16 Temmuz 2013 Salı

İŞTE, MENDERES'in DOĞDUĞU YERİ GÖRDÜM...

Ülkemden tam umudu kestiğim günlerde, geçen hafta cuma günü, Dinar Suçıkan Parkı'nda, yaklaşık iki saat boyunca yaptığımız bir sohbet öylesine coşkulandırdı ki beni yeniden, bilemezsiniz.

Aslında, son 15 gün, ülkenin bir çok yerinde: Dinar'da, Devrek'te, Kastamonu'da, Söke'de, Selçuk'ta daha önce varlıklarını bile hayal etmediğim kişilerle tanışmam, onlarla konuşup, yaptıklarını dinlemem, başlı başına bir heyecan iklimine soktu beni.

Dinar'a vardığımızda saat 12 sularıydı ve Pericik beni Suçıkan Parkı girişinde bırakıp şantiyedeki toplantısına gittiğinde: sadece yapay bir şelale ve altında ördekler yüzen havuz yanında geçecek bir iki saatime eşlik edecek gazeteleri almadığım için, kızgındım kendime. Ta ki; park kapısından adım atar atmaz karşımda duran "DİNAR BELEDİYESİ ETNOGRAFYA ve SOSYAL YAŞAM MÜZESİ" tabelasını gördüğüm ana kadar.


Ben gittiğim her kentte; yerel gazete var mı diye araştırır, sonra yerel bir kent kitabı yazılmış mı diye kitapçıları gezerim ilk önce. Ve daha sonra etnografya müzesi (ya da en azından bir fotoğraf sergisi) peşinde koşarım. Bunlardan hiç birisi yoksa zaten, ne o kent kenttir, kentlisi ise sadece sakinidir o coğrafyanın. İşte Dinar (bu arada Dinarlılar, i harfini yumuşatıp uzatırlar: Di'ğ'nar diye seslendiriyorlar) ve Dinarlı, hem kent ve hem de o kentli olmayı hakediyorlar.

Müze binası betonarme bir otel yapısı. Belediye tarafından 5 katlı bir kent belgeliği haline dönüştürülmüş. Dış cephesindeki falez kaplama binayı görsel olarak çok "ağırlaştırsa da", içindeki koleksiyon ve akşam üzeri Mehmet Bey'den öğrendiğimiz oluşum öyküsü bu kötü yanını unutturuyor.

Mütevazı bir müze kitapçığı bastırılmış. Şüphesiz böylesi bir döküman üretmeyi düşünmek ve ona emek harcamak son derece övgüye değer olsa da, yeterli bir döküman değil. Koleksiyon bağışçıları tanıtılabilse ve pavyonlar özelinde hazırlansa çok daha doyurucu olabilir.

 
Yarım daire binanın giriş ve 1. katında geniş salonda sergileme yapılıyor, yukarıya çıkıldığında otel odalarının her biri bir pavyon biçiminde sergi malzemeleri ile donatılmış. Bir tematik ilişki bulmak zor. Ama odalara girip çıkarken, sergi kurgusu da aramıyor ziyaretçi zaten. Çoğu koleksiyon cam vitrin içinde sergileniyor ve her bir koleksiyon parçasının yanında da onu bağışlayan Dinarlı'nın adı var.




Dinar Bandosu çok önemli bir kentsel gelenek Dinar için. Bando ilk olarak 1934 yılında kurulmuş ve kapana açıla 1999'a kadar konserler vermiş Dinar'da. 2010 yılında yeniden faaliyete geçen bando, kentlinin belleğindeki o günleri yaşatmaya başlamış. Bando kent içi ve çevre kentlerdeki festivaller dışında, her cuma ve pazartesi günleri kentin sokaklarında "bando yürüyüşü" yaparak, bayrak töreni yapılan meydana gidiyormuş. Bir de 2013 yılında, Belediye tarafından Dinar Bandosu için mükemmel bir dvd formatında belgesel hazırlanmış.



Müzede yaklaşık 3.000 parça koleksiyon olduğu söyleniyor. Parçaların bulunması, taşınması, temizlenmesi ve onarılması Mehmet Bey'in ve eşinin kendi olanakları ile oluyor. Bugün için "gelin ben de şöyle bir parça var" diyen çıkmamış. Örneğin bir gün Mehmet Bey, çocukluğundaki "hallaç teli sesini" anımsamış ve düşmüş yollara. En sonunda sora sora, civar köylerden birisinde yaşayan eski bir hallaçın evini bulmuş. Hallacı ve takım parçalarını alıp onun sözleri ile yazarsak: "88 model arabasına atıp" Dinar'a getirmiş. Alınan her parça koleksiyon envanterine işleniyor ve bağışlayanlara bir teşekkür belgesi veriliyor.







Müze girişinde, Dinarlı yoksul kadınlar tarafından el emeği ile yapılan ve Ceren adı verilen bez bebekler satılıyor. Ceren, bu üretime ilk kez başlayan hanımın kızının adı ve Mehmet Bey ile sohbetimizde, bu el emeği çabanın, bir oyuncak firması tarafından, "marka koruması" amacıyla nasıl mahkemeye verildiğini de öğrendik. Ceren bebeği, resmini çekemeden Nupel bebeğe hediye ettiğimiz için fotoğrafını burada veremiyorum. Ama giderseniz mutlaka 5.- TL verin ve bir tane satın alın.

KİM DER Kİ; MEANDROS BURADAN DOĞAR?
İçinden geçtiği 584 km boyunca Ege'ye bereket veren Büyük Menderes Irmağı (Meandros) Dinar Suçıkan'dan doğar. Şehrin yüksek kotunda bulunan Eldere (Pınarbaşı) Gölü çöküntülerinden sızan sular uzun yoluna buradan başlar. Eldere'nin antik çağdaki adı AULOKRENE imiş ve gölde sazlar yetişirmiş. Ve AULOS denilen flüt bu gölde biten sazlarla yapılırmış.

Pan bir gün AULOKRENE'de dolaşırken, su perisi SYRINKS'i gölde çıplak olarak yıkanırken görmüş ve güzelliği karşısında etkilenerek ona sarılmak istemiş. Pan'ı gören Syrinks kaçmaya başlamış. Kovalama sürmüş ve artık Pan'dan kurtulamayacağını anlayan Syrinks, Aulokrene gölüne yalvarmış. Göl dayanamamış ve güzel su perisini saza döndürerek, onu Pan'dan kurtarmış.

Pan kaybettiği bu güzel kıza çok üzülmüş ve o sazdan değişik uzunluklarda parçalar keserek, balmumu ile yapıştırıp bir müzik aleti yapmış: pan flüt. Ve onu üflemek için her dudağına götürdüğünde, Syrinks ile öpüştüğünü hayal etmiş.




TARİHİN İLK MÜZİK YARIŞMASI ve MİDAS'ın EŞEK KULAKLARI
Yıllarca Midas'ın eşek kulakları efsanesini, ilkokul günlerinde okuduğum bir yazı nedeniyle Polatlı Gordion'da, Midas'ın kulaklarını gören berberin daha fazla bu sırrı saklayamaması, bir kuyuya giderek içine bağırması ve buradan biten sazlarla yapılmış bir flütün "kralın eşek kulakları var" diye melodi vermesi haliyle bilirdim. Ki bu bilgimi de 50 yaşımda düzeltmek zorunda bıraktı beni Dinar.

Öykünün yeni öğrendiğim hali şöyle: Aulokrene gölündeki sazlarla kendisine bir flüt yapan MARSYAS öylesine ünlenmiş ki bu müzik işinde, lir çalan Apollon'un dikkatini çekmiş. Ve bir gün Apollon gelip Marsyas ile yarışmayı teklif etmiş.

Marsyas bunu kabul eder ve Suçıkan mağraları önündeki düzlükte Apameia Kralı Midas ve 9 su perisinin (Muse'ler) hakemliğinde yarışma başlar. Marsyas o kadar mükemmel çalar ki flüdünü, jüri üyeleri onu birinci seçer. Apollon kızar ve bu kez enstürmanları tersten çalmayı teklif eder. Apollon lirini tersten de gayet güzel çalar ama zavallı Marsyas flütünü tersten üflediğinde ses veremez.

Su perileri Apollon'u birinci seçer ama yaptığı hileye kızan Kral Midas birinciliği Marsyas'a verir. O an Apollon çileden çıkar ve önce belindeki hançeri ile Marsyas'ın derisini yüzerek, bir balon gibi şişirip Suçıkan mağarasının girişine asar, Midas'a da ses duymadığı halde Marsyas'a oy verdiği için "kulaklarının eşek kulağı kadar büyük olsun" diyerek cezasını verip gider. Bundan sonrası eski efsanedeki berber kısmı...

Belediye bu hoş efsane üzerine 2010 yılından bugüne kadar her yıl "Dinar Marsyas Kültür Sanat ve Müzik Festivali" düzenliyor Suçıkan Parkı merkezli olarak Dinar'da.

VE SIRA GELDİ MEHMET ÖZALP'e...
Müzedeki gezimi tamamlayıp Ceren bebeği aldıktan sonra görevli hanıma üçüncü kattaki Dinar kitapları sergisinde gördüğüm kitapları nereden satın alabileceğimi sorduğumda görevli, bunun çok zor olduğunu ancak park girişindeki tezgahlardan birisinin bir sahaf olduğunu ve ona sormamı söyledi.

Ben de o sahafa gittim ve durumu anlattım. Önce çok yardımcı olmayan satıcı, burada biraz daha duracak isem şehirdeki dükkanından bir iki kitap getirebileceğini söyledi. Ben de iki saat kadar buradayım dedim ve tesise geçerek, Marsyas'ın öldürüldüğü düzlüğe bakarak çayımı içmeye başladım. Bir süre sonra satıcı geldi ve bana iki kitap verdi. Bunların işimi görüp görmiyeceğini sordu. Ben de onu masama davet ederek kitapları karıştırmaya ve laflamaya başladık.

Satıcı, aslında mahalle muhtarı olduğunu, Dinar ile ilgili en derin bilginin Mehmet Bey'de bulunduğunu belki buraya gelebileceğini ve gelirse beni tanıştıracağını anlatırken, Mehmet Bey geldi...

Otelin müzeye dönüşmesi, 20 yıldır inşaat inşaat dolaşıp temel kazılarında ortaya çıkan tarihi mirası nasıl topladığını, köy köy dolaşıp eski eşyaları nasıl aldığını ve eşiyle temizleyerek müze koleksiyonuna nasıl kattığını, 300 parça tarihi lahit ve kitabeyi yok olmaktan nasıl kurtarıp, bir bağış ile edinilen hemen arkadaki alanda nasıl sergilediklerini, duvar için gerekli parayı nasıl oluşturduğunu, araba ile geçen bir bakanlık görevlisinin nasıl Ankara'ya döner dönmez "yasa dışı arkeopark"taki eserleri istediğini, direnince o "yasa dışı" arkeoparkın nasıl "yasal bir arkeopark"a dönüştüğünü anlattı durdu.

Ben bir yandan bu yetmişlerine gelmiş "iflah olmaz" adamın çaba ve hayallerini dinliyor, bir yandan da ona nasıl destek olabileceğimi düşünüyordum. Aklıma gelen ilk kişi bakanlık'ta çalışan Gürsel oldu aradım ve durumu anlattım. Sonra karayolları tarafından yıkılan duvarın onarımı için Pericik gerekli görüşmeleri yapacağını söyledi.

Bu mükemmel insanı biz hayretle dinlerken, belki de yüzlerce defa babasını dinlemiş olan kızı Nehir'de yanımızda idi ve sanki babasının anlattıklarını ilk kez duyuyormuş gibi hala ilgiyle Mehmet Bey'e katkı veriyordu.Dinar'ı seven bir avukatın, bu ülkenin en bilinmez bölgesinde inanılmaz işler başarmış olmasına her türlü övgü yetersiz kalır.

DÖNÜŞ YOLU
Selçuk ile başlayan, İzmir, Söke, Torbalı, Kastamonu, Devrek, Ankara ve Dinar ile biten ilginç bir 15 günün sonunda İstanbul'a dönerken Pericik'e dedim ki: "kent kültürü alanında da bir Gezi Parkı süreci başlatılması gerekiyor". Dönene kadar geçen 8 saat boyunca konuştuk ve İstanbul'a döner dönmez ORADA BİR KÖY VAR UZAKTA diyerek bu ülkenin adı duyulmamış gerçek kahramanlarını bir ortamda buluşturacak bir projeyi kafamda oluşturmaya başladım.

Dün sevgili dostumuz Canol Ağabey ile telefonda bu düşüncemizi paylaştım. Ondan da beklediğim heyecanı alınca önümüzdeki günlerde tartışmaya açacağım bir projeyi hazırlamaya başladım...

Bakalım :)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder