Ayvalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ayvalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Eylül 2022 Perşembe

KONT Choiseul-Gouffier'in 1809 YILI AYVALIK GÖZLEMLERİ

Satırlarında Ayvalık ve yakın çevresini anlatan, XVII - XIX. yüzyıllar arasında yazılmış seyahatnameleri okumaya ve paylaşmaya devam ediyorum. 

Bugün tanıtacağım "seyahatname", kont Choiseul-Gouffier tarafından yazılan ve 1809 yılında yayımlanan Voyage pittoresque de la Grèce'in ikinci cildinin satırlarındaki Ayvalık olacak. 

Gouffier bu eserinde, 1785-1792 yılları arasında; mimar, arkeolog, ressam, çizer, gökbilimci, gravürcü ve daha birçok bilim insanından oluşan büyük bir heyet ile birlikte gerçekleştirdiği, batı Anadolu ve Ege adaları gezilerindeki izlenimlerini anlatır.


Fransız asıllı asilzade gezgin ve diplomat Marie-Gabriel-Florent-Auguste kont Choiseul-Gouffier (1752-1817) Paris'te doğdu ve Le Voyage du jeune Anacharsis en Grèce adlı ünlü tarihî eserin yazarı ve Antik Yunanistan araştırmacısı profesör Abbé Jean-Jacques Barthélemy yanında öğrenim gördü.

Antik çağ, Yunan araştırmalarının geldiği seviyeden etkilendi ve araştırmalarına başladı. 1776 yılında, 24 yaşında iken Yunan uygarlığının yarattığı eserleri incelemek üzere on iki ay sürecek ilk yolculuğuna çıktı. Bu seyahati sonunda 1782'de Voyage pittoresque de la Grèce adlı eserinin ilk cildi yayımlandı. Eser, üç yüzden fazla çarpıcı gravürle desteklenen, yenilikçi bir yayıncılık dili ile olunca, çok büyük ilgi topladı. Ve Avrupa toplumundaki "Yunan imajı" üzerinde son derece samimi etkiler yarattı. Choiseul-Gouffier 1784 yılında Fransız Akademisi üyeliğine seçildi ve 1785 yılı temmuz ayında, XVI. Louis tarafından İstanbul'a Fransa elçisi olarak atandı. 1785-1792 yılları arasında hem Babıali ile Fransa arasındaki diplomatik ilişkileri sürdürürken, diğer yandan da kendisine eşlik eden; mimar, arkeolog, ressam, çizer, gökbilimci, gravürcü ve daha birçok disiplinden bilim insanı ile birlikte Anadolu ve Ege adaları seyahatleri gerçekleştirdi.

Choiseul-Gouffier kralcı olduğu için Fransız Devrimi sonrasında devrim mahkemesi tarafından yargılandı ve Rusya'ya sığındı. Burada, II. Katerina'nın maiyetinde olan Güzel Sanatlar ve İmparatorluk Kütüphaneleri Akademisi müdürü olarak, 1802 yılına kadar görev yaptı. Ardından Restorasyon Dönemi sırasında Fransa'ya döndü ve Yurttaşlar Meclisi üyesi oldu. 

1809 yılında Voyage pittoresque de la Grèce ikinci cildini yayımladı. 1817 yılında üçüncü cildin hazırlıklarına başladı ancak tamamlayamadan öldü. Özellikle Truva yöresi ile ilgili topoğrafya, tarihî anıtlar, buluntular, yazıtlar ve sikkelere ayrılmış olan üçüncü cilt, tamamen Barbié du Bocage ve Letronne'un editörlüğünde 1822 yılında yayımlandı (Vingopoulou,20xx).

Burada yazarın, Voyage pittoresque de la Grèce adlı eserinin ikinci cildinde yer alan ve XVIII. yüzyılın son yıllarındaki Ayvalık'ı tanıtan, satırların çevirisini sunacağım. Eserin tam kopyasına, Bibliothèque nationale de France sayısal kütüphanesi üzerinden erişilebilmektedir. Ayvalık, bu eserin 73-74.sayfalarında: "Agiasma-Keui", "Mégalo-Mosco-Nisi", "Héctonnesi", "Poro-Sélène" ve "Kidonia" adlı yerleşmelerin tanıtıldığı XIII. bölümde yer almaktadır. 

"
s.69
LEVHA VIII. 
Edremit  Körfezi ve Midilli adasının haritası.
...
Uygun bir rüzgarla ilerlemeye devam ederek, doğal bir dalgakıran oluşturan bir kum şeridinin önünden geçtim: gemilerin demirlediği bu küçük koyda, verimli topraklardan toplanan ve antik Attéa'nın sakinleri, Agiasma-Keui'ye getirdikleri yağları yüklemek için [bu iskeleye] gelirler. Kısa süre sonra Hecatonnes'in ortalarına geldik ve bu adaların en büyüğünün üzerine kurulmuş olan şehrin karşısına demirledik. Büyük Mosco [1] adası şimdi Megalo-Mosco-Nisi olarak adlandırılıyor. Eskiler ona Pordo-Selene veya Poro-Selene derlerdi; aynı adı taşıyan küçük bir kasabayı [da] içeriyordu; muhtemelen [burası] Herodot'un Hecatonnesi olarak belirttiği Eolis kentidir. Ptolémée de Asya kıyılarına, bu isimde bir şehir işaretlemiştir: çok küçük bir hata ile, [onun gösterdiği yere] çok yakındır. Ayrıca, adanın o zamanlar kıtanın bir parçası olması ve [bugün] iki sahil arasında küçük bir su geçiti bırakan bu nokta, [o günlerde] henüz ayrılmamış olması da mümkündür.

Poro-Selene şehrine ait birkaç sikke, oldukça yakın zamanlarda keşfedildi. Bunlardan bir tanesi M. Cousinery tarafından toplanan değerli koleksiyonun bir parçasıdır. Strabon'a [2] göre bu adanın yakınında, bir şehrin kalıntılarının ve bir Apollon tapınağının görüldüğü daha da büyük bir ada daha vardı: bugün [bu ada], Ghiaour-Keui yakınlarında biriken alüvyon ile Asya kıyılarına bağlanıyor. Héctonnesi'nin sayısı otuz ikidir. [Acaba] eskiler, onları bu şekilde adlandırırken, sayıları belirsiz [anlamında] bir ifadeyle, Yüz Adalar mı demek istediler? Yoksa, Apollon kültünün özelliklerini her yere taşıyan Strabon veya Etienne de Bysance, yaygın bir ata adı olan εκατος [yüz], εκατηβολος [yüzlerce | yüzyıl]'tan mı türettiklerini varsaymalıyız?

Biraz daha kuzeyde ve aynı körfezin kıyısında, şimdi Kidonia olan Heraklea kasabası vardır. Eskilerin bile pek az bildiği ve varlığı çoktan unutulmuş olan bu küçük kasaba, yeni sakinlerinin çalışkanlığı ve Kara-Osman ailesinin korumasıyla birkaç yılda yeniden doğdu. Kidonia, ülke mutluluğu için büyümeye devam ederken, şehrin gelişmekte olan refahı Türk makamlarının [iştahını kabartırsa], iktisadi anlayışları her zaman daha fazla kazanmak için [üreteni] ezmek olanlar, bu koloniyi emekleme döneminde boğmakta başarısız olmayacaktır. Ülkelerinde eziyet çeken, Attika ve Mora'dan kaçmak zorunda kalan ve Asya kıyılarında, çılgınları bile şaşırtan bu Yunanlıların cesur faaliyetlerine hayran oluyoruz; birazcık huzur ve özgürlüğün ilk etkileri, onlarda bilginin çekiciliğini uyandırdığını ve "yanlış bir şekilde, insanların uzun süredir kaybolduğunu sandığı" öğrenme hırsını keşfettiğimizde, uyanan daha da canlı olacaktır. ünlü Helenlerin torunları; Eolis'in bu kıyısında, gençlerin Homer ve Thucydides'i okumayı öğreten bir okulun ve Paris'ten ışıklarını yaymak için buraya gelen bir matematik ve fizik profesörünün olduğunu bilecek. ...

[1] Muhtemelen bu modern isim; büyük çoğunluğu Yunanca Mosk-Octapoda olarak adlandırılan çok sayıda kokuları miski andıran yumuşakçanın (?? polypes) avlanması nedeniyle bu adalara verildi. Bu kıyılarda yakalanan muazzam balık bolluğuna rağmen, bu polipler yenir; tuzlanır, kurutulur ve kalamar gibi büyük miktarda ihraç edilir.
(anlamı ortaya çıksa da ben bu çeviriden "hiç "memnun değilim o nedenle, bir kez de Fransızca olarak yazıyorum: Ce nom moderne a été probablement donné à ces îles, à cause de la grande quantité de polypes qu'on y pêche, et dont le plus grand nombre est de l'espèce appelée en grec Mosk-Octapoda, polypes musqués, parce que leur odeur n'est pas sans quelque rapport avec le musc. Malgré la prodigieuse abondance de poissons que l'on pêche sur ces rivages, on mange ces polypes; on les sale, on les sèche, ainsi que les calmars, et on en exporte une grande quantité.)

[2] Strab. Lib. XIII, p.619." (Choiseul-Gouffie,1908:73-74)

(çeviri: H.K.Köksal)

LEVHA VIII. Edremit körfesi ve Midilli adası
(Voyage pittoresque de la Grèce c.2 67-68. sayfalar arası)



---
KAYNAKÇA

Choiseul-Gouffier (1908).
Voyage pittoresque de la Grèce c.2, J.J. Blaise, Paris.

Vingopoulou, Ioli (20xx).
Marie-Gabriel-Florent-Auguste kont Choiseul-Gouffier (1752-1817)
Aikaterini Laskaridis Vakfı TRAVELOGUES.
https://tr.travelogues.gr/collection.php?view=119
erişim tarihi: 15 Eylül 2022.

12 Eylül 2022 Pazartesi

DİREKTÖR ÂLİ BEY'in "SEYAHAT JURNALİ" SATIRLARINDAKİ AYVALIK KASABASI (1885)

Direktör Âli Bey; 1885-1888 yılları arasında Düyûn-ı Umûmiyye’de Vâridât-ı Muhâsebe müfettiş-i umumî görevinde bulunurken, yaptığı seyahatler sırasında gördüklerini, çoğunluğu "mizahi" bir dille "seyahat yazıları" halinde  kaleme almış bir Osmanlı edebiyatçısıdır.

Daha sonra, 1896 yılında bu yazılarını "Seyahat Jurnali: İstanbuldan Bağdad ve Hindistana" adıyla İstanbul Rauf Bey Kütüphanesi'nde yayımlamıştır.

Âli Bey; bugün ilk "modern Türkçe seyahat kitabı" olarak değerlendirilen bu eserin giriş bölümünde şöyle yazar: "Bu jurnalin içeriği sadece gözlemlerden oluşmaktadır. Bir meziyeti varsa o da Irak gibi uzak memleketlerin ve özellikle Hindistan şehirlerinden bazılarının buralarca bilinmeyen durumlarına ve âdetlerine dair genel bir fikir vermesinden ibarettir" (Âli Bey,2019:3).

Ayvalık bu Jurnal'e sadece bir kaç satır olarak girmiştir. Ve anlaşılan odur ki Direktör Âli Bey; "Ayvalık'ı beğenmemiş" sadece "ahalisinin tamamının ticaretle uğraşan, refah ve saadet içinde yaşayan adamlar" olmasından "büyük bir memnuniyet" duymuştur (Âli Bey,2019:6).

Basımı 1896 yılında Rauf Bey Kütüphanesi
tarafından yapılan "Seyâhat jurnali" kitabı.
(kaynak: H.K.Köksal)
Eserin ilk baskısının transkribini yapamadım. Bu nedenle sn. Mefharet Kandemir'in çevirisi ile, Türkiye İş Bankası Yayınları'ndan (İstanbul, 2019) çıkan "Günümüz Türkçesiyle Âli Bey Seyahat Jurnali" adlı kitaptaki kısa bölümü aşağıda sunuyorum.

"AYVALIK
Kiraladığım küçük bir vapurla bir aralık  Ayvalık kasabasına gittim. Ayvalık karşısında ve Edremit Körfezi'nde Cunda Adası'nın teşkil ettiği boğazın sonunda bulunan bir kaymakamlık merkezidir,

Kasabanın anlatmaya değer bir şeyini göremedim. Fakat ahalisinin tamamının ticaretle uğraşan, refah ve saadet içinde yaşayan adamlar olduğunu büyük bir memnuniyetle gördüm. O gece orada kalıp ertesi gün gayet fena bir havada yine o küçük vapura binip bata çıka Midilli'ye döndüm(Âli Bey,2019:6).

Kitap ayrıca; 2015 yılında Kudret Savaş'ın editörlüğünde Kitap Dünyası Yayınları tarafından, 2022 yılında Kapı Yayınları tarafından ve yine aynı yıl Cihan Kılıç'ın desenleriyle Büyük Ayı Yayınları tarafından da basıldı.












-------------
DİPNOTLAR
[1] 1846 yılında İstanbul'da doğan Âli Bey; Şam, Halep ve Urfa sancağında kapı kethüdâlığı yapan Yûsuf Cemil Efendi'nin oğludur. Arapça, Farsça ve Fransızca’sını geliştirip erken yaşlarda Fransızca konuşup yazabilecek duruma geldiğinden Rüşdiyeyi bitirince, Mektûbî-i Sadr-ı Âlî Odası’nda mülâzım olmuştur. Edebiyatla ilgilenmiş, önceleri Molière'in değişik oyunlarını tercüme etmiştir. 1870'den Teodor Kasap’ın sahibi olduğu Diyojen gazetesinde mizah yazıları yazmaya başlamıştır. 

Aralık 1884’te,  Diyarbekir'de Düyûn-ı Umûmiyye’de Vâridât-ı Muhâsebe müfettiş-i umumîsi görevine başlamış, Ocak 1885’te de bulunduğu yerde ikamet ederek Bağdat Vilâyeti Devâir-i Islâhât memuriyetini de yürütmüştür. 1887'de Trabzon valiliği görevinde iken yazdığı, Hazret-i Yûsuf adlı oyunu, Maarif Nezâreti Teftiş ve Muayene Heyeti’nce tenkit edilince, 12 Aralık 1888'de görevden alınmıştır. 17 Eylül 1892’de ise Düyûn-ı Umûmiyye’de tekrar göreve başlamıştır. “Direktör” lakabıyla anılması bu son görevi dolayısıyladır. 1899 yılında ölmüştür (Kahraman,2020). 

----------------
KAYNAKÇA
Âli Bey (1896).
Seyâhat jurnali : İstanbuldan Bağdad ve Hindistana, Rauf Bey Kütüphanesi, İstanbul.

Âli Bey (2015).
Seyahat jurnali (ed.) Kudret Savaş, Kitap Dünyası Yayınları, İstanbul.

Âli Bey (2019).
Seyahat jurnali (çev.) Mefharet Kandemir, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.

Âli Bey (2022).
Seyahat jurnali, Kapı Yayınları, İstanbul.

Âli Bey (2022).
Seyahat jurnali (res.) Cihan Kılıç, Büyük Ayı Yayınları, İstanbul.

Kahraman, Alim (2020).
Âli Bey, Direktör (1846-1899) : Tiyatro oyunları ve mizah yazarı, TDV İslâm Ansiklopedisi, (gözden geçirilmiş 2. basım) EK-1.cilt, 77-78.

11 Eylül 2022 Pazar

Vital Cuinet'in Ayvalık Kazası Üzerine Tespitleri (1894 yılı itibariyle)

Vital Cuinet veya doğum adıyla Vital-Casimir Cuinet [1], müthiş seviyelere yükselmiş olan Osmanlı dış borçlarının tasfiyesi için, II. Abdülhamid döneminde kurulan Düyûn-ı Umûmiye'nin [2] 1880-1893 yılları arasındaki genel sekreteridir. Bu görevi sırasında; sürekli borcu borçla çeviren Osmanlı maliyesinin para bulmasını kolaylaştırmak için, tüm Osmanlı coğrafyasındaki yerleşmeleri içeren çok sayıda istatistiki veriler hazırladı. Çalışmaları, kendisinin cümleleri ile yazarsak: "neredeyse on iki yıllık inatçı ve titiz bir uğraş gerektirecek kadar zor bir araştırma" idi (Cuinet,1890:vii). 

Cuinet araştırmalarını, 1892-1895 yılları arasında dört ciltlik La Turquie d'Asie, géographie administrative: statistique, descriptive et raisonnée de chaque province de l'Asie mineure adlı eserinde yayımladı. Suriye, Lübnan ve Filistin'i alan serinin beşinci cildi ise ölümünden sonra yayımlandı.

Bu ciltler ve içerikleri şöyleydi:
1. cilt (1892): Trabzon (Trabzon, Samsun, Lazistan, Gümüşhane); Erzurum (Erzurum, Erzincan, Bayezid); Ankara (Ankara, Yozgat, Kayseri, Kırşehir); Adalar (Rodos, Kos, Midilli, Limni, Samos, Taşoz); Girit (Hanya, Kandiye, Resmo); Sivas (Sivas, Tokat, Amasya, Şarkikarahisar); Konya (Konya, Niğde, Burdur, Hamidabad, Teke).

2. cilt (1894):  Adana (Adana, İçel, Kozan, Cebel-i Bereket); Halep (Halep, Maraş, Urfa); Mamüret-ül Aziz (Harput, Malatya, Dersim); Diyarbekir (Diyarbekir, Ergani, Mardin); Bitlis (Bitlis, Muş, Siirt, Genç); Van (Van, Hakkari); Musul (Musul, Şehr-i Zor, Süleymaniye).

3. cilt (1894): Bağdat (Bağdat, Hille, Kerbela); Basra (Basra, Amara, Müntefik, Necid); İzmir (İzmir, Saruhan, Aydın, Denizli, Menteşe); Biga Mütasarrıflığı.

4. cilt (1895):  Hüdavendigar (Bursa, Ertuğrul, Kütahya, Karahisar, Karesi); İzmit Mütasarrıflığı; Kastamonu (Kastamonu, Bolu, Çankırı, Sinop); İstanbul-Asya Bölümü (VIII. Daire-Kanlıca,IX. Daire-Üsküdar, X. Daire-Kadıköy, Adalar).

5. cilt (1896-1901): Suriye; Lübnan; Filistin. 

Eserin bugüne kadar tam çevirisi yapılmadı. İzmir (Köker,2009) ve İzmit (Koç,2012) üzerine çıkan iki kitap dışında; Antakya (Akdoğan,2020), Balıkesir (Atam,2020), Çankırı (Toruk,2009), Erzincan (Çakmak,2020), Kdz. Ereğli (Duran,2018) ve Malatya (Töreli,2020) üzerine makaleler yayımlandı. Ayrıca birçok monografik makalede, Cuinet'in verilerinden yararlanıldı. 

Kocadağlı (2011) ve Atam (2020), yazdıkları makalelerde, makale kurguları içine Ayvalık'a ait verileri eklemiş olsalar da, eserin 4. cilt 268-271 sayfaları arasında yer alan Ayvalık kazasına ait bilgiler, bugüne kadar  tümüyle çevrilerek araştırmacıların hizmetine sunulmadı. 

Ben bu blogda; sayısal kopyasına Bibliothèque nationale de France' üzerinden eriştiğim, Vital Cuinet'in, La Turquie d'Asie, géographie administrative: statistique, descriptive et raisonnée de chaque province de l'Asie mineure adlı eserinin dördüncü cildinde bulunan Ayvalık tespitlerinin çevirisini sunuyorum.

Dostluk ve Saygılarımla,

Asya'daki Türkiye, idari coğrafyası: 
Küçük Asya'nın her iline [ait] 
istatistiksel, tanımlayıcı ve açıklayıcı [bilgiler]
C.IV
Vital Cuinet
1894

AYVALIK KAZASI
Yönlenme; sınırlar. — Ayvalık kazası, Karasi sancağının ve Bursa vilayetinin güneybatı noktasında yer alır. Sınırları: kuzeyde Edremit Körfezi; doğuda Kemer kazası ile; güneyde İzmir vilayeti ve batısında [ise] Midilli boğazı bulunur.

İdari bölümlenme. - Kazanın nahiyesi yoktur ve Ayvalık şehrinin yanı sıra, Küçük (le petit) adında sadece bir köyü bulunur.

Kazanın nüfusu. - Nüfusu 23.192 kişi olup, Ayvalık kasabası ile Küçükköy arasında aşağıdaki şekilde dağılır:


Merkez kasaba.- AYVALIK şehri (Türkçe, ayvalar diyarı) Yunanca'da [da] aynı anlama gelen “Kydonia” adından gelmektedir. Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi, neredeyse tamamı Rum Ortodoks olan 20.974 [dizgi hatası: 20.774 kişilik] nüfusa sahiptir ve tek başına merkezi olduğu tüm kazayı temsil etmektedir. 24°23' boylam ve 39°22' enlemde, Edremit Körfezi'nin girişinde ve Midilli boğazında olmasından [dolayı] ticari bir liman için seçilebilecek en iyi yerlerden biridir.

Burada çok fazla olaylar oldu. Yunan Bağımsızlık Savaşı (1826) [3] sırasında tepeden tırnağa harap olan Ayvalık'a, 1882'de boğazın genişletilmesinden itibaren liman, ağır tonajlı gemilerin erişimine [de] açıldı [ve] her geçen gün büyüyerek eski refahına tamamen kavuştu.

Ayvalık, kaymakamın, vali yardımcısının ve kaza yönetim kurulunun oturduğu yerdir. Buradaki meclis; 3 Türk memur, 3 Rum eşraf ve [1] büyükşehir temsilcisi olmak üzere 7 üyeden oluşur, naib'in başkanlık ettiği ve tümü Rum Ortodoks ve Müslüman bir katip [toplam] 7 üyeden oluşan bir bidayet mahkemesi; bir tek sekreteri Müslüman olan bir belediyesi; Ticaret ve Ziraat Odası; şehir ile Midilli adası arasındaki 13 deniz mili uzunluğunda iç hizmet veren direkli (Türkçe dilinde) ve bir denizaltı kablosu ile hizmet veren  (Türkçe ve Avrupa dilleriyle) telgraf idaresi; Ziraat Bankası, kamu borç ve tütün kontrol kurumları, gümrük dairesi, liman idaresi ve karantina servisi; Bu topluluğun despotunun (piskoposunun) bir temsilcisinin yüksek başkanlığında, münhasıran Rum Ortodoks eşrafından oluşan bir [şehir] yönetim kurulu, okul ve diğer komisyonlar, vb.

Ayvalık aynı zamanda bir yaver-binbaşı, bir yüzbaşı ve bir teğmen tarafından yönetilen nizami (aktif ordu) bir müfreze karargahıdır. Kamu düzeninin ve polisin hizmeti, bir teğmenin emri altındaki bir "zaptiye" grubu ve iki memurun (polis) yardım ettiği bir polis komiseri tarafından yapılır.

Okullar. — Mahallelerde Müslümanların okulu yoktur.

875'i erkek ve 230'u kız olmak üzere 1.105 öğrencinin eğitim aldığı farklı derecelerdeki Yunan okullarının sayısı aşağıdaki gibidir:

OKULLAR                   ÖĞRENCİLER
    1 Atina Üniversitesi tarafından tanınan 
     gymnasyum .........................................   40
    2 lise orta öğrenim ...............................   85
  18 ilkokul ve ilköğretim okulu ............... 750
    1 kız yatılı okulu ...................................   50
    2 kız ilkokulu ....................................... 180
-----------                     --------------
    24                       1,105

Ayvalık şehri 11 bölgeye ayrılmıştır. Bir konağın (hükümet binası) yanı sıra, belediye binası, bir askeri hastane ve üç karakolun (karakol, bir tür küçük kışla) dışında, 1 mescit, 12 kilise ve 6 manastır; 2 otel, 2 gazino, 3 han veya otel, 50 modern kafe ve 10 Türk kahvesi, 45 fırın, 950 çeşitli dükkan, 25 değirmen, 7 un değirmeni, 18 yağ değirmeni, 26 sabun fabrikası, 40 tabakhane ve 4.774 ev.

Ayvalık'ta; İngiltere, Fransa ile İtalya konsolos yardımcısı ve Yunanistan konsolosu bulunmaktadır. Almanya, Avusturya ve Rusya'nın temsilcisi yoktur.

Ana zirai ürünler, üzüm, zeytin ve çam fıstığıdır. Şehrin çevresinde 14 tuğla [ve] 1 cam atölyesi ile Ayvalık ve Küçükköy'deki inşaatlarda kullanılan 9 adet taş ocağı bulunmaktadır.

Ayvalık kazasında hasatı yapılan veya üretilen en önemli yurt içi ve yurt dışı ihracat kalemleri arasında taze zeytin ve zeytinyağı; çok önemli miktarlarda düşük kaliteli sabunlar, tabaklanmış post ve deri, bir miktar kösele; mükemmel şarap ve iyi cins kuru üzüm, sakız özlü veya fıstık ağacı reçineli alkollü içkiler, kiremit ve tuğla, gündelik kullanım için cam işleri, değişik tahıllar ve çeşitli niteliklerde un ile unlu mamüller vb.

Ayvalık limanındaki ticaret hareketinin yıllık değeri 12.420.724 fr. [franc], bunun 9.024.034 fr. İhracat ve 3.398.890 fr. ithalattır.

Aynı limanın deniz hareketi 1/13 Mart 1893'ten 29 Şubat-12 Mart 1894'e kadar şu şekildeydi:

SAYI      TONAJ
Buharlı [vapur]           509            51,350
Tekne 1,923       16,329
  --------------- ---------------
TOPLAM        2,432            67,679

Gümrük vergileri şu şekildeydi:

                           FRANCS
Yurtdışına ihracat .............................          169,129
Türkiye'den ve yurt dışından ihracat          458,597
                           ----------------------
                  TOPLAM                    627,726

Sağlık hizmeti tarafından toplanan ücretler 2.441 fr.

(çeviri: H.K. Köksal)
----
DİPNOTLAR
[1] Vital-Casimir Cuinet 19 Aralık 1833'te Fransa, Longevill'de doğdu ve 6 Eylül 1896'da İstanbul'da öldü.Paris Coğrafya Derneği üyesi ve Legion d'Honor sahibi bir oryantalist ve coğrafyacı idi. Önceleri Fransa’nın İstanbul büyükelçisinin yanında sekreter olarak görev yaptı ardından, 1880-1893 yılları arasında Düyûn-ı Umûmiye genel sekreteri oldu. Görevi sırasında tüm Osmanlı coğrafyasındaki yerleşmelerin istatistiki bilgilerini içeren araştırmalar yaptı. Bu iş için, imparatorluk ofislerinde o güne kadar yayımlanmış tüm istatistikleri bir araya getirdi ve ardından "güvenlikleri nedeniyle adlarını açıklamadığı" çok sayıda yerel bilgi kaynağını kullandı. Sonunda birinci cildi 1892 yılında yayımlanan dört ciltlik "La Turquie d'Asie" adlı eserini yayımladı. Eser, II.Abdülhamid tarafından da çok beğenilince Cuinet bir de "Mecidiye Nişanı" sahibi oldu.

[2] Düyun-u Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa İdaresi. Osmanlı İmparatorluğu, Kırım Savaşı sırasında oluşan savaş maliyetlerini karşılamak için 1854 yılından itibaren başladığı "dış borçlanma" sürecinde oluşan büyük borçlarını ödeyemez hale gelince, 1880 yılında, alacaklı ülkeler borçların tasfiyesi için Düyun-u Umumiye adlı kurumu oluşturdular. 

[3] Olaylar 1821 mayıs ayında oldu. Boşaltılan kazaya geri dönüşler ise 1824'te başladı. Zeytin ağaçlarının Rum sahiplerine iadesi ise 1830'dan itibaren oldu. O nedenle buradaki 1826 bilgisi ya dizgi hatası ya da şüpheli bir bilgidir.

KAYNAKÇA
Akdoğan, Kamil (2020).
Seyahatnamelerdeki Antakya -6- Düyunu umumiye genel sekreteri Vital Cuinet.
https://www.akdogan.gen.tr/kamil-akdogan-yazilar/seyahatnamelerdeki-antakya-6/
erişim tarihi: 10 Eylül 2022

Atam, Şenay (2020).
Vital Cuinet’e Göre XIX. Yüzyıl Sonlarında Balıkesir’in İdari, Demografik ve Sosyo-Ekonomik Yapısı, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 18 (4), 369-392.

Cuinet, Vital (1894).
La Turquie d'Asie, géographie administrative: statistique, descriptive et raisonnée de chaque province de l'Asie mineure, T. quatrième, Ernest Leroux, Paris.

Çakmak, Yalçın (2020).
Şemseddin Sâmî ve Vital Cuinet'in çalışmalarında Erzincan, Munzur Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 9(1), 22-37.

Duran, Sadun (2018).
Seyahatnamelerde Ereğli, Vital Cuinet,
http://www.gazeteregli.com/eregli-haber/gazete-eregli/?id=4561
erişim tarihi: 11 Eylül 2022

Kocadağlı, Aylin Yaman (2011).
Şehir coğrafyası açısından bir inceleme: Ayvalık. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Dergisi, 3(22), 89-131.

Koç, Pelin (ed.) (2012).
İzmit Mutasarrıflığı, Demkar :Yayınları, İstanbul.

Köker, Osman (ed.) (2009).
Bir zamanlar İzmir : Orlando Carlo Calumeno koleksiyonu'ndan kartpostallar ve Vital Cuinet'nin istatistilkeri ve anlatımlarıyla, Bir Zamanlar Yayıncılık, İstanbul.

Toruk, Ferruh (2009).
Fransız gezgin Vital Cuinet'in gözüyle Çankırı, 73(268), 721-738.

Töreli, Türkmen (2020).
Düyun-u umumiye genel sekreteri Vital Cuinet’in 1891’de Malatya sancağı üzerine tespitleri, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 22(2), 763-774.

8 Eylül 2022 Perşembe

MİLLÎ MECMUA'da YAYIMLANMIŞ BİR BAŞKA AYVALIK MAKALESİ: İstanbul’dan Burhaniye’ye ve Ayvalık’a

"Yurt Köşelerinden: Ayvalık’ın Denizden Görünüşü
Millî Mecmua'nın 15 Haziran 1926 tarihli 63. sayısının kapağı.
(kaynak: Milli Kütüphane)
Sarayburnu'ndan başlayıp "[i]ki gece ve bir buçuk gün" süren bir deniz yolculuğu ile Burhaniye'ye varan, burada incelemeler yaparken bir de yerel düğüne tanıklık eden Mehmed Mesih [Akyiğit], "[i]ki saatten fazla süren ... otomobil seyâhatından sonra oldukça güzel binaları çok olan Ayvalık Kazası"na gelir. Bu gezisine dair gözlemlerini de seyahat yazı dizisi halinde Millî Mecmua'nın iki sayısında yayımlar.

Yazı dizisinin ilk bölümü, "Ayvalık'ta Neler Yapılabilir?" adlı makalenin bulunduğu 63. sayının 1019-1021 sayfalarında, ikinci bölümü ise 64. sayının 1036-1037. sayfalarında yayımlanmıştır.

Yazar, ilk adım attığı yer olan Burhaniye sahilini şöyle betimler: "Ferahlık, sâfiyet hissi veren bir sâhil… Birkaç büyük binâ… Gürültü, kalabalıktan uzak bir muhît… Bütün manâsıyla tabîatın benimseyerek yarattığı güzellikler…" (Mehmed Mesih,1926:1019). Ardından sahilden bindiği otomobil ile önce Burhaniye merkezine gelir. Buradan da Dereköy'e doğru devam eder. Yolda gördüğü kuyudan çok etkilenir ve onun teknik yapısını uzun uzadıya okuruna anlatır. Gittiğinde, Dereköy'de bir köy düğünü ile karşılaşır ve o gece köyde kalır. 

 "Öksüz Yurdu talebesinin toplandığı zamanki kıyâfeti"
15 Haziran 1926, sayı:63, sayfa:1020
(kaynak: Milli Kütüphane, tercüme: Yasin Şahin)

Ertesi sabah yazar Ayvalık'a doğru otomobille yola çıkar. Ayvalık'taki dar sokakları vurguladıktan sonra "[y]ekdiğerine benzeyen binâlar(ın)" renklerine takılır: "göze ilk çarpan şey evlerin rengi oluyor: Rumların bıraktığı bir renk… İçimde “mümkün olsa da badana ile bütün bu düşman rengi örtülse!” diyorum" (Şahin,2010:478).

Ardından Ayvalık Özsüzler Yurdu'nu ve Ayvalık Türk Ocağı Binası ile marangozhanesini gezer. Burada gördüklerinden çok etkilenir ve duygularını da şöyle belirtir: "Bu derece intizâm ve cevvâliyet dâhilinde talebe yetiştirdiklerinden dolayı, mektebin gayûr ve nâzik müdürüyle muallimlerini ve bu sûretle vatan yavrularının tâlîm ve terbiyesini te’mîn ettiğinden “Ayvalık Türk Ocağı”nı samîmiyetle tebrîk eder ve kendilerine büyük muvaffâkiyetler temenni ederim" (Şahin,2010:478).
"Ayvalık Türk Ocağı Öksüz Yurdu’nun küşâd merâsimi"
15 Haziran 1926, sayı:63, sayfa:1020
(kaynak: Milli Kütüphane, tercüme: Yasin Şahin)

Millî Mecmûa'nın 15 Haziran 1926 tarihli 63. sayısının 1019-1021 sayfaları arasında yayımlanan "İstanbul’dan Burhaniye’ye ve Ayvalık’a" adlı gezi yazısının birinci bölümü, sn. Yasin Şahin'in çevirisi ile aşağıdadır.

İstanbul’dan Burhaniye’ye ve Ayvalık’a -1
Akşamın hüznü sulara katre katre çöküyordu. Vapurumuz son vedâ’ düdüğünü çaldı. Etrâfımızda dolaşan sandallar yavaş yavaş rıhtıma doğru uzaklaşırken güneşin son huzmeleri kaybolmuş, gündüzün son teselli diye bıraktığı ölgün rengi de solmuştu.

Artık köprünün elektrik lambalarından yüksek binâların pencerelerinden taşan cânlı ziyâlar gecenin mersiyesini heceliyorlardı. Demir alınması için geçen on beş-yirmi dakîkayı müteâkip ayrılıkların ninnisini haykıran bir düdük sesi bulutlara doğru yükseldi, suların bükülen sînesine kadar alçaldı, dalgalandı. Sarayburnu’na doğru ilerlerken Bayezîd Kulesi’nin harîminde yanıp sönen elektrik lambaları İstanbul’dan son bir hâtıra saklar gibiydi.

İki gece ve bir buçuk günlük bir deniz seyâhatinden sonra nihâyet Burhaniye açıklarında demir atan vapurumuzdan ayrıldık. Ferahlık, sâfiyet hissi veren bir sâhil… Birkaç büyük binâ… Gürültü, kalabalıktan uzak bir muhît… Bütün manâsıyla tabîatın benimseyerek yarattığı güzellikler…

Meydânlıktaki tek otomobil güyâ bizi bekliyor, hatta beklemek için gelmiş. Zeytin ağaçlarının, yeşilliklerin arasındaki yoldan geçerken kendimizi bir sinema filmi seyrediyor zannediyorduk. Bazen yalnız tarlalar arasından ilerliyoruz. Saatlerce bu yollarda gidebilsem, saatlerce bu şiir vâdisinin, bu saâdet diyârının incitmeyen gölgesinde hiç yorulmadan hayâtı severek dâimâ yeni bir rûh, yeni bir ideal ile ilerlesem! diyen bir ses kalbimin içinde çırpınıyor. Bazen çayırlarda otlayan davarlar kuyruklarını sallayarak bize mûnis gözleriyle fakat safvetle bakıyorlar. Nihâyet bu yolların nihâyeti geliyor.

Bozuk kaldırımlar üzerinde yavaş yavaş hafîf dalgalı bir denizde ilerleyen sandal gibi dalgalanarak yürüyor, beyaz boyalı, kireç evler arasından geçiyoruz. Karşılıklı kahveler… Yolun iki tarafında büyük çınar ağaçları… İki tarafta dükkânlar… Solda bir câmi, bir meydân… Tekrâr sola dönüyoruz ve nihâyet hükümet dâiresi… Karşısında bir meydân… Burhaniye kazâsının merkezi… Kışla tarzında, beyaz boyalı, badanalı bir binâ hükümet dâiresi olmak üzere tahsîs edilmiş. Mahkeme, jandarma kumandanlığı hep bu binâ içerisinde… Posta ve telgraf merkezi karşıda…

Yine otomobildeyiz. Yine yollar aynı tarzda, aynı âhenkte… Yalnız bir fark var: Daha güzel, daha câzip… Sonra yol kenârında bir kuyu… İlk defa gördüğüm bir şekilde olan bu kuyunun ağzına çok yakın amûdî olmak üzere bir direk dikilmiş, onun üzerine de gâyet uzun bir direk kısmen manivela vazîfesi görüyor, üçte biri geri tarafta… Ucunda kova dolduğu zaman muvâzene te’sîs edilebilecek kadar bir ağırlık var – geçirilmiş. Diğer uçtaki uzun bir zincire bağlanan kova kuyuya sarkıtılıp zincir yavaş yavaş çekilince ikinci direk yere muvâzi bir vaziyet almağa başlıyor. Daha sonra ucu yere temâs edecek kadar mâilleşiyor. Kova artık dolmuştur. Zincirden tutulup hafîf bir kuvvetle – diğer uçtaki ağırlığın yardımıyla – çekiliyor. Ve böylece kolaylıkla su çıkartılabiliyor.

Bu tarzda birçok kuyular yol kenârlarında, yol dönemeçlerinde var. Artık iki köy geçmiştik. Manzara büsbütün güzelleşti. Yolun her iki tarafındaki tarlaları süsleyen zeytin ağaçları kollarını açmış, tevekkül bestesi fısıldıyor. Arada bir uçan renkli zarîf kuşlar… Bu yeşillikler diyârını görseniz hiç ölmek veyahut cennete gitmek istemezsiniz. Karşımıza yüksek tepeler çıkıyor. Onların yamacına doğru uzanan bir köy… Nihâyet beyaz badanalı kısmen kerpiç, kısmen ahşap evler arasından geçiyoruz. Bu köy evvelki tesâdüf ettiğim köylerden daha şirin, daha medenî gözüküyor. Sokakları âdi kaldırımlı, fakat muntazam… İlerde köy kahvesi… Karşı tarafta câmi… Yeşillikler içinde bir husûsiyet yaşayan bir diyâr: Büyük Dereköy.

O gece diğer bir köyden ertesi gün gelip kız alacaklarını, köy düğünü olduğunu öğrendik. [*] Dereköy’ün üçer sınıflı iki mektebi, faâl bir (hey’et-i ihtiyâriye)si var. Bi’l-hâssa nazar-ı dikkatimi celbeden şey bu köy halkının Burhaniye’deki diğer köylere nazaran daha medenî, daha faâl olmaları oldu. Ben onlar gibi yaşayan bir köy halkına tesâdüf edeceğimi hiç de ümit etmemiştim.

Köyün en güzel yeri hemen yirmi dakikalık bir mesâfede bulunan çamlıktır. Çamlığın eteğinde aynı istikâmetle birkaç yerden çıkan sular bazen kayalar, bazen çimenlerin üzerinde hârelenerek mütevekkil şırıltılarla akıyor. Her halde burası sanatoryum yapılacak bir mahal… Çam ağaçlarından süzülüp gelen latîf koku insanın âdetâ ruhunda gizleniyor, hayatın çok tatlı bir şey olduğunu hissettiriyor. Bi’l-hâssa bu çamların arılar için çok kıymetli olduğunu öğreniyoruz. Elde edilen bal çok nefîs olurmuş. Cennet bahçelerinden bir örnek olan bu köyden istemeyerek ayrılıyoruz. Tekrâr Burhaniye’ye ve orada otomobilimizi değiştirerek Ayvalık’a doğru hareket ediyoruz. Geçtiğimiz yollar, Dereköy’e gidene kadar tesâdüf ettiğimiz yolları âdeta unutturuyor. Öyle tatlı inhinâlar, öyle güzel dönemeç yerleri var ki… Saatlerce, günlerce oralardan ayrılmamak ihtiyâcını hissetmemek mümkün değil. Şimdiye kadar gezdiğimiz yerlerde hattâ sinema filmlerinde hayretle gördüğümüz manzaralar, yollar âdetâ hiç kıymetinde. Yol kenarlarında katırtırnakları, kırmızı vahşî güller, sarı hanımelileri dalgalanıyor. Dâimâ değişen latîf kokular… Yolun bir yerinde karşılıklı uzanan ağaç dalları, bir kemer teşkîl etmiş, bir tâk vücûda getirmiş. Fakat ne yazık ki, hepsini bırakıp geçiyoruz. 

Nihâyet oldukça düz bir arâzi… Tâ ileride gözüken deniz… Güneşin süzülen âteşîn ziyâsı, bir tarafta suların üzerinde hârelenerek dalgalanıyor, bir tarafta zeytin ağaçlarının yaprakları arasına sokularak renkler âllemi yaratıyor. Ve’l-hâsıl her yerde başka bir güzellik başka bir letâfet, başka bir câzibe… İki saatten fazla süren bu otomobil seyâhatından sonra oldukça güzel binaları çok olan Ayvalık Kazası’nın merkezine dâhil oluyoruz. Artık otomobilimiz fazlaca sarsılmaya başlıyor. Kaldırımlar gâyet küçük taşlardan yapılmış. Yekdiğerine benzeyen binâlar ve dar sokaklar. 

Burada göze ilk çarpan şey evlerin rengi oluyor: Rumların bıraktığı bir renk… İçimde “mümkün olsa da badana ile bütün bu düşman rengi örtülse!” diyorum. Ayvalık’ta bulunduğum az bir müddet zarfında üç mektep gezdim: Kız ve Erkek Numûneleri ile Ayvalık Türk Ocağı’nın açtığı “Türk Ocağı Öksüz Yurdu”. Fakat bunların arasında “Öksüz Yurdu” en ziyâde rûhumu okşadı. Zarif bir bina dâhilinde yerleşen bu mektebin müdürü Osman Bey, talebeyi o kadar iyi yetiştiriyor ve terbiye ediyor ki, takdîr etmemek mümkün değil.

Evvelâ öksüz, fakir çocuklardan ibâret olan (60) talebe toplanmış, kendilerine elbiseler yapılmış ve teşrîn-i sâni ibtidâsında mektep açılmış talebenin yirmisi leylî, diğerleri nehârî… Mâmafih hep berâber yemek yiyorlar. Mektebin masârıfını ocak te’mîn ediyormuş, şimdilik iki sınıfı var. Aynen numûne programı tâkip ediliyormuş. Mektebe âit marangozhâne ve demirhâne mevcûd olduğundan talebe sabahları dersle, öğleden sonra da san’atla meşgûl oluyor. Marangozhânede yirmi üç, demirhânede on altı efendi çalışıyormuş. Mütebâki kısmı da hâriçteki kunduracı ve terziler yanında san’at öğreniyormuş. İki katlı olan mektep binâsının altı odası ile küçük bir hamamı, çamaşırlığı, matbah ve küçük bir bahçesi var. Yemek salonu ile yatakhâne o kadar güzel tanzim edilmiş ki insanı derhal cezp ediyor. Bi’l-hâssa nezâfet son derecede… 

Bu derece intizâm ve cevvâliyet dâhilinde talebe yetiştirdiklerinden dolayı, mektebin gayûr ve nâzik müdürüyle muallimlerini ve bu sûretle vatan yavrularının tâlîm ve terbiyesini te’mîn ettiğinden “Ayvalık Türk Ocağı”nı samîmiyetle tebrîk eder ve kendilerine büyük muvaffâkiyetler temenni ederim. 

Ayvalık hakkındaki ihtisâslarıma gelecek nüshamızda da devam edeceğim. 

---
[*] Düğün hakkındaki tafsîlât ve elde edilen resimler gelecek nüshamızda derc edilecektir.

14 Haziran 926
MEHMET MESÎH (Şahin,2010:478-479)

"Ayvalık Türk Ocağı Öksüz Yurdu Marangozhânesi"
15 Haziran 1926, sayı:63, sayfa:1021
(kaynak: Milli Kütüphane, tercüme: Yasin Şahin)

Millî Mecmua'nın 1 Temmuz 1926 tarihli
64 numaralı nüshasının kapağı.
(kaynak: Milli Kütüphane)
Mehmed Mesih, "Ayvalık hakkındaki ihtisâsları(nı)" 15 gün sonra yayımlanan 64. sayıda, Büyükdere köyündeki düğün töreni ile birlikte yazmıştır. 

Yazara göre Ayvalık'ın yolları (kaldırımları) "ğâyet küçük taşlardan yapılmış olduğu ... (için) yürüken âdetâ bir taş yığını üzerinde yürünüyormuş gibi yorgunluk hissetmemek mümkün değil"dir (Şahin,2010:481).  

Mehmed Mesih halkın gündelik konuşmalarına da "tepki gösterir". Zira "... bi’l-hâssa mübâdilerden bir kısmının el-ân Rumca" konuşmaktadır ve bir Türk şehrinde bu "çirkin vaz’iyetin devâmı hiç de münâsip değildir". Ayrıca yazısında, "hükümetin bu husûsta bir mecbûriyet koyarak ana dilimizin konuşulmasını te’mîn etmesini" diler (Şahin,2010:481).

Millî Mecmûa'nın 1 Temmuz 1926 tarihli 64. sayısının 1036-1037. sayfaları arasında yayımlanan bu yazı dizisinin 2. bölümü, yine sn. Yasin Şahin'in çevirisi ile aşağıdadır.

İstanbul’dan Burhâniye ve Ayvalık’a -2 
(Büyükdere Köy)de Bir Düğün 
Geçen nüshâmızda Büyükdere Köy’de tesâdüf netîcesi olarak gördüğümüz bu düğün hakkında mâlûmat vereceğimi va’ad etmiştim. Çarşamba günü akşamüzeri köye geldiğimiz zaman düğün olduğunu ve gelinin ertesi gün Küçükdere Köy’e götürüleceğini ve esâsen eğlencenin bir haftadan beri devam ettiğini söylediler. Akşam ezanlarından sonra civârdaki köylü kadınlar kızın bulunduğu eve gelirler, aralarında âhenk yapar, eğlenirlermiş. Gelinin alınmasından bir gün evvelen tesâdüf eden gecede yine âhenk esnâsında kızın ellerine ve ayaklarına kına yakarlarmış. Son gece refîkamın gördüklerini aralarında erkek bulunamaması dolayısı ile bi’t-tabî ben o sahneye dâhil olamadım, anlattığı gibi yazıyorum: “Gelin odanın ortasında bulunan sandalye üzerinde süslü bir halde oturuyor. Başında o civâra mahsûs bir başlık var ki fes deniliyor. Bu fesin tepesi inci ve altınla çevrili, kenarları da yine inci ve altınlarla süslenmiş ve en üst sırada birçok elmas iğneler dizilmiştir. Fesin yanlarından ve arkasından birçok inci dizileri resimde görüldüğü vecihle sarkmaktadır. 

Gelelim âhenge: 
Bakır bir tepsiyi kendilerine mahsûs bir âhenkle çevire çevire çalıyorlar. Güzel bir nâğme doğuran bu hava genç köylü kızlarını ikişer ikişer oynatıyor. Bu hâl yatsı ezânına kadar devam ediyor. Ezanla berâber kadınlar evlerine gidiyorlar. Çünkü yatsıdan sonra kadınların sokakta kalması ayıp telakki ediliyor. Erkeklerin namazda bulunduğu bir sırada onlar da evlerinde bulunuyorlar. 

Perşembe günü gelin oruçlu bulunuyor ve mütemâdiyen ağlıyor. Etrâfında toplanan gençler kızın saçlarını ince örüyorlar. Bu sırada gelinin ağlaması daha ziyâdeleşiyor.

Öğle ile ikindi arasında (gelin alıcılar) geliyor. O vakit biri kızı, diğer biri de ayakkabıları saklıyor. Kızın bulunduğu odanın kapısı saklayanın istediği bahşîş verilmedikçe açılmıyor. Ancak bu bahşîş erkek tarafının zenginliği ile mütenâsip olarak isteniyor. Ayakkabılar da aynı vecihle bahşîş alındıktan sonra çıkarılıyor. Bu esnâda diğer köyden gelen ağalara kayınpeder tarafından kahve ve sigara ikrâm ediliyor. Onlar sohbetle meşgûlken gelini getirilen arabaya alıyorlar. Resimde görüldüğü gibi kızın yüzü kırmızı bir atlasla örtülmüş bulunuyor. Elleri mendillerle bağlı ve baştan aşağı işlemeli, kırmızı diğer bir atlas da arkasını örtüyor. Diğer arabalara da ağalar, köylüler biniyor ve iki tarafta köy mektebinin talebesi bulunduğu hâlde kâfile hareket ediyor. Cihâz: Gelin alıcılar gelmeden evvel erkek tarafından gönderilen arabalara kızın cihâzı konuyor. Bi’l-hâssa bu eşyâ meyânında bulunan mâvi boncuklu ve kurdelalı bir süpürge bulunduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Zamanla bu kabîl âdetlerin kaybolacağı düşünülürse bu tarzdaki resimlerin kıymetli bir vesîka hâlinde kalacağı şüphesizdir. 

-*-

Ayvalık’ta kaldırımların ğâyet küçük taşlardan yapılmış olduğunu geçen nüshâmızda söylemiştim. Bi’l-hâssa yürüken âdetâ bir taş yığını üzerinde yürünüyormuş gibi yorgunluk hissetmemek mümkün değil. 

Şehir üzerindeki yel değirmenleri denizden bakıldığı zaman Don Kişot’un Devleri gibi gözüküyor.

Bu muhîtin yetiştirdiği sebzenin başında sakız kabağı bulunmaktadır. Semizotu bi’l-hâssa ekilmiyor, dere kenârlarında kendi kendine yetişiyor, oralardan toplanıyor ve oldukça pahâlı satılıyor. 

Dikkatimi celbeden şey, bi’l-hâssa mübâdilerden bir kısmının el-ân Rumca konuşmaları oldu. Bir Türk şehrinde bu çirkin vaz’iyetin devâmı hiç de münâsip değildir. Binâenaleyh hükümetin bu husûsta bir mecbûriyet koyarak ana dilimizin konuşulmasını te’mîn etmesini dileriz. 

Ayvalık’ın yegâne mesîre mahalli Çamlı Manastır’dır. Akşamüzerleri ve mehtaplı gecelerde denizde sandal gezintileri bi’l-hâssa bu güzel şehre ayrı bir şiîriyet bahşetmektedir. 

Çamlı Manastır şehirden bir çarik (çeyrek), yirmi dakikalık bir mesâfede bulunuyor. Adalar’a benzeyen bu kısımda çok güzel inşâ’ edilmiş yalılar, köşkler vardır. Çamlar arasında gizlenen bir köşkten ayın doğuşunu seyretmek gözlere unutulmaz bir renk ziyâfeti oluyor. 

29 Haziran 926 
MEHMET MESÎH (Şahin,2010:479-481)

---
KAYNAKÇA

[Akyiğit], Mehmed Mesih (1926).
İstanbul’dan Burhâniye ve Ayvalık’a -1, İstanbul: Millî Mecmua, 6(63), 1019-1021.

İstanbul’dan Burhâniye ve Ayvalık’a -2 (Büyükdere Köy)de Bir Düğün, İstanbul: Millî Mecmua, 6(64), 1036-1037.     

Şahin, Yasin (2010).
Millî mecmua (51-71) tahlili fihrist-inceleme-metin, (Tez no.:261218) [Yüksek Lisans, Selçuk Üniversitesi]

CUMHURİYET SONRASINDA YAYIMLANAN İLK AYVALIK MAKALESİ:
"Muhasebe: Ayvalık'ta Neler Yapılabilir?"

Millî Mecmua'nın 15 Haziran 1926 tarihinde yayımlanan
63 numaralı nüshasının kapağı.
(kaynak: Milli Kütüphane)
Ayvalık Konulu Belgeler Bibliyografyası (AKBB) oluşturma çalışmalarımın bugün geldiği seviyeye göre, Cumhuriyet sonrasında yayımlanan Ayvalık içerikli ilk tanıtıcı belge, Mehmed Mesih tarafından kaleme alınan "Muhasebe: Ayvalık'ta Neler Yapılabilir?" adlı makaledir.

Makale, Millî Mecmua [1]'nın 15 Haziran 1926 tarihinde çıkan 63 numaralı nüshasının 1013 numaralı sayfasında yayımlandı Ayrıca aynı sayının 1019-1021 numaralı sayfalarında da Mehmed Mesih'e ait olan ve iki sayı devam eden: "İstanbul'dan Burhaniye ve Ayvalık'a" adlı bir  seyahat değerlendirmesi de yayımlanmıştır.

Millî Mecmua; 1 Teşrînisâni 1339 (1 Kasım 1923) tarihinde, İstanbul’da, Mehmed Mesih [Akyiğit] tarafından; "ilmî, edebî, iktisadî, fennî" konularda makaleler neşretmek üzere çıkartılmış bir dergidir. Derginin ilk yedi sayısı Evkaf-ı İlâmiye Matbaası'nda (İstanbul), sekiz-on yedinci sayıları Evkaf Matbaası'nda (İstanbul) ve ardıl sayıları ise Matbaa-i Bahriye (İstanbul)'de basılmıştır. Dergi, 1 Haziran 1928 tarihine kadar iki haftada bir yayımlanmış, daha sonra her ayın birinde ve on beşinde olmak üzere ayda iki sayı olarak 112 nüsha çıkartılmıştır. 15 Teşrînisâni (Kasım) 1928 tarihinde yayımlanan 114. sayısından itibaren 1933 yılına kadar yayın periyodu bozularak sürmüş ve 145. sayı ile uzun bir suskunluk dönemi yaşamıştır (Apaydın,2015:49; Çandır,1992:32; Kahraman,2020:75-76).

Milli Mecmua'nın kurucusu ve sorumlusu
Mehmed Mesih [Akyiğit]
(kaynak: SALT Araştırma)
1926 yılında dergiyi çıkartmaya başlayacak olan Mehmet Mesih [Akyiğit] aynı zamanda, "İstiklal Savaşı'ndan sonra oluşan Milli Edebiyat Hareketinden dönüşen Türkçü, Memleketçi sanat/şiir anlayışı" (Apaydın,2015:50) içinde eserler vermiş olan bir şairdir. Mehmet Mesih'in ilk şiir kitabı, şarkı formundaki "yedi" şiirinin yer aldığı, 1923 yılında yayımlanan Filiz adlı kitabıdır. Kitabın girişinde Samipaşazade Sezai'nin "genç şaire" yönelik görüşleri yer almaktadır (Apaydın,2015:50).

Derginin ilk sayısında Yahya Saim (Ozansoy)'un kaleme aldığı "Edebiyata Dair Bir Münakaşa" adlı yazı, Millî Mecmua'nın yayın ilkelerini bizlere sunar: "... İddia ederim ki Türk Yurdu'nun, Yeni Mecmua'nın açtığı yol muzaffer Anadolu'yu doğurdu. Çünkü mütarekeden sonra bu memleket şairleri de, muharrirleri de, âlimleri de, siyaset adamları da kalemlerini kılıcın mukadderatlarına bağlamış; Sakarya, İzmir, İstanbul ve Lozan Konferansı zaferlerini hazırlamaya çalışmışlardır. ... Mecmuamızın takip edeceği mesleğe gelince o ancak faziletin açtığı yol üzerinde medenî milletlerin eserine ikfa ederek yürüyecek ve mefkûreci gençliğin ifadesi olmaya çalışacaktır."  (Apaydın,2015:50).

Mehmed Mesih imzasıyla yayımlanan “Muhasebe: Ayvalık'ta Neler Yapılabilir?” adlı makale 63. sayının 1013 numaralı sayfasında (nüshaya göre 3.sayfa) bulunmaktadır. Makalenin transliterasyonu şöyledir:

Ayvalık’ta Neler Yapılabilir? 
Dün bir Rum, bugün ise tamâmıyla bir Türk kazâsı olan Ayvalık çalıştığımız takdîrde en zengin bir ticâret merkezimiz olabilir. Bir taraftan arâzinin tabîatı bu sâhanın zenginleşmesi için o kadar müsâit ki hâl-i hâzırda zeytinden edilecek istifâde bile çok büyüktür. Sonra tamâmen sâhil olması dolayısıyla nakliyât gâyet ehven olabilir. Bugün Ayvalık’ın halkını ekseriyetle Girit ve Adalar’ın mübâdilleri teşkîl ediyor. Herhalde çalışmaktan usanmayacak olan bu insanlara bankalarımızın müzâhereti memleket nâmına temenni olunur.

Aynı zamanda öğrendim ki Rumlardan kalan debbâğhâneler ıslâh edilirse mühim bir servet elde edilecek. Hatta Rumlar Hindistan’dan bile deri getirir, burada terbiye ederek her ecnebî memlekete sevk ederlermiş. Hâlbuki şimdi ise günden güne harâp olmakta ve metrûkiyetlerinden bi’l-istifâde muzır eller tarafından tahrîp edilmekte imiş. Dün her sûretle Avrupa’ya bile rekâbet edebilecek derecede mal vücûda getiren bu fabrikalar niçin bugün zamanın eline terk edilerek perîşân edilsin. Hem mübâdillerin çok fakîr olanları da bu fabrikalarda çalıştırılarak birçok âilenin refâhı te’mîn edilmiş olur. Her millet memleketindeki servetten istifâde ettikten başka hâriç memleketlerin zenginliğinden de istifâdeye uğraşırken biz niçin elimizdeki refâh menba’larına karşı lâkayt kalıyoruz, milyonlar heder olmasına göz yumuyoruz. 

Zenginlerimiz hâlâ mı uyuyorlar, âlâ mı kibritçilikle vakit geçirerek memleketlerine hizmeti hâtıralarından geçirmiyorlar 

Faraza niçin bir şirket vucûda getirilip bu muattal bir halde kalarak, ölüme mahkûm duran, bacaları tamâmiyle sönmüş fabrikalar canlandırılmıyor? Hatta bu işle anlayarak uğraşacak şahsiyetler de var. Fakat servetleri mahvolmuş. Dünkü vaz’iyetleri sisli bir hatıra gibi gözlerinde canlanıyor. Çalışmak istiyorlar fakat ne ile? Şimdilik mütevekkil düşünmekten başka bir şey ellerinden gelmiyor. Hâlbuki artık mütevekkil yaşayış ile hayatın dev adımlarıyla ilerleyen bir devrinde varlık vücûda getirmenin imkânı olmadığı anlaşılmıştır. Ve tevekkülle yaşanan eski devirlere hasret çeken bir fert tasavvur etmek istemiyoruz. Bâhusûs ki Cumhuriyet’in girdiği memleketlerden uyuşukluk ve kurûn-ı vustâî faâliyetlerin kaybolduğu, tarihe karıştığı bir asırdayız. Bizim için de bu yeni idârenin bir dönüm noktası olacağını idrâk ederek etrâfımızda yaşayan cevvâl bizden çok ileride bulunan ve sanatın harikalarını yaratan milletlere yetişmek için, onların çalıştığı gibi hattâ belki daha ziyâde uğraşmak ve didişmek lâzım gelmez mi? 

Bugün iktisâdî hayatta varlık vücûda getirmeyen, inkişâf edemeyen insan zümrelerinin istikbâllerini tahmîn etmek pek kolaydır. Binâen aleyh zamanın yalçın ve merhametsiz ellerinde heder olan metrûkâttan olsun istifâde edelim ve her şeyi hükümetten beklemeyerek hurâfâtla yaşanan asırların üzerimize yığmış olduğu gaflet ve ihmâl uykusundan uyanalım! 

14 Haziran 1926 
MEHMED MESÎH  (Şahin,2010:321-322) 
(transliterasyon: Yasin Şahin)

---
DİPNOTLAR
[1] Dergiye ait sayısal kopyalar Milli Kütüphane'nin dijital-kutuphane.mkutup.gov.tr adresinden yayın yapan sayısal kütüphanesinde bulunmaktadır.

KAYNAKÇA

[Akyiğit], Mehmed Mesih (1926).
Ayvalık’ta Neler Yapılabilir?, İstanbul: Millî Mecmua, 6(63), 1013.

Apaydın, Dinçer (2015).
Kendini tüketen patronaj: Mesih Akyiğit, Ankara: Kurgan Edebiyat, 5(25), 49-53.

Çandır, Muzaffer (1992).
Milli mecmua (1-50. sayıları) inceleme ve seçilmiş metinler, (Tez no.:21221) [Yüksek Lisans, Cumhuriyet Üniversitesi]

Demir, Hilal Tatar (2004).
Türk basın tarihinde "Milli Mecmua" (1923-1928) ve tarih araştırmalarına katkıları, (Tez no.:147019) [Yüksek Lisans, Sütçü İmam Üniversitesi]

Kahraman, Alim (2020)
Millî Mecmua, TDV İslâm Ansiklopedisi, c.30, 75-76 ss., Ankara.

Şahin, Yasin (2010).
Millî mecmua (51-71) tahlili fihrist-inceleme-metin, (Tez no.:261218) [Yüksek Lisans, Selçuk Üniversitesi]

29 Ağustos 2022 Pazartesi

SOMUT OLMAYAN KÜLTÜREL MİRASIMIZ : "Ayvalık zeybeği"

Ayvalık zeybeği... (Αϊβαλιώτικο Ζειμπέκικο)

Ayvalık'a ilk geldiğimiz günlerin birinde, Şeytanın Kahvesi'nde bir grup arkadaş ile Ayvalık üzerine konuşurken, içimizden biri "Ayvalık'ın bir türküsü, bir halk dansı bile yok!" diyerek, şehre dair bir eleştiride bulunmuştu. O an, süren sohbetin de heyecanı ile bir "reaksiyon" göstermemiş, ama eve döndükten sonra: "bu kadar bina, okul yapan şehir hiç türkü yapmaz mı?" diyerek gece boyunca araştırmaya girişmiştim. 

Gecenin geç saatlerine doğru, Helence sitelerde yayımlanmış beş Ayvalık türküsü bulmuş ve bilgisayarıma da kopyalamıştım. Bunlardan ikisi "zeybek", üçü ise "türkü" idi. Bunlar bu şehre ait, somut olmayan kültürel mirasımız idi. Ve ne yazık ki; çok az kişi tarafından bilinmekteydi. Çünkü, Ayvalık'taki hemen her konuda olduğu gibi müzik alanında da bilimsel yöntemlere dayanan bir araştırma yapılmamıştı. 

Bu arada; Tanju İzbek ile Elif Yılmaz'ın Girit manileri ve bunların Anadolu'ya taşınışı üzerine hazırladıkları, çok güçlü iki makaleyi anmam gerekiyor (İzbek:1996, Yılmaz:2011). 

Ayrıca doğrudan Ayvalık üzerine çalışmalar olmasa da Sevilay Çınar tarafından hazırlanan, haziran ayında kaybettiğimiz Şahsenem Bacı (Senem Akkaş)'ı ele alan doktora tezini, Eylül Doğan ile Mustafa Şahin'in geleneksel çalgılar üzerine hazırladıkları yüksek lisans tezlerini ve Cansevil Tebiş'in Balıkesir türkülerini ele alan akademik makalesini de burada anmalıyım (Çınar:2008, Doğan:2017, Şahin:2009, Tebiş: 2008).

Dinleyici olmak dışında özel bir bilgi birikimim olmayan müzik alanına dair yapacağım bu blogda, "okuduklarımı tekrar yazmak" yerine, Ayvalıklılarca pek bilinmeyen bu somut olmayan kültürel mirasımızı daha çok sesli ve görüntülü olarak okurla paylaşmayı daha uygun buldum. Araştırmada kullandığım veri tabanı, dünyada basımı yapılan tüm "müzik medyalarının" kayıtlarını tutan discogs.com dur. Zeybeğin önce en eski plak basımına ait koleksiyon bilgilerini verecek ardından olabildiğince o plaktan yapılmış ses kaydını sunarak tanıtmaya çalışacağım.

1. 1. AYVALIK ZEYBEĞİ (Ζεϊμπέκικο Αϊβαλί)

discogs veri tabanına göre Ayvalık Zeybeği'nin ilk basımı, 7 Ağustos 1923 yılında Victor Talking Machine tarafından yapıldı. Parça, Ζεϊμπέκικο Αϊβαλιώτικο: Dance from Aivali adıyla 68637 seri numaralı vinyl, 7" (45 RPM) plağın B yüzünde yer aldı. Kayıtta klarnet ve santuru Duodia Kyriakati (Διωδία Κυριακάτη) çalmış.

Burada dinleyeceğiniz "müzik formu" daha sonra basımı yapılan tüm Ayvalık zeybeklerinden (Αϊβαλιώτικο) oldukça farklıdır.


1.2. AYVALIK ZEYBEĞİ (Αϊβαλιώτικο Ζειμπέκικο)

discogs kayıtlarına göre, Ayvalık zeybeğinin ikinci versiyonu, 1920 yılı temmuz ayında New York'ta kaydedilmiştir. Bu kayıt 1926 yılında Columbia Phonograph Company, Inc. tarafından 10' lik taş plak olarak (78 RPM) çoğaltılmıştır.

Konstantinos Papagikos (Κωνσταντίνος Παπαγκίκας)'un santur, Markos Sifnios (Μάρκος Σιφνιός)'un çelllo ve Athanasias Makedonas (Αθανάσιος Μακεδόνας)'ın da keman çaldıkları parça, plağın A yüzünde yer almaktadır. Plağın B yüzünde ise yine Athanasias Makedonas tarafından çalınmış "uşak taksimi" bulunmaktadır.

Ayvalık zeybeğinin bu versiyonuna ait kaydı aşağıda dinleyebilirsiniz.


1.3. AYVALIK ZEYBEĞİ (Αϊβαλιώτικο) GÜNCEL VERSİYONU
Ayvalık zeybeği, yukarıda andığımız iki versiyonu dışında onlarca değişik versiyonu ile icra edildi. Bu icraların her birini dinlemek ayrıca keyifli ancak; "bir de dansı olan bu zeybeği", benim bugüne kadar izlediğim en güzel icrası ile okura izletmek istedim.

Bu videoda; 2010 yazında Midilli'nin merkez Mithymna Belediyesi (Δήμου Μήθυμνας)'nin düzenlediği 11. Geleneksel Dans Festivali'ne katılan Mithymna Belediye Gençlik Merkezi karma dans ekibi ile Anemotisia Lesvos Eğitim Derneği dans şubesi dansçılarının birlikte oynadıkları halk danslarının finaline doğru, yaşlı bir "mübadil" sahneye çıkıp Ayvaliotiko oynamaya başlıyor. 

Mübadilin sakinliğine ve zeybeğe gösterdiği saygıya dikkatinizi çekmek isterim.


----
KAYNAKÇA

Çınar, Sevilay (2008).
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında Türkiye'de kadın âşıklar. (Tez no.: 227565) [Doktora Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi].

Doğan, Eylül (2017).
Mübadele sonrası Yunanistan’da iki dilli Küçük Asya şarkıları. (Tez no.: 469108) [Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi]

İzbek, Tanju (1996).
Cunda’da yaşayan Girit manileri, İstanbul : Tarih ve Toplum Dergisi -(156), 49-55 ss.

Şahin, Mustafa (2009).
Türk halk oyunları türlerine göre asma davulun incelenmesi. (Tez no.: 253857) [Sanatta Yeterlik Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi]

Tebiş, Cansevil (2008)
Balıkesir Türkülerinde ilçelere göre ritmik yapı. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 11(20) 125-133 ss.

Yılmaz, Elif  (2011).
Demirden leblebi: Girit : Ayvalık'a yerleşen Girit mübadilleri, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Dergisi, 10(22), 157-189 ss.