5 Aralık 2014 Cuma

sadece AYVALIK için bir program yaratmak



...aynı gün sabahtan saplarını suya koyduğu altı enginarı çıkardı mutfakta. Kime niyet, kime kısmet... Gitmezsek biz yeriz, gidersek evimize gelecek olan Rumlar bulup pişirirler; nasıl olsa, karınlarını doyurduktan sonra yatak yorganımızı kullanacaklar, içine girip yatacaklar...”
Ulya, Ege'nin Kıyısında, Ahmet Yorulmaz (sf.70)

Mehmet Ağabey'in anısına...

GİRİŞ

Gelenler nasıl ki mubadil idi, gidenler de mubadil oldular gittikleri yerlere. Tuğlaları, söveleri, yolları ve bir cümle tüm kentsel mekanları, -her iki taraf için de geçerli- giden yabancılarca şekillendirilen ve gelen yabancılarca da iskan edilen koca bir yüzyılın öyküsüdür karşımızda duran.

Nasıl, ne zaman, neden ve kimlerce kurulduğunu hala bilemediğimiz, -her iki taraf için de geçerli- yakıştırma ve şöven tarih yazıcılarının subjektif varsayımlarının tarih kabul edildiği, dolayısı ile her alanda ve her el atılacak konunun, aslında “bakir” ve “düzeltilmeye muhtaç yanlışlar içerdiği”, “anlayamadığımızla tanımaya çalıştığımız” bir kent özetle, karşımızda duran Ayvalık.

İyi niyetli bireysel “anlama” ve “anlatma” çabalarının, belki rekabetçi zaaflarımızdan ya da bu uğraşların kollektifleşmesini sağlayacak “mütevazı programlarla” hala buluşamamasından kaynaklı, bir türlü “sorusunu bulamayan” sayısız “bulunmuş yanıt” özetle karşımızda duran.

Hemen her sokağı adımlarken bir anda karşınıza çıkan “ev satıcıları” ya da hiç susmayan iş aletlerinin çıkardığı ses ve toz bulutu içinde -ve artık çok kısa bir süre sonra- sadece dekor yüzeyleri ile karşımızda duracak bir film platosu olma yolunda ilerleyen, nasıl olduğunu bilemediğimiz gibi ne olacağını da anlayamayacağımız bir şehirdir karşımızda duran.

Koruma tescil fişlerine sahip imar paftalarında kırmızı ile boyanmış yüzlerce bina, bu binalar üzerinde çalışma yapmış onlarca üniversite, bu üniversitelerce hazırlanmış bir o kadar tez ve makale ve nihayet -çok sınırlı sayıda da olsa- bir imdat çığlığı gibi uyarılar yapan yazılara karşın, hafızalarımızın unutacağı gün kadar yakın, bilemediğimiz bir kültürel mirastır karşımızda duran.

Dörtyüz yıl boyunca sayısız dramatik olaylar yaşamış bu mükemmel şehrin gündelik koşuşturmacasından bir an için uzaklaşıp, trajedilere arka planlık yapmış -ama- hala romantik panoramasına yeniden bakınca; Kavafis'in:
...
Dolaşacaksın aynı sokaklarda 
ve aynı mahallelerde yaşlanacaksın 
ve burada bu aynı evde ağaracak, 
aklaşacak saçların. 
Hep aynı kente varacaksın. 
Bir başka kent bekleme sakın.

dizelerini “uyarı olarak” kabul edip, “sadece” Ayvalık için bir dizi çalışma ile yer almaya başlamak lazım.

Bu “yer alma kararı”, bizi davet eden verili bir çaba olmadığı ve dolayısı ile eklemlenecek yer bulamamanın öfkesiyle “meydan okumak olarak algılanmamalı ve ayrıca, gündelik yaşamındaki insandan arındırılmış bir profitopolis1 kurmayı hedefleyenlerden de uzak durmalıdır. Zira ancak o zaman, “her yer aynı şayet sen buysan” diyen Kavafis'in “karamsarlığına” meydan okuyabiliriz. Ya da hakikatten “Bir başka kent bekleme sakın.”


sadece AYVALIK için bir program yaratmak ÜZERİNE SESLİ DÜŞÜNCELER:
pusula mı yoksa yol haritası mı?

Yukarıda eleştirel olarak değindiğim “-mealen- yanıtlarımız var ama sorularımız yok” meselesinin üzerinde durmak gerekiyor kanımca, programa yönelik kavramlar geliştirmeden önce.


Bizi hayran bırakan bu yapılı çevreyi -Ayvalık'ı: düşünmüş, tasarlamış, yapmış ve yıkıp yeniden tasarlayıp yapmış toplumların elindeki, tasarımcı kimliğini devraldığımız ve onlara sadece yerkürenin herhangi bir yerindeki benzerleri kadar güzel yapma çevreler sunduğumuz son bir yüzyıldır, elimizdeki yanıtlarla davranmaktayız2. TOKİ evine “queenbed” ama yüzlerce yılda oluşmuş bir tabiat parçası içine sıkıştırılan saldırgan malikanelere ”frenchbed” ebadlarını uygun görmemizi sağlayan o yanıtlar değil miydi? Bir Amerikan ya da Danimarka filmi seyrederken, kendimizi kendi evimizde “imiş” gibi sanmamız -yani ”ikeastyle hayatlarımız”- o yanıtlardan kaynaklı değil mi acaba? Tek tipleştirilmiş iş yaşamlarının evrildiği tek tipleştirilmiş ev yaşamları ve nihayet oradan beslenip kurulan tek tipleştirilmiş sosyal hayatların tüm yer küreye egemen olması, o yanıtlardan kaynaklı olabilir mi?


Konudan uzaklaşıyorum ve ayrıca çok da fazla haksızlık da etmemeliyim mesleğimize ve meslektaşlarımıza. En azından bizim, diğer yanıt sahiplerinin asla ellerinde olmayan bir başka paralel dilimiz var: ÇİZGİ. Bir elimizdeki kalem ve diğer elimizdeki dubledesimetre, çoğu zaman cebimizde dolaşan o evrensel yanıtlara “meydan okuyan” kişiler kılmakta bizi. Çok şükür... ya kamu yöneticisi ya da spor antrenörü olsaydık!


İşte bu nedenle gittiğim kentleri dolaşırken -Kastamonu ya da Söke farketmez-, elindeki çekiçle züccaciye dükkanına giren, XXI.yüzyıl modernizmine “meydan okuyanbir şey gördüğümde hemen yakınındaki komşusuna sorarım: “bu işlerin yolunda gitmesine engel olan kişi kim?” Aldığım yanıt hiç beni şaşırtmaz: “mimar...”3

Evet... Sanırım, “sadece AYVALIK için bir program yaratmak” meselesinin ilk adımı, yol haritalarını yırtıp atmak, yerine ceplerimizde duran pusulalarımıza yeniden şans vermek olacaktır. Zira, son çeyrek yüzyıldır ve tüm yer kürede kullanılan o haritalar, bizleri sadece “çıkıştan önceki son profitopolise” ulaştırmaktadır, hedefimiz Ülker yıldızı4 iken üstelik.

Pusulamız ile bulmamız gereken bir diğer yönde, bu şehrin salt “taş evlerden” ibaret olmadığı gerçeğidir. Bu şehrin o taş evlerinde yaşamış 90 yıllık bir geçmiş, gündelik hayatımızın her anında ve yerinde bizlerle temas etmektedir. Ve üstelik onlar, ata topraklarından kalkıp, yollarını bilmedikleri, komşularını tanımadıkları binalarla kurulmuş bir şehrin “ahalisi” oluvermişlerdir bir anda. (aynen gidenler gibi) Üzeri kapatılmış dereler açıkken, üzerindeki “tahta köprülerden geçerken” gözleri ile sevgililerine randevular vermişler, kavga edip hapse girmişler ve selalarda adları okunmuştur. Aynı türküleri dinleyince sigaralarından aynı derin nefesi yudumlayıp, kolcu baskısına direnişin türküsü olan aynı zeybek havalarında oynamışlardır. Özetle bu şehrin insanları vardır ve çok kesin bir yargıyla söylemeliyim ki; bu şehre dair üretilen -iyi niyetlileri de dahil olmak üzere- programların neredeyse tümüne yakınının “sükut-u hayalle neticelenmesinin” yegane nedeni, onlarsız hazırlanmalarındandır.


Bu anlamda programın ilk kabulü: Ayvalık çalışmalarının, Ayvalık'lı ile birlikte ve onların “söz, yetki ve karar” haklarını peşinen onlara teslim etmek olmalıdır.5

Yine bir başka kabulün, bu kentin yapılı çevresi nasıl ki kültürel miras ise, onun aralarında dolaşmış ve kısmen belgelenebilen 350 yıllık sosyal ve siyasi (beşeri) hayatının da o mirasa ortak olduğudur. Örneğin zeytinyağı veya sabun ya da deri fabrikaları olan Ayvalık'ta, işçi sınıfı tarihinden söz etmemek aşırı derecede “soylulaştırmaktır” bu şehri. Şehirdeki 11 kilise çevresinde oluşmuş 11 cemaate (mahalle) bakarak, “güle oynaya yaşayan ve huş içinde yaşayan ruhban bir şehirli sınıf” taahhüllü de gereksiz bir beklentidir bu şehir için. XIX.yüzyılda birbiriyle kıyasıya çatışan iki ayrı cemiyeti (partisi) ve bunların beslendikleri iki ayrı ideolojik damar irdelendiğinde, “yirmibeşbin kişilik mütedein bir ortodoks toplum” hayali kuranlar da büyük bir yanlışlık içinde debelenmektedir. Şehrin, “Kydonia/Cydoniae” ve “Ayvalık/Ayvali” adları ile ve aynı zamanlarda adlandırılması bile, bu şehirdeki iki ayrı sınıfsal/ideolojik grubun çatışmaları ile geçen tarihine dair önemli verilerdir.


Bu bağlamda, atılacak her çalışma adımı, bir arkeolojik alanda, boya fırçası ile kazı yapma hassasiyetinde olmalıdır. Zira “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunarak” atılacak her adım bu şehirde yeniden, “taş üstünde taş bırakmayacak bir yıkım yaratacaktır” kanaatindeyim.


Ve şu an için son kabul, bu kentte yüzü aşan örgüt bulunmaktadır. Ben tümünün eş saygın olduğunu kabul ediyor ve diyorum ki: yeni bir örgüt kurmak bu kente dair yapılabilecek en büyük “hatadır”. Yeni bir örgüt kurmak yerine, “örgütleri örgütleyen” yeni bir çabanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda; Ayvalık çabalarını bir “ağ örgütlenmesi” biçiminde ele alınması, “kaprissiz” ve “rekabetsiz”, tümünü “eş saygın kabul eden” demokratik bir “ağı oluşturmak” bu toplantıyla başlayacak çabaların önemli bir çıktısı olmalıdır.

Bu bir yanıyla, örgüt enerjilerinin ve kaynaklarının doğru kullanılmasını sağlarken öte yanıyla da, “söylecek sözü eyleyecek işi” olan kişiler için ciddi ve önemli bir kamuoyunu inşa edecektir.


SON SÖZ

Ben geçen pazar günü, TMMOB Mimarlar Odası'nca gerçekleştirilen ve Sayın TOKYAY'ın değerli katkılarıyla sunulan etkinlikten bu yana ve her ortamda söylediğim cümleyi, bu değerli hazerunun da varlığından güç alıp yineliyorum: BURADA KİMSE VAR!6





1 Sınıflar arası dengesizlikleri korumaya yönelik olarak ekonomik işlevler yüklenen, doğal ve kültürel zenginliklerinin para kazanmak amacıyla yeniden şekillendirildiği şehir.

2 Bu toplantı katılımcılarının çoklukla mimar olmasından kaynaklı “maruzatımı” anlatabilmek için, bizim alanı tercih etmiş olmam, okuru incitmesin lütfen.

Umarım okur, sataşmalarımdan kaynaklı öfkesini artık dindirmiştir bana karşı...

4 Halk arasında; Türklerin yedi oğlaklar, Arapların yedi kandilli Süreyya ve Yunanlıların ise Pleiades adını verdikleri, boğa burcu öbeğinde bulunan, şeytan uçurtması biçimindeki ve bakıldığında gökyüzünde bulunması en kolay olan takım yıldız.

5 Dört gün önceydi... Her akşam üzeri olduğu gibi kahvede, kahvelerimizi içerken Ayvalık konuşuyorduk. Konuşmanın bir aşamasında yanımızda oturan Suat Bey, telefonuyla facebook arkadaşları ile yazışmayı bıraktı ve bize bakarak, “burası Şeytan Kültür Merkezi” dedi... O güzel ve tam da yerindeki espiri üzerine gülüştük. Eve geldim ve dört gündür o sahne hafızamda dönüp duruyor. Suat Bey bize burada oturun ben de koruk suyu satayım teklifinde bulunmamıştı. Tam da tersi olarak, ben de bu konuştuklarınızın parçasıyım ve ben de varım demişti.

Burada kimse var! 1999 Ağustos depremi ardından, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nce çıkarttığımız ve yaşanan acılara karşın, deprem sonrasında örgütlenen toplumcu dayanışmadan kaynaklı bizde oluşan güveni ifade etmek için seçtiğimiz gazetenin adı idi. Ve ben hala ve her şeye rağmen o güven duygumu söndürmeden taşıyorum.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder