık'ta yayınlanan gazetelerdeki ifadelerden okudu. 

Tüm bunların giderleri çok olduğundan, (yaşam alanı) buranın üstündeki kattadır: nazik ev sahibim beni, konuğuna saygısını göstermek için güzel perdeler, küçük halılar, divan ve yastıklarla döşediği odada ağırladı: evlerinin üstünde olduğu ve aynı biçimde özenle döşenen bu mekanlarda, fakir Rumlar keyfince yaşıyorlar. Böylece Türklerin tehditlerinden daha az etkileniyor ve daha fazla refah içinde oluyorlar: Kolej profesörleri burada saygılarını sunmak için beni bekliyorlardı, nezaketlerini sundular ve pencere kenarına oturdular. Oda aşağıdan daha büyük ve daha yüksek: iki cumbada da pencereler var ve çıkma olduğundan binanın alt katından daha geniş, cumbalar da caddeye doğru çıkma yapıyor.

Böyle bir üst kat odasında – kuytu, geniş ve ferah – St. Paul, onun ayrılık söylevini vaaz etmeye davet ediyor. Divan ya da yükseltilmiş kanepe, kilim ya da yastıklar, iç mekanı çevreleyen pencereli cumbalar: ve belirttiğim sayıdaki topluluk, bazen divana oturmuş arkadaşların arkasına büyük minderler koyarak, misafirlerin divan üzerine ayaklarını koyarak oturmalarını sağlıyor. ... (İncil'deki aktarım yapıyor.) ... 

Ayvalık'tan ayrılmadan önce, Kolej hocaları ile akşam yemeği yedim; burada bana, Moskova'da basılan Yunanca İncil'i (Septuaginta) göndermek istediğim en başarılı öğrencilerinden yetmiş tanesinin adı yazılı listeyi verdiler. 

Yemek sırasındaki sohbetimiz ilginçti ve umarım gerçekten yararlı olmuştur. Benim için Gregorius'dan, İncil Topluluğunun hedeflerinden ikincisinin duymak sevindirici olmuştu. “Biliyoruz” dedi, “kehanet zamanından önce haber vermektir. Kurt kuzuyla yaşam sürdürmek ve leopar da çocuk ile yatmak zorunda olduğundan, millet milletin yükselmesine karşı durmayacak ve bir daha savaş  yapmayacaklar: Büyük Biritanya'da, Rusya'da ve Doğu Hint Adaları'nda başarıya ulaşmak için adalet vaat ediliyor. Biz, doğası gereği İncil'in evrensel yapısını biliyoruz. Bugünkü hocalarımızın yumuşak çabaları Türkçe Yeni Ahit için umut olabilir!” ( ç.n. İncil'inin ikinci bölümü, orijinali Yunancadır ve İsa ve onun ilk takipçilerinin hayatı ile öğretilerini içerir. Gregorius burada “Türkçe bir İncil'den” değil, bu coğrafyada yeniden hıristiyanlığın doğuşunu umut ediyor.)