11 Ekim 2023 Çarşamba

AHMET YORULMAZ ÇEVİRİLERİ: Galatea Kazantzaki'nin "Adalet Kaçağı" adlı öyküsü (1971)

(resim.01) Varlık Dergisi Ağustos 1971 sayı: 767
(koleksiyon: Taylan Köken | fotoğraf: Hayri Kaan Köksal, 2019)
 
Ahmet Yorulmaz; Varlık Dergisi'nde yayımlanan Helence çevirilerine, Galáteia Alexíou Kazantzáki ile, Ağustos 1973 tarihinde devam etti. 

(resim.02) Galáteia Alexíou Kazantzáki




 
Galáteia Alexíou Kazantzákis (Γαλάτεια Αλεξίου Καζαντζάκης) (kızlık soyadı Alexiou) (8 Mart 1881 – 17 Aralık 1962), Kandiye Girit'te doğdu. Seçkin yayıncı ve yazar Stylianós Alexíou (Στυλιανός Αλεξίου)'nun kızı ve yazar, romancı ve akademisyen Élli Alexíou (Έλλη Αλεξίου)'nun kız kardeşi olan Galatea, Helen modernizminin en üretken kadın yazarlarından biriydi. Ancak bugüne kadar Anglofon (İngilizce konuşan) edebiyatında en az çalışılan Helen yazarlardan biri olmaya devam ediyor (resim.02).

Nikos Kazantzakis ile 1911'de evlendi, 1926'da ondan boşandı ve 1936'da eleştirmen ve edebiyatçı Marcos Avyeris ile evlendi. Komünist bir derginin genel yayın yönetmeniydi, 1938'de Ioannis Metaxas'ın diktatörlüğü altında bir süre hapsedildi ve birkaç yıl yayın yapması yasaklandı. 

Gençlik edebiyatı, şiir, tiyatro, roman ve kısa öykügibi çeşitli edebi türlerde eser verdi. Öykülerinde ezilenlerin, özellikle de ayrımcılığa maruz kalan her konumdaki kadının kaderiyle ilgilendi. Eserleri Atina'daki Kastaniotis yayınevi tarafından yeniden basıldı. Basit ve sade, hatta bazen iğneleyici bir üslupla, karakterlerinin düşüncelerinin akışını yakından takip etti.

[ * ]
YUNAN HİKAYESİ

Adalet kaçağı
Galatea Kazantzaki

GALETEA KAZANTZAKI, daha önceki sayılarda bir hikayesini sunduğum bayan Eili Aleksis'nun ablasıdır. Diğer ünlü Yunan romancı Kazancakis'le akrabalığı yoktur, Sadece soyadı benzerliği vardır aralarında. Tanınmış yapıtları: Kadınlar, Erkekler, İnsanlar ve üst insanlar. Yandığı sahne oyunları da bir kitapla toplanmıştır. 

Ahmet YORULMAZ

Sifakas kandillerin yakılma zamanı vardı köye. Ama hemen gitmedi evine. Kimsenin görmemesi için, havanın iyice kararmasını bekledi.

O saatte annesi tavuğu pişiriyor, yumurtaları haşlıyor ve sofrayı seriyordu. Arasıra da sağdıcına iki çift laf söylüyordu:
«- Sağdıç dayanamıyorum artık bu hayata. Allah acısın bana. Korkuya ve kalp çarpıntısına dayanamıyorum. Ha şimdi yakaladılar.!.. Bir sonu olun, nasıl olursa..» 

Ana bunları sağdıca, şehirden gelen milletvekiline söylüyordu. Geldiğinde daima Sifakaslarda konaklardı. Eskiden de, oğlu cinayet işleyip kaçak olduğundan beri de böyleydi bu. Gelişinde annesi bir yolunu bulup, oğluna, inmesi için haber salardı.

«- Bu gece insin diye, gene haber yolladım. Ne yapacağına söyle ona sağdıç. Ya dağlarda kaçak olarak dolaşmaya devam etsin, ya da da Allah Kerimdir diye teslim olsun!.»

Hep girip çıkıyor, hep de hazırlayacak bir şeyi bulunuyordu. Sandığı açıyor, masa örtüsünü, peskirleri çıkarıyor, ateşi körüklüyor,  pirinci yıkıyor, limonlu yumurtayı çırpıyor ve bazı bazı kapıyı yavaşça acıp. bakmaya çalışıyordu: Oğlu geliyor mu? Ve her seferinde iç geçiriyor, gözlerinden yaşlar akıyordu:
«-Allah canımı alsaydı da bu ateşi çektirmeseydi olmaz mıydı?...»

Fakat sonunu getirmez, hemen vazgeçerdi. Ölmüş olsaydı, şimdi kim ilgilenirdi Sifakas ile? 

Bir adalet kaçağı ile ilgilenmenin zorluklarını bilirdi o.

Kaç sefer temiz çamaşırlarını, ekmeğini ve yemeğini almış, saatlerce dağlarda dolavarak [dolanarak] onu aramış, bulamadan dönmüştü. Pestili çıkmışlığından başka, oğluna temiz bir çamaşır giydirememenin, hafifletememenin, pişmiş aş yedirememenin acısıyla!.. Ve kaç defa deliler gibi koşturmuştu, müfrezenin köyde bulunduğunu, onu aradıklarını söylemek için... sadece kaçsın, kaçsın, kurtulsun çabuk!

«- Hayır, hayır! Şükür Allahıma ki onu hayatta bıraktı da oğluna destek oluyor!»

Sonunda geldi Sifakas. Nah şöyle uzun bir adam... Kara sakallı, gür saçlı, esmer, tatlı görünümlü.

«- Anacık, hazırla yiyelim. Getir şarap da içelim. Neyin varsa çabuk olsun, çünkü açız. Göreyim seni!»
«- Rahat ol oğlum. İsteklerini memnunlukla karşılıyorum. Haydi buyrun [buyurun]...  her şey hazır!»

Sifakas oturmadan önce şarap koyar, sağdıca ikram eder: 
«- Sıhhatine Sağdıç! Hoş geldin!»

Fakat kadehleri henüz kaldırmışlardı ki kapı çalındı.
«- Açın!» diye bağıran müfreze komutanının sesi duyuldu dışardan.

Ana kapıya gitti, durdu: 
«- Ne arıyorsunuz burada?»

 Sifakas kadehi bıraktı, serin kanlı:
«- Aç onlara Ana!»

Açtı ve üç kişi içeri girdi.
«- Sifakas, düş önümüze!» dedi başları
«- Memnunlukla, ama önce sağdıçla yiyip içeceğim.»
«- Bekliyemeyiz.»
«- Söyledim, sizinim. Bekleyin yemeğimi bitireyim. Misafirim var.»
«- Zorla almamızı istemezsin sanırım. İyilikle gel.»

Sifakas mum gibi sarardı, gözleri kıvılcımlardı. Kaşlarını çatarak tekrar etti:
«- Yemeğimi bitirmemi bekleyin dedim!»

Üçü yanına gitmek istediler. 
«- Sifakas, tatlılıkla gel dedik...»
«- Ama o zaman...»

Tanrıyı kim gördü de korkmadı! Sifakas canavar gibi saldırdı:
«- Allahıma... keratalar!» 

Başının üzerinden bir sandalye sapan gibi vınladı, vurdu. Bir daha, bir daha! Bir bıçak kandilin sönük ışığında parladı, o kadar...

Ve üç kişi yerdeydi.
Sifakas üstlerinden atladı, masanın önünde durdu, şarap koydu.
«-  Sıhhatine Sağdıç ve iyi geceler!» 

Kuşağını sıktı, karanlığa saldırdı.

Yunancadan çeviren: Ahmet YORULMAZ

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder