“...aynı gün sabahtan saplarını suya koyduğu altı enginarı çıkardı mutfakta. Kime niyet, kime kısmet... Gitmezsek biz yeriz, gidersek evimize gelecek olan Rumlar bulup pişirirler; nasıl olsa, karınlarını doyurduktan sonra yatak yorganımızı kullanacaklar, içine girip yatacaklar...”
Ulya, Ege'nin Kıyısında, Ahmet Yorulmaz (sf.70)
Mehmet Ağabey'in anısına...
GİRİŞ
Gelenler nasıl ki mubadil idi, gidenler de mubadil oldular gittikleri yerlere. Tuğlaları, söveleri, yolları ve bir cümle tüm kentsel mekanları, -her iki taraf için de geçerli- giden yabancılarca şekillendirilen ve gelen yabancılarca da iskan edilen koca bir yüzyılın öyküsüdür karşımızda duran.
Nasıl,
ne zaman, neden ve kimlerce kurulduğunu hala bilemediğimiz, -her
iki taraf için de geçerli- yakıştırma ve şöven tarih
yazıcılarının subjektif varsayımlarının tarih kabul edildiği,
dolayısı ile her alanda ve her el atılacak konunun, aslında
“bakir” ve “düzeltilmeye muhtaç yanlışlar içerdiği”,
“anlayamadığımızla tanımaya çalıştığımız” bir kent
özetle, karşımızda duran Ayvalık.
İyi
niyetli bireysel “anlama” ve “anlatma” çabalarının, belki
rekabetçi zaaflarımızdan ya da bu uğraşların kollektifleşmesini
sağlayacak “mütevazı programlarla” hala buluşamamasından
kaynaklı, bir türlü “sorusunu bulamayan” sayısız “bulunmuş
yanıt” özetle karşımızda duran.
Hemen
her sokağı adımlarken bir anda karşınıza çıkan “ev
satıcıları” ya da hiç susmayan iş aletlerinin çıkardığı
ses ve toz bulutu içinde -ve artık çok kısa bir süre sonra-
sadece dekor yüzeyleri ile karşımızda duracak bir film platosu
olma yolunda ilerleyen, nasıl olduğunu bilemediğimiz gibi ne
olacağını da anlayamayacağımız bir şehirdir karşımızda
duran.
Koruma
tescil fişlerine sahip imar paftalarında kırmızı ile boyanmış
yüzlerce bina, bu binalar üzerinde çalışma yapmış onlarca
üniversite, bu üniversitelerce hazırlanmış bir o kadar tez ve
makale ve nihayet -çok sınırlı sayıda da olsa- bir imdat çığlığı
gibi uyarılar yapan yazılara karşın, hafızalarımızın
unutacağı gün kadar yakın, bilemediğimiz bir kültürel mirastır
karşımızda duran.
Dörtyüz
yıl boyunca sayısız dramatik olaylar yaşamış bu mükemmel
şehrin gündelik koşuşturmacasından bir an için uzaklaşıp,
trajedilere arka planlık yapmış -ama- hala romantik panoramasına
yeniden bakınca; Kavafis'in:
...
Dolaşacaksın aynı sokaklarda
ve aynı mahallelerde yaşlanacaksın
ve burada bu aynı evde ağaracak,
aklaşacak saçların.
Hep aynı kente varacaksın.
Bir başka kent bekleme sakın.
Dolaşacaksın aynı sokaklarda
ve aynı mahallelerde yaşlanacaksın
ve burada bu aynı evde ağaracak,
aklaşacak saçların.
Hep aynı kente varacaksın.
Bir başka kent bekleme sakın.
dizelerini “uyarı olarak” kabul edip, “sadece” Ayvalık için bir dizi çalışma ile yer almaya başlamak lazım.
Bu
“yer alma kararı”, bizi davet eden verili bir çaba
olmadığı ve dolayısı ile eklemlenecek yer bulamamanın öfkesiyle
“meydan okumak“
olarak algılanmamalı ve
ayrıca, gündelik yaşamındaki insandan arındırılmış bir
profitopolis1
kurmayı hedefleyenlerden de uzak durmalıdır. Zira ancak o zaman,
“her yer aynı şayet sen buysan” diyen Kavafis'in
“karamsarlığına” meydan okuyabiliriz. Ya da hakikatten “Bir
başka kent bekleme sakın.”
sadece
AYVALIK için bir program yaratmak ÜZERİNE SESLİ DÜŞÜNCELER:
pusula mı yoksa yol haritası mı?
pusula mı yoksa yol haritası mı?
Yukarıda eleştirel olarak değindiğim “-mealen- yanıtlarımız var ama sorularımız yok” meselesinin üzerinde durmak gerekiyor kanımca, programa yönelik kavramlar geliştirmeden önce.
Bizi
hayran bırakan bu yapılı çevreyi -Ayvalık'ı: düşünmüş,
tasarlamış, yapmış ve yıkıp yeniden tasarlayıp yapmış
toplumların elindeki, tasarımcı kimliğini devraldığımız
ve onlara sadece yerkürenin herhangi bir yerindeki benzerleri kadar
güzel yapma çevreler sunduğumuz son bir yüzyıldır, elimizdeki
yanıtlarla davranmaktayız2.
TOKİ evine “queenbed” ama yüzlerce yılda oluşmuş bir
tabiat parçası içine sıkıştırılan saldırgan malikanelere
”frenchbed” ebadlarını uygun görmemizi sağlayan o
yanıtlar değil miydi? Bir Amerikan ya da Danimarka filmi
seyrederken, kendimizi kendi evimizde “imiş” gibi sanmamız
-yani ”ikeastyle hayatlarımız”- o yanıtlardan kaynaklı
değil mi acaba? Tek tipleştirilmiş iş yaşamlarının evrildiği
tek tipleştirilmiş ev yaşamları ve nihayet oradan beslenip
kurulan tek tipleştirilmiş sosyal hayatların tüm yer küreye
egemen olması, o yanıtlardan kaynaklı olabilir mi?
Konudan
uzaklaşıyorum ve ayrıca çok da fazla haksızlık da etmemeliyim
mesleğimize ve meslektaşlarımıza. En azından bizim, diğer yanıt
sahiplerinin asla ellerinde olmayan bir başka paralel dilimiz var:
ÇİZGİ. Bir elimizdeki kalem ve diğer elimizdeki dubledesimetre,
çoğu zaman cebimizde dolaşan o evrensel yanıtlara “meydan
okuyan” kişiler kılmakta bizi. Çok şükür... ya kamu
yöneticisi ya da spor antrenörü olsaydık!
İşte
bu nedenle gittiğim kentleri dolaşırken -Kastamonu ya da Söke
farketmez-, elindeki çekiçle züccaciye dükkanına giren,
XXI.yüzyıl modernizmine “meydan
okuyan” bir
şey gördüğümde hemen
yakınındaki komşusuna sorarım: “bu işlerin yolunda gitmesine
engel olan kişi kim?” Aldığım yanıt hiç beni şaşırtmaz:
“mimar...”3
Evet...
Sanırım, “sadece
AYVALIK için bir program yaratmak” meselesinin ilk adımı, yol
haritalarını yırtıp atmak, yerine ceplerimizde duran
pusulalarımıza yeniden şans vermek olacaktır. Zira, son çeyrek
yüzyıldır ve tüm yer kürede kullanılan o haritalar, bizleri
sadece “çıkıştan
önceki son profitopolise”
ulaştırmaktadır, hedefimiz Ülker yıldızı4
iken üstelik.
Pusulamız
ile bulmamız gereken bir diğer yönde, bu şehrin salt “taş
evlerden” ibaret olmadığı gerçeğidir. Bu şehrin o taş
evlerinde yaşamış 90 yıllık bir geçmiş, gündelik hayatımızın
her anında ve yerinde bizlerle temas etmektedir. Ve üstelik onlar,
ata topraklarından kalkıp, yollarını bilmedikleri, komşularını
tanımadıkları binalarla kurulmuş bir şehrin “ahalisi”
oluvermişlerdir bir anda. (aynen gidenler gibi) Üzeri kapatılmış
dereler açıkken, üzerindeki “tahta köprülerden geçerken”
gözleri ile sevgililerine randevular vermişler, kavga edip hapse
girmişler ve selalarda adları okunmuştur. Aynı türküleri
dinleyince sigaralarından aynı derin nefesi yudumlayıp, kolcu
baskısına direnişin türküsü olan aynı zeybek havalarında
oynamışlardır. Özetle bu şehrin insanları vardır ve çok kesin
bir yargıyla söylemeliyim ki; bu şehre dair üretilen -iyi
niyetlileri de dahil olmak üzere- programların neredeyse tümüne
yakınının “sükut-u hayalle neticelenmesinin” yegane
nedeni, onlarsız hazırlanmalarındandır.
Bu
anlamda programın ilk kabulü: Ayvalık çalışmalarının,
Ayvalık'lı ile birlikte ve onların “söz, yetki ve karar”
haklarını peşinen onlara teslim etmek olmalıdır.5
Yine
bir başka kabulün, bu kentin yapılı çevresi nasıl ki kültürel
miras ise, onun aralarında dolaşmış ve kısmen belgelenebilen 350
yıllık sosyal ve siyasi (beşeri) hayatının da o mirasa
ortak olduğudur. Örneğin zeytinyağı veya sabun ya da deri
fabrikaları olan Ayvalık'ta, işçi sınıfı tarihinden söz
etmemek aşırı derecede “soylulaştırmaktır” bu şehri.
Şehirdeki 11 kilise çevresinde oluşmuş 11 cemaate (mahalle)
bakarak, “güle oynaya yaşayan ve huş içinde yaşayan ruhban bir
şehirli sınıf” taahhüllü de gereksiz bir beklentidir bu şehir
için. XIX.yüzyılda birbiriyle kıyasıya çatışan iki ayrı
cemiyeti (partisi) ve bunların beslendikleri iki ayrı
ideolojik damar irdelendiğinde, “yirmibeşbin kişilik mütedein
bir ortodoks toplum” hayali kuranlar da büyük bir yanlışlık
içinde debelenmektedir. Şehrin, “Kydonia/Cydoniae” ve
“Ayvalık/Ayvali” adları ile ve aynı zamanlarda adlandırılması
bile, bu şehirdeki iki ayrı sınıfsal/ideolojik grubun çatışmaları
ile geçen tarihine dair önemli verilerdir.
Bu
bağlamda, atılacak her çalışma adımı, bir arkeolojik alanda,
boya fırçası ile kazı yapma hassasiyetinde olmalıdır. Zira
“bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunarak” atılacak her
adım bu şehirde yeniden, “taş üstünde taş bırakmayacak bir
yıkım yaratacaktır” kanaatindeyim.
Ve
şu an için son kabul, bu kentte yüzü aşan örgüt bulunmaktadır.
Ben tümünün eş saygın olduğunu kabul ediyor ve diyorum ki: yeni
bir örgüt kurmak bu kente dair yapılabilecek en büyük “hatadır”.
Yeni bir örgüt kurmak yerine, “örgütleri örgütleyen”
yeni bir çabanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda;
Ayvalık çabalarını bir “ağ örgütlenmesi” biçiminde
ele alınması, “kaprissiz” ve “rekabetsiz”, tümünü “eş
saygın kabul eden” demokratik bir “ağı oluşturmak” bu
toplantıyla başlayacak çabaların önemli bir çıktısı
olmalıdır.
Bu
bir yanıyla, örgüt enerjilerinin ve kaynaklarının doğru
kullanılmasını sağlarken öte yanıyla da, “söylecek sözü
eyleyecek işi” olan kişiler için ciddi ve önemli bir
kamuoyunu inşa edecektir.
SON
SÖZ
Ben geçen pazar günü, TMMOB Mimarlar Odası'nca gerçekleştirilen ve Sayın TOKYAY'ın değerli katkılarıyla sunulan etkinlikten bu yana ve her ortamda söylediğim cümleyi, bu değerli hazerunun da varlığından güç alıp yineliyorum: BURADA KİMSE VAR!6
1 Sınıflar arası dengesizlikleri korumaya yönelik olarak ekonomik işlevler yüklenen, doğal ve kültürel zenginliklerinin para kazanmak amacıyla yeniden şekillendirildiği şehir.
2 Bu toplantı katılımcılarının çoklukla mimar olmasından kaynaklı “maruzatımı” anlatabilmek için, bizim alanı tercih etmiş olmam, okuru incitmesin lütfen.
3 Umarım okur, sataşmalarımdan kaynaklı öfkesini artık dindirmiştir bana karşı...
4 Halk arasında; Türklerin yedi oğlaklar, Arapların yedi kandilli Süreyya ve Yunanlıların ise Pleiades adını verdikleri, boğa burcu öbeğinde bulunan, şeytan uçurtması biçimindeki ve bakıldığında gökyüzünde bulunması en kolay olan takım yıldız.
5 Dört gün önceydi... Her akşam üzeri olduğu gibi kahvede, kahvelerimizi içerken Ayvalık konuşuyorduk. Konuşmanın bir aşamasında yanımızda oturan Suat Bey, telefonuyla facebook arkadaşları ile yazışmayı bıraktı ve bize bakarak, “burası Şeytan Kültür Merkezi” dedi... O güzel ve tam da yerindeki espiri üzerine gülüştük. Eve geldim ve dört gündür o sahne hafızamda dönüp duruyor. Suat Bey bize burada oturun ben de koruk suyu satayım teklifinde bulunmamıştı. Tam da tersi olarak, ben de bu konuştuklarınızın parçasıyım ve ben de varım demişti.
6 Burada kimse var! 1999 Ağustos depremi ardından, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nce çıkarttığımız ve yaşanan acılara karşın, deprem sonrasında örgütlenen toplumcu dayanışmadan kaynaklı bizde oluşan güveni ifade etmek için seçtiğimiz gazetenin adı idi. Ve ben hala ve her şeye rağmen o güven duygumu söndürmeden taşıyorum.
2 Bu toplantı katılımcılarının çoklukla mimar olmasından kaynaklı “maruzatımı” anlatabilmek için, bizim alanı tercih etmiş olmam, okuru incitmesin lütfen.
3 Umarım okur, sataşmalarımdan kaynaklı öfkesini artık dindirmiştir bana karşı...
4 Halk arasında; Türklerin yedi oğlaklar, Arapların yedi kandilli Süreyya ve Yunanlıların ise Pleiades adını verdikleri, boğa burcu öbeğinde bulunan, şeytan uçurtması biçimindeki ve bakıldığında gökyüzünde bulunması en kolay olan takım yıldız.
5 Dört gün önceydi... Her akşam üzeri olduğu gibi kahvede, kahvelerimizi içerken Ayvalık konuşuyorduk. Konuşmanın bir aşamasında yanımızda oturan Suat Bey, telefonuyla facebook arkadaşları ile yazışmayı bıraktı ve bize bakarak, “burası Şeytan Kültür Merkezi” dedi... O güzel ve tam da yerindeki espiri üzerine gülüştük. Eve geldim ve dört gündür o sahne hafızamda dönüp duruyor. Suat Bey bize burada oturun ben de koruk suyu satayım teklifinde bulunmamıştı. Tam da tersi olarak, ben de bu konuştuklarınızın parçasıyım ve ben de varım demişti.
6 Burada kimse var! 1999 Ağustos depremi ardından, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nce çıkarttığımız ve yaşanan acılara karşın, deprem sonrasında örgütlenen toplumcu dayanışmadan kaynaklı bizde oluşan güveni ifade etmek için seçtiğimiz gazetenin adı idi. Ve ben hala ve her şeye rağmen o güven duygumu söndürmeden taşıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder